Tevfik ERDEM
Tüm YazılarıÖcalan’la yapılan mülakatlarda onun çocukluğu hakkında verdiği bilgiler, Alfred Hitchcock’un yönettiği 1960’lı yılların meşhur Sapık (Psycho) filmini akla getirir. Filmin unutulmaz olmasını sağlayan birçok özelliğinden birisi, başrol oyuncusu Anthony Perkins’in sergilediği performans iken bir diğeri de, filmin basit konusunu simgesel bir gösteriye dönüştüren metaforik söylem ve görselliktir.
Film, işyerinden çaldığı 40 bin dolarla kaçan Marion adlı kadının gece konakladığı ıssız “Bates Motel”in sahibi Norman Bates ile tanışmasını ve gece duş alırken de bir kadın tarafından (!Norman’ın annesi “Norma” kılığına bürünmüş “Norman” tarafından) öldürülmesiyle gelişen olaylar üzerine kuruludur. Bir süre sonra paranın yani kadının peşinde olan müfettiş de aynı akıbetle karşı karşıya kalır. Cinayetler bunlarla sınırlı değildir. Filmin ilerleyen bölümlerinde ıssız otele gelen birkaç kadının da kıskanç anne Norma (yani gerçekte Norman) tarafından öldürüldüğü ortaya çıkar.
Norman’ın öldürme serüveni daha küçükken başlar. Küçükken babasını kaybeden Norman, annesinin bir başkasıyla ilişkisinden rahatsız olur ve annesiyle aşığını zehirleyerek öldürür. Ancak annesine olan takıntısı onun cesedini mumyalamasına ve onun kişiliğini de bedeninde taşımasına neden olur. Norman annesinin ölümünden sonra bile onun kendi üzerindeki baskısını hisseder. Filmde cinayetler kadın kıyafeti giymiş biri tarafından işlenmektedir. Bu, anne Norma’yı ima eder ama gerçekte cinayetler annesinin kıyafetini giyen Norman tarafında gerçekleştirilmektedir. Otele gelen kadınları gerçekte anne öldürüyor görünmektedir ancak ölü bir anne bu cinayeti işlemeyeceği için ikinci bir kimlik ve kişilik sorunuyla kadınları kıskanan annenin yönlendirmesiyle Norman’ın cinayetleri işlediği anlaşılacaktır. Görülmektedir ki Norman’ın sorunu, çift kişilikli olmasıdır. Norman’ın çift kişilikli (Norman yani kendisi ve Norma yani annesinin kişilikli) olup, tek bedene sahip olması kendisi tarafından olağanlaştırılmıştır. Filmde Norman üzerinden söyletilen “Bir çocuğun en yakın arkadaşı annesidir” sözü bu olağanlaştırma için bir meşruiyet sağlandığını gösterir.
“Bir çocuğun en yakın arkadaşı annesidir”
Gazeteci Mehmet Ali Birand, Öcalan ile Lübnan’ın Bekaa Vadisi’nde (1988) ve Suriye’nin başkenti Şam’da (1991) yaptığı mülakatları kitaplaştırdığı “Apo ve PKK[1]” adlı eserinin “Annem çok kavgacıydı” bölümünde, Öcalan tarafından annesinin baskın karakteri şöyle anlatılır[2]:
“… Kendimi bildim bileli aile içinde kavgacıydık. Şiddetli huzursuzluk vardı. Ailede baba otoritesi gelişme olanağı bulamamıştı. Annemin kavgacı yönü ağır basıyordu. Bu da babamı geriletmişti. Babam silik bir duruma gelmişti… Köyde kavgacılık hâkimdi. Anne tarafımız da bizi sürekli kavgaya itiyordu. Yani biri bize tokat vursa, mutlaka onun intikamını almak zorundaydık. Alamazsak, ekmek yoktu. Bu da bizi silik bir yapıya itiyordu. Bize çok zor gelmesine rağmen, annemin istediğini yapmazsak, iflah etmezdi.”
