Tevfik ERDEM

Tevfik ERDEM

Tüm Yazıları

Öcalan ve PKK Üzerine- 1: Açlık Grevleri

04 Haziran 2019
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

PKK’nın ve Kürtçü mücadelenin 1980 darbesi sonrasında güç ve eleman kazanmasının sebeplerinden birisi, meşhur Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi’dir. Daha doğrusu bu cezaevinde yapılan insanlık dışı uygulamalardır. Elbette ki bu dönemdeki işkenceler ve insanlık dışı uygulamalar sadece Diyarbakır’da solcular ya da Kürtçülere yönelik değildi. Sağcılar ve Türkçülere yönelik de aynı uygulamalar Diyarbakır 5 No’lunun izdüşümü Mamak Cezaevinde (şimdi müze) ülkücülere yapılıyordu. Ülkücüler bu uygulamalara boyun eğip, devletin uygulamalarına, ‘kol kırılır yen içinde kalır’ mantığı ile yaklaşırken devrimciler, ‘zafer için merkezi güce ve egemen devletin baskıcı politikalarına karşı direniş vermek gerektiği’ mantığı uyarınca hapishanelerde çeşitli direniş eylemleri sergilemişlerdir.

Mevcut yönetimin uygulamalarını protesto etme anlamında açlık grevleri tarihin çok eski dönemlerinden beri vardır. Açlık grevlerinin adını duyurması 20. yüzyılın başında İngiltere'de oy hakkı isteyen kadınların, cezaevinde greve başlamasıyla başlar. 1909'da, mahkûm olan M. Dunlop, siyasi hükümlü kabul edilmeyince açlık grevine başlar ve grevin 91. gününde serbest bırakılır. Bu eylem, açlık grevlerinin, yönetime karşı çok güçlü bir silah olarak kullanılabileceğini gösteren ilk önemli deneyim olmuştur[1]. 1970’lerde yeni sosyal hareketlerin kültür ve kimlik eksenli faaliyet/eylem alanlarının genişlemesiyle birlikte açlık grevleri-ölüm oruçları ve bunlara yapılan müdahaleler daha da ön plana çıkmaya başlamıştır. 1981’de kısa adı IRA olan ve İngiltere’den ayrılma taraftarı olan İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nun sembol ismi Bobby Sands ile birlikte 10 kişi açlık grevi sonrası hayatını kaybeder ki bu çok fazla ses getiren bir eylemdir[2]. Hemen bir yıl sonra Türkiye 1982 yılında bu eylemle tanışacaktır. Türkiye’deki eylemlerin bu kadar ses getirmesinin arkasında bir yıl öne B. Sands ve arkadaşlarının yani IRA’nın yaptığı eylemlerin yankısı yatmaktadır.

Türkiye’de açlık grevleri ve ölüm oruçları genel olarak solun ve Kürt solunun mücadele ve direniş yollarından birisidir. Onlar ayrıca ölüm oruçlarını, insani ve hukuki olmayan hapishane şartlarını protesto etmek için gerçekleştirmişlerdir. Bu oruçların hem örgüt hem de oruç tutanlar için açık ve gizil işlevleri olmuştur. Ölüm oruçlarının açık işlevi, hapishane şartlarından hem ülkedeki vatandaşları, STK’ları hülasa kamuoyunu hem de uluslararası camiayı haberdar ederek bu uygulamaların sona ermesi için yerel ve küresel bir baskı oluşturmaktır. Diğer bir işlev, üye ve sempatizanlar arasındaki çözülmeyi engelleyip örgütsel konsolidasyonu sağlamaktır. Ölüm oruçlarının gizil işlevi yani esas olarak amaçlanmayan ama dolaylı olarak eylemin sonucunda ortaya çıkan sonuçları ise, örgüte yönelik sempatinin artmasını sağlamak ayrıca ölüm orucuna girenlerin örgüt içindeki itibarını yükselterek onların statülerini sağlamlaştırmak ve sonraki ölüm oruçları için potansiyel aday devşirmektir. Ölüm orucu eylemleri içinde yer almak ya da işkenceye maruz kalmış olmak kadrolu örgüt üyeleri ve sempatizanlar için önemli ve değerli olmayı baştan kabul ettiren vasıflardır. Bu yüzden de örgüt içinde birilerinin bu tür bir sempati ve yükselme imkânına sahip olması onları tehlikeli kılmakta ölüm orucu ya da işkence mağdurlarını ikinci kez mağdur haline getirebilmektedir. İkinci kez mağdur olanlardan biri de Diyarbakır cezaevinde gördüğü işkencelere rağmen “çözülmeyen” ve direnişin simge isimlerinden biri olduğu için önderliği eleştirebilme makamına ulaşan bu yüzden de sonu hüsranla biten Mehmet Cahit Şener’dir.[3]

Ölüm oruçlarının PKK tarafından ilk pratiği Diyarbakır 5 No’lu Cezaevinde 14 Temmuz 1982 tarihiyle başlatılır. Bu tarih 12 Eylül 1980 darbesi sonrası askeri yönetimin ağır etkisinin hissedildiği bir tarihe denk gelir. Gazeteci Aliza Marcus, PKK’nın tarihini anlattığı “Kan ve İnanç” adlı eserinde bu durumda şu şekilde bahseder[4]

21 Mart 1982 gecesi, yani Kürt yılbaşında, PKK tutuklusu Mazlum Doğan hapishane koşullarını protesto etmek için kendini astı. 18 Mayıs’ta, dört PKK tutuklusu kendini yakarak öldürdü. 14 Temmuz 1982’de, PKK tutukluları ihlallere son verilmesi talebiyle ölüm orucu başlattı; grubun üst düzey kadrosundan dört kişi öldü. Türkiye’de Kürt tutukluların gördüğü kötü muameleyi aktaran haberlere PKK tutuklularının direnişi de eklenince, grubun ismi hızla duyulmaya başladı.

Grubun üst düzey kadrosunda açlık orucunda ölen isimler PKK’nın kurucu kadrosundaki isimlerdir: Mehmet Hayri Durmuş ve Kemal Pir[5]. Ölüm oruçları örgütün adının daha fazla duyulmasına sebep olurken cezaevinde farklı Kürtçü örgütlerin de onlara sempati duymalarına neden olacak ve her halükarda örgüt bu eylemlerden kazançlı çıkacaktır.

6 Kasım 1983 seçimleri ile askeri yönetim sona erer ve Anavatan Partisi’nin iktidarı Özal başbakanlığında başlar. Özal ile birlikte, bir yandan Avrupa’dan gelen baskılar bir yandan da 1984 yılında Diyarbakır’da başlayan toplu açlık grevleri sonrasında cezaevi koşulları iyileştirilir.

Belli aralıklarla açlık grevi devam eder ancak özellikle anılması gerekenlerden biri, 1996 tarihli açlık grevidir: 38 ildeki 43 cezaevinde 2174 tutuklu açlık grevine, 355 tutuklu da ölüm orucuna katılır, 12 kişi yaşamını yitirir. 12 Eylül 2012’de, askeri darbenin yıldönümünde, PKK’lı tutukluların Kürtçe anadil hakları ve Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle başlattıkları açlık grevi/ölüm orucu eylemi, Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan ile görüşmesinin ardından 68’inci günde sona erer[6].

Öcalan 1980’li yıllarda ölüm orucu ve insanların hapishanedeki şartları protesto etmek için kendi bedenlerini yakmalarını onurlu bir direniş olarak görür:

Bu yıllarda ölmek veya hayatta kalmak pek fark etmiyordu. Önemli olan onurlu yaşam hakkını kazanmaktı. Bunun bir örneği de Diyarbakır Zindan Direnişi’nde sergilenmişti. Mazlum Doğan’ın Newroz eylemi, Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin’in bedenlerini ateşe vermeleri, Kemal Pir, M. Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in ölüm orucunda şahadete erişmeleri de tamamen onur savaşlarıydı[7].