Annenin baskısı o kadar yoğun bir biçimde Öcalan’ın hafızasında kalmıştır ki onu unutması mümkün olamamıştır. Bu konuşma metni mezkur filmin bir diyalogu gibi okuyucuya sunulmuş olsaydı, filmdeki anne karakterine uygun olmayan bir satır bulmak mümkün olmayacaktı. Aynı şekilde Öcalan’ın kendisi için söylediklerini de Norman için söylemek bir uyumsuzluk ortaya çıkarmayacaktı. Çünkü Norma otele gelen kadınları oğlundan kıskanan, fazlasıyla huysuz bir kadındı ve otele gelen misafirlere karşı sergilediği tavır, yaptığı konuşmalar masum Norman’ı zor durumda bırakıyordu. Tıpkı Öcalan’ın annesinin onu zor durumda bırakması gibi.
“Aslında ben kavgacı değildim. Amma baskı vardı. Mesela “Ailenin namusu için bir şey yapmıyorsun. Dayak yiyorsun, karşılık vermiyorsun. Böyle evlat olmaz” derlerdi hemen. Bu durum baştan itibaren bende endişe yarattı. Yani beni mutlaka intikam almaya itiyorlar, ben de “ben nasıl alacağım” diyorum. Çekingen bir şekilde kavgaya giriyorum, kafa göz yarılıyordu. Nasıl taş yediğimi hatırlarım. Daha çocukken bu bende ciddi bir sorundu.[3]”
Öcalan şiddete bu kadar eğilimli olmasının arkasında, küçükken ailesinin baskısıyla kavga etmeye başlamasını göstermektedir adeta. Ailesinden gelen baskı onu kavgaya yöneltmiştir. Kavga hem ailenin namusu için diğerlerine karşıdır hem de ailenin kendi içindedir.
Öcalan köyden ilk çıkışını aile içi kavgayla açıklar: “Ailede çok dayak yedim. Annem iki eliyle gırtlağımı sıkar, üç defa kaldırır indirirdi “tövbe de… kırk defa tövbe diyeceksin” diye sıkıştırırdı. “Şunu yapmayacağım, bunu yapmayacağım” diyerek tövbe ederdim. Tabii kurtulur kurtulmaz da dışarı fırlar ve evi taş yağmuruna tutardım.[4]”
Abartılı bir benzerlik de, Norman’ın annesi ve aşığını zehirlemesinin karşılığı olarak Öcalan’ın babasını taşlama sahnesi olabilir. Kuşlar konusundaki benzerlik de aslında abartılı bir benzerliktir ancak küçük Öcalan’ın ruh halini yansıtması açısından özel bir yeri vardır. Filmde, Norman’ın annesinden sonraki ikinci takıntısının kuşlar olduğu, avladığı kuşların içini doldurduğu görülmektedir. Norman’ın bu hobisi Öcalan’da daha farklı bir karşılık bulmaktadır: Kuşların (ya da hayvanların hatta tüm sadakatsiz varlıkların) sadakatsizliğini cezalandırmak. Öcalan’ın hayatında sadakatsizliği cezalandırılan bazen kuş bazen köpek olur. Öcalan büyüyünce de cezalandırılanlar, sadakatsiz olarak görülen örgüt üyeleri olur.
“Aslında kuşları severdim. Mesela güvercinlerim vardı. Amma güvercin konusunda çok kindardım. Hatta güvercinlerle kavga bile ederdim. Bir gün benim güvercin, gitti başka bir evdeki güvercinle eşleşti… Gittim, onu tuttum ve yoldum. Kanatlarını çırılçıplak bıraktım. Güvercinin hatasını böyle affettim. Bana göre güvercin iyi hareket etmedi[5].” Aynı sadakatsizliği köpeğinde gördüğünde, onu da taşladığını belirtir Öcalan çünkü sadakat onun için çok önemlidir.
Öcalan, Perinçek ile yaptığı mülakatta ise, kendini karınca ezmekten korkan biri olarak tanımlar: “Ben kendim karıncaezmez bir insandım gerçekten. Bir karıncaya basmamak için ayaklarımı dikkatli atarım, benim kadar canlıların yaşamasına değer veren çok azdır. Bu konuda çok hassasım yani insanların öldürülmesinden ürküntü duyarım.[6]” Öcalan’ın çifte kişiliği tıpkı Norma ve Norman gibi burada da ortaya çıkar. Bir Öcalan karıncayı ezmemek için ayaklarını dikkatle atarken, insanların öldürülmesinden ürküntü duyarken (Norman), diğer Öcalan (Norma), askerleri, polisleri, memurları, Türk ya da Kürt ayrımı yapmaksızın kendisinden yana olmayan herkesi ama özellikle korucu köyleri için sadece insanları, bebekleri değil tavuklarına kadar köydeki her canlının öldürülmesi gerektiği emrini verir.
Öcalan, gazetecilerle konuşurken Norman’dır yani çeşitli sorunları olmakla birlikte durumu kurtaran, kendisini normalleştirmeye çalışan biridir. Norman’ın otele gelen müşterilerle olan ilişkisi de böyledir, sorunlu biri olduğu bilinir ama bu tolere edilebilir bir sorun düzeyidir. Öcalan’ın gazetecilere dönük olmayan yüzü yani örgüte bakan yüzü Norma’dır: Öldüren, tehdit eden, ölüm emirleri veren, şiddet üzerinden gücünü tahkim eden ve kendine yönelik tüm eleştirileri bir tehdit olarak görüp en yakınındakileri bile ajan, işbirlikçi vb. gibi gerekçelerle yok etmeyi meşru ve hak gören. Bu bağlamda Norma’yı Apo diye Türkçeleştirmek de mümkün. Örgütün ilk ortaya çıktığında gerçekleştirdiği şiddet eylemleri sonrasında militanların “Apocular” olarak tanınması da şiddet ile Apo arasındaki özdeşliği göstermesi açısından Norma ve Apo arasındaki denkliği kurmayı mümkün hale getiriyor. Öcalan’ın kendisiyle röportaj yapan gazetecilere gösterdiği yüzü Norman’dır: Barış ve ateşkes taraftarı, şiddet ve ölümden yana olmayan, demokrasi ve özerklik taraftarı.
Norma ve Norman ayrımı Öcalan’ın yakalanmadan önceki ve sonraki durumu için de geçerlidir. Öcalan yakalandıktan sonra şiddetle bir yere varılamayacağını devlet ve örgüt arasındaki kavgayı kendisinin sona erdirebileceğini, her zaman barıştan yana olacağını söylerken de klinikte psikiyatrist tarafından tedavi edilen Norman’ı temsil etmektedir. Tedavi sürecini Apo’nun yakalanıp “sayın Öcalan” haline gelme aşaması olarak gelişen çözüm süreci ile eşleştirmek mümkündür. Bu noktada filmin yıllar sonraki devam çekimlerini de devreye sokmak lazım çünkü devam filminde, klinikte ıslah olan Norman salıverilir, beklenti normal hayata döneceği yönündedir. Öcalan’ın yakalanması, yargılanması, önce Oslo sonra İmralı görüşmelerinin örgütü çözeceği ve barış sürecinin yakalanacağına dair umudun başlaması yani çözüm süreci sonrası Öcalan’ın ev hapsinin gündeme gelmesi bir anlamda onun ve Türkiye’deki güvenlik algısının normalleştiğinin kabul edilmesi olarak düşünülebilir. Ancak devam filminde Norman bir süre sonra tekrar cinayetlerine devam ederken, Öcalan, çözüm süreci sonrasında örgüt üzerinde istediği hâkimiyeti sağlayamayınca hendek savaşları olarak başlayan yeni çatışma ortamı eskisinden çok daha sert ve ölümcül çatışmaların başlamasına sebep olurken, Öcalan bir süre tehditlerine devam edecek ama bunlarla bir yere varamayınca tekrar İmralı’daki köşesine çekilecektir.
Öcalan’ın baskın bir anne tarafından ezilen bir çocukluk geçirmesinin yanında, şiddetin hayatının önemli bir parçası olduğu görülmektedir. Ancak anlaşılan o ki bu şiddet, onun yetiştiği ortamın olağan bir parçası çünkü Öcalan, şiddete dayanan performansıyla dikkat çeken biri değil henüz bu yıllarda. Kendisi de bunu doğruluyor, “eskiden ben köyün en çekingen en alay konusu olan tipiydim. Dalga geçerlerdi[7].” Ancak 1970’lerin başına geldiği zaman iş değişecek çünkü Öcalan bazı tecrübeleri yaşayacak ve artık ön plana çıkmaya başlayacak. Daha 1970’lerin başlarında Öcalan’ın kurucu ekibin gözünde nasıl bir algıya sahip olduğunu gösteren işaretler vardır. Cemil Bayık bu işaretleri şöyle anlatır: “Büyük bir saygı vardı… Yani tüzük, resmi bağ gibi şeyler olmamasına rağmen, sanki pratikte bir tüzük varmış gibi hareket ediyorduk… Daha o zaman bile ben Başkan’ın yanında sigara içmiyordum. Bu bir saygı ifadesiydi. O, “için” dese de biz içmiyorduk[8]” (İmset 1993: 18-19).
Daha birkaç sene öncesine kadar solcu derneklerin toplantısına katıldığında kimseyle konuşmayan, köşede bir yerde duran ve sorduğu tuhaf sorular dışında kimsenin ilgisini çekmeyen Öcalan nasıl oldu da bu kadar ön plana çıktı? Yoksa bazılarının dediği gibi çıkarıldı mı? İkinci iddia, diğer aşırı sol-Kürtçü örgütleri ortadan kaldırması için kendisine alan açılan bir kişi ve örgütü ima eder. İddia bir tür Frankenstein metaforunu da hatırlatır. Bu mitolojik izah için ne söylenebilir?
[1] Birand, Mehmet Ali (1992), Apo ve PKK, 2. Baskı, Milliyet Yayınları, İstanbul. s.30
[2] Birand 1992:31
[3] Birand 1992:32
[4] Birand 1992:33
[5] Birand 1992:36
[6] Perinçek, Doğu (1992), Abdullah Öcalan İle Görüşme, Kaynak Yayınları, İstanbul, s.35.
[7] Birand 1992:41
[8] İmset, İsmet G. (1993), PKK: Ayrılıkçı Şiddetin 20 Yılı:1973-1992, Turkish Daily News Yayınları, 5. Baskı, Ankara, s.18-19
Güncel Yazıları
“Onlara Ait Her Şeyi Tümüyle Yok Et… Hepsini Öldür” Tevrat: Yasanın Tekrarı (Tesniye)..
30 Ekim 2023
Almanların Nazi/Faşizm Sevdasının Faturasını Müslümanlar Ödemek Zorunda Mı?
27 Ekim 2023
“Emperyalizmin En Ölümcül Silahı: Demokrasi Yalanı”
20 Ekim 2023
Mutlak Kötülük ve Zorba Devlet
14 Ekim 2023
Öğrenilmiş Acziyet, “Aksa Tufanı” ve Şu Bizim Ezik Aydınımsılar
09 Ekim 2023
12 Eylül ve NATO (ya da ABD)
12 Eylül 2023
Bale ve Opera ile AK Parti’yi Terbiye Etmek
24 Ağustos 2023
Muhalefet Dağınık, Yerel Seçimler Çantada Keklik (mi?)
22 Ağustos 2023
Ekrem Nereye Koşuyor?
18 Ağustos 2023
CHP İçindeki Kaostan İyi Parti’nin Kendi Sahasında Top Çevirmesine
14 Ağustos 2023
Suç ve Ceza İlişkisizliği : Esenyurt Saldırısı ve Diğerleri
01 Ağustos 2023
Zihni Batının İşgalinde Olanların Arap Düşmanlığı
26 Temmuz 2023
Bir İşgal Operasyonu: 15 Temmuz Başarısız Darbe Girişimi
14 Temmuz 2023
Konser İptallerini Karşı Devrim Olarak Okumak
12 Temmuz 2023
CHP Kabuk Değiştirebilecek mi?
05 Temmuz 2023