Çünkü Öcalan’a göre, hapishanede onların onurlu bir yaşam imkânı yoktur ve bu yüzden de ya kendilerini yakmışlardır ya da ölüm oruçlarında hayatlarını kaybetmişlerdir. Öcalan tutuklu olsaydı ne yapardı? 1999’da tutuklandığında, kendi tabiriyle küresel komplo olarak değerlendirdiği yakalanma süreci sonrasında Öcalan, ölüm orucunu düşündüğünü ima eder:

“Dayanılması zor koşullar karşısında, Kemal Pir'lerin anısı gereği, ölüm orucu düşünülmedi değil. Daha uçaktayken, tek kelime konuşmadan bu yolu denemek akla gelmedi değil. Ama geliştirilen oyunun da tam bunu beklediği ve oyunu oynayanların karanlıkta kalacağı, ölmemesi ve öldürmemesi gereken insanların öleceği ve birbirini öldüreceği, belki de etkisi yüzyıllara yayılabilecek bir intikam sürecinin birlikte yaşam kültürü güçlü olan halklarımız arasında yeşereceği gerçeği, kişisel intikam hisleriyle ve acılarıyla kendi sonumu getirmeye hakkımın olmadığını açıkça dayatıyordu. Trajedim ne kadar acı ve hak edilmedik olsa da, bazı değerler için yaşama gücü göstermeliydim. Önemli olan benim kişisel onur ve gururum değil… Yaşam kararlılığım ana hatlarıyla bu biçimde oluştu[8]

Öcalan kendisine o kadar yüce bir mertebe o kadar büyük bir tarihsel rol yüklemiştir ki, onun açlık grevi sonrasındaki ölümü tam da küresel oyuncuların beklediği ve savaşın yüzyıllarca sürmesine neden olan sürecin başlangıcı olacaktır. Öcalan buna izin vermemek için yaşamak zorundadır. Onun yaşamayı tercih etmesi aslında yaşatma isteğinden dolayıdır ancak bu bile yanlış yorumlanabilecektir.

“Böyle yapmadığım takdirde ise, "APO direnmedi, derin devlete teslim oldu" türünden yaklaşımlarla ortamı istismar etmeye çalışacaklardı. Bunlara alet olmamalı, fırsat vermemeliydim. Kaldı ki, Kemal Pir ve Mehmet Hayri Durmuş başta olmak üzere 1982 Büyük Ölüm Orucu Şehitlerine, yine Mazlum Doğan ve Ferhat'ların anısına bağlılık; Onları taklit etme biçiminde davranmak yerine, özgür yaşamın daha gerçekçi ve onurlu bir çıkışını emrederdi. Sonuç olarak yaşam kararlılığı kesinleştikten sonra, büyük dönüşüm sürecine cesaret edecektim[9].”

Öcalan, yaşamı seçmesini, ölüm orucunda hayatını kaybedenlerin anısına bağlılığın bir göstergesi olarak görüyor çünkü onun bu gerçekçi ve onurlu davranışı, verilen mücadelenin devam etmesini sağlayacaktır. Diğerleri kendilerini yakarak ya da ölüm orucuyla hayatlarına son vererek mücadeleye katkı sunarken Öcalan hayatta kalmayı tercih ederek mücadeleye katkı sunacaktır.

Öcalan yıllar sonra, 2019 Yılında HDP milletvekilleri öncülüğünde gerçekleşen açlık grevi eylemlerini daha insani bir tarzda yorumlamıştır. Gerçi daha önceden de bu tür intihar eylemlerine sıcak bakmadığını söylemiştir ancak intihar eylemlerinin talimatlarını bizzat kendisinin verdiği de bir gerçektir. Öcalan 22 Mayıs 2019 tarihinde avukatları aracılığıyla şu bilgiyi paylaşarak açlık grevi ve ölüm oruçlarının sona erdirilmesi gerektiğini belirtmiştir:

“Değerli yoldaşlar; başta açlık grevleri ve ölüm orucuna kendini yatırmış arkadaşlar olmak üzere, iki avukatımın yapacağı geniş açıklamalar ışığında, eyleminizin sona ermesini bekliyorum. Bana ilişkin maksadınızın hasıl olduğunu da rahatlıkla belirtip, hepinize en derin sevgi ve teşekkürlerimi sunuyorum. Asıl bundan sonrasında da bana yeterli yoğunluk ve iradeyle eşlik etmenizi de özenle belirtiyor ve umuyorum” 

Öcalan’a yönelik tecridin sona erdirilmesi amacıyla başlatılan açlık grevi Öcalan’ın talimatıyla sona erdirilmiş oldu. Açlık grevindeki HDP’li vekil eylemlerinin amacına ulaştığını bu yüzden de eylemi sonlandırdıklarını açıkladı.

Bu olay bir kez daha Öcalan’ın eylemleri başlatma ve sona erdirme konusundaki etki düzeyini gösterdi. Her ne kadar ne dağ kadrosu ne de meşru temsilciler tarafından açıkça eleştiril(e)mese de Öcalan’ın tutuklu kalmasından mütevellit açıklamaları çok da bağlayıcı olmuyor bu çevreler için. Öcalan’ın sembolik bir anlamı var ve bu sembolik anlamın alıcısı çok fazla… Bunun ötesinde de söylediklerinin çok fazla bir karşılığı var mı? Sanki yok gibi… Örgüt militanları için tutsaklığından kaynaklanan söylem sorgulanabilirliği önderliğe karşı çıkışın her daim anahtarı olarak duruyor. Ancak kendi adına başlatılan bir açlık grevini sona erdirme konusundaki etkisi de malum. Ayrıca bu olay Öcalan’a bir kez daha barış, demokratik cumhuriyet, demokratik konfederalizm, ekoloji hakkında konuşabilmesi için bir alan açtı. Bunu vurgulamak neden önemli? Çünkü Öcalan zamanın ruhunu çok iyi okuyan ve sürekli ön planda olmak isteyen biri. Çünkü o seçilmiş biri.

Eğer Öcalan bir terör örgütü elebaşı olmasaydı her gün TV ekranlarında yorum yapan biri olarak ön plana çıkardı! Bu yorumları da Türkiye’nin bu yorumlara ihtiyacı olduğunu düşünerek yapardı. Çünkü yıkılmış bir halkı yıkıldığı yerden kaldıran biridir o... Oysa Burkay gibi sol hareketin içinde yer alanlar Öcalan’ın ilk gençliğinde çok da ön planda olmayan, toplantılara sessizce katılıp bir köşede duran tuhaf biri olduğunu söylerler. Peki ne oldu da Öcalan bu hale geldi?

 

[1] Sevinç, Murat (2002): “Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak: Açlık Grevleri”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C:57, S:1, s.114.

[2] Hakkında filmler çekilen Bu açlık grevi/ölüm orucu hakkında bakınız: https://www.youtube.com/watch?v=RtXCfLT9WdU

[3] PKK Vejin’in kurucusu Şener’in öyküsü için kısa bir not: (https://www.facebook.com/373862459377232/posts/379055378857940/).   

[4] Marcus, Aliza (2009) Kan ve İnanç: PKK ve Kürt Hareketi, (çev. A. Alkan), İletişim yayınları, İstanbul, s.97.

[5] Kemal Pir (Lakabı Laz Kemal), tıpkı PKK’nın kurucu Türk kadrosunda yer alan ve 1977 yılında Sterka Sor tarafından (örgütten ayrılan bir diğer grubun rivayetine göre, sempatik tavrı ve liderlik vasıflarının yüksekliğinden dolayı Öcalan’ın işareti veya göz yummasıyla) Gaziantep’te öldürülen Haki Karer gibi Türk’tür.

[6] https://yeniyasamgazetesi.com/diyarbakir-5-nolu-dan-gunumuze-aclik-grevi-olum-oruclari/ (3.6.2019 erişim tarihi)

[7] Öcalan, Abdullah (2013) Demokratik Uygarlık Manifestosu, V. Kitap: Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü, Azadi Matbaası, s.390.

[8] Öcalan, Abdullah. Özgür İnsan Savunması, (düzenleyen: Azad Badıkı), s.27

[9] Öcalan, Abdullah. Özgür İnsan Savunması, (düzenleyen: Azad Badıkı), s.27.

 

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA