Tevfik ERDEM

Tevfik ERDEM

Tüm Yazıları

Post Modern Siber-Âlemde Demokrasi ve Sivil Toplum İlişkisi

18 Nisan 2021
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Demokratik toplumların canlı ve güçlü sivil toplumlarıyla ön plana çıkmaları, demokrasi ve sivil toplum arasındaki pozitif korelasyonun doğal bir sonucudur. Demokrasiler sivil toplum alanının olabildiğince genişlemesine imkân tanırken sivil toplum alanı da, yeşerttiği sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte demokrasiye çoğulculuk aşılayarak katılımcı demokrasiyi ‘dernekler demokrasisi’ ile harmanlar.

Modern bireylerin gözünde idealize edilmiş kavramlar olmalarının yanında, kullanıcısına ve kavramların arkasında yatan ruhu sahiplenen kişiye prestij de kazandırdıklarından sivil toplum, sivil toplum kuruluşları ve demokrasi arasındaki ilişki irdelenmeye değerdir.

Demokrasi, Abraham Lincoln’ün klasik ifadesiyle “halkın halk için halk tarafından yönetilmesi”ni ifade eder. Halkın kendi kendisini yönetmesi aslında metaforik bir ifade olmaktan öteye gitmez çünkü bugün artık demokrasiden anlaşılan Lincoln’cü tarzda doğrudan demokrasi değil, vatandaşların kendilerini yönetme hakkı verecek oldukları profesyonelleri, eşit ve özgür oylarıyla iktidara taşımalarıdır ki bu da temsili demokrasi olarak anılmaktadır. Demokrasi, halkın kendi kendisini yönetmesi, kendisini yönetecek ve kendisiyle ilgili kararları alacak kişileri özgür ve eşit oylarıyla seçme sürecini ifade etmektedir.  Vatandaşın kendisini ilgilendiren kararlardaki katılım düzeyi demokrasinin ne olduğunun ortaya konması açısından çok önemlidir çünkü artık demokrasi modern anlamda vatandaşın kendisini ilgilendiren kararlara katılım süreciyle ilgilidir. Burada bir kafa karışıklığıyla karşı karşıya kalmak kaçınılmaz gibidir çünkü liberal veya temsili demokrasi dediğimiz süreç ve işleyiş gerçekte, insanların belirli (4 ya da 5 yıllık) aralıklarla, seçim süreci içinde yer alıp, seçtiği temsilcilerini parlamentoya gönderdikleri bir süreci ifade etmektedir. Böyle bir durumda insanlar yalnızca kararları alacak temsilcilerini seçmiş olmakta haliyle de karar alma sürecine doğrudan değil dolaylı olarak (ve biraz da tartışmalı bir biçimde) katılmış olmaktadırlar. Bu yüzden demokrasi tartışmaları, seçimden seçime etkili oldukları iddia edilen liberal demokrasinin bu açığını kapatmak için müzakereci, diyalojik ya da radikal demokrasi üzerinden sürmektedir.

Liberal demokrasinin iddia edilen açıkları onu bariz biçimde güçsüzleştirmekte midir? Elbette ki hayır. Çünkü söz konusu iddia siyaseti oldukça dar bir alanla yani oy verme davranışı ile sınırlandırmaktadır. Oysa demokrasi (liberal demokrasi),  siyaseti sadece oy vermekle sınırlandırmayan ve siyaseti devletin dışındaki sivil alana taşıyan bir özelliğe de sahiptir. İktidar nasıl ki sadece sandıktan çıkan sonuca bağlı olarak şekillenmeyip, bürokrasinin, ordunun vb. iktidarı söz konusu oluyorsa siyaset de, siyaset yapmak da sadece parlamento ile sınırlı kalmamaktadır. Siyaset ve iktidar arasındaki kaçınılmaz bağ sivil toplum (ve sivil toplum kuruluşları=STK) alanının da bu sürece eklemlenmesini mümkün hale getirmektedir.

 

Liberal demokrasi ve sivil toplum ve sivil toplumun çok önemli bir enstrümanı olan sivil toplum kuruluşları birbirleriyle iç içe geçmiş kümeleri andırmaktadır. Liberal demokrasi aynı zamanda, bireylerin farklılıklarını ifade etmede herhangi bir zorlukla karşılaşmadıkları, gönüllü olarak örgütlenebildikleri; bireylerin ve grupların seslerini duyurabildikleri hükümetleri eleştirebildikleri, herhangi bir derneğe üye olma veya üyelikten çıkma gibi birçok hakka sahip oldukları sivil toplumu ifade eder. Bu noktada sivil toplum adeta mükemmel bir toplumsal örgütlenme biçimine işaret eder demokrasi de adeta kusursuz bir yönetime. Sivil toplum farklılıkların ve çeşitliliklerin alanıdır, bu noktada da yine demokrasi ile çakışmaktadır çünkü modern demokrasi tanımlarında vurgulanan, demokrasinin bir farklılıklar rejimi olmasıdır. Modern demokrasiler farklılıkların tanınması hatta farklılıkların birer zenginlik olarak görülüp yaşatılması üzerine kuruludur. Sivil toplum, sivil toplum kuruluşlarıyla farklılıkların dillendirildiği araçlar ve zemin olurken demokrasi zenginliğin kapısını açan bir yönetim tarzını oluşturmaktadır.

Modern demokrasilerin sivil toplum ve onun enstrümanları olan sivil toplum kuruluşlarıyla çakıştığı bir başka alan derneklerdir. Sivil toplum, bireylerin kendi amaçlarını gerçekleştirmek için kurdukları, sosyal yardım, eğitim, bölgesel kalkınma, insan hakları, çevre vb gibi birçok alanda kurdukları derneklerin üzerinde inşa edildikleri zemini ifade etmektedir. Her ne kadar sivil toplumun gelişmişliği ve zenginliğinin tek başına göstergesi bu olmasa da, bir toplumda bireylerin iradi olarak kurdukları dernek sayısıyla güçlü bir sivil toplum arasında elbette ki münasebet vardır ancak burada kemiyetin tek başına yeterli olmadığı keyfiyetin de göz önünde bulundurulması gerektiği hatırlanmalıdır. Yine derneklerin sahip olduğu insan gücü ve sermaye gibi kaynaklar derneklerin yapabilirlikleriyle yakından ilgilidir. Dernekler ve demokrasi ilişkisi de kayda değerdir çünkü modern demokrasiler ‘dernekler demokrasisi’ olarak da anılırlar. Farklı çıkar çevrelerini, baskı gruplarını ifade etme anlamında dernekler demokrasinin esası olan farklılık, çeşitlilik ve muhalefet etme/olabilmeyi de ifade ederler. Demokrasinin önemli bir özelliği, onun ancak muhalefetle anlamlılık kazanabileceğidir. Muhalefetin olmadığı bir demokrasiyi düşünmek mümkün değildir. Demokrasiler farklı talepleri, görüşleri,  menfaatleri temsil eden muhalefete yaşam şansı tanıyan ve onların iktidarı elde edebilmeleri için uygun vasat hazırlayan tek sistem olarak bilinirler ve bu yüzden başta anayasa olmak üzere yazılı kurallar çerçevesinde işleyen yönetim biçimidirler.

Demokrasi ve sivil toplum arasındaki ilişki, işleyişin yazılı kurallara (veya bazen de demokrasilerde uygun ve beklenen bir davranış biçimi olan teamüllere) göre olduğu bir işleyiştir. Sivil toplum kuruluşları kamu kurumlarından farklıdırlar, vatandaşların kurdukları resmi olmayan ve kâr elde etmeyi hedeflemeyen örgütlenmelerdir ve belirli bir amaç için kurulurlar ancak örneğin mafya gibi kamu kurumu niteliğine sahip olmayıp, vatandaşların belirli bir amaç için oluşturdukları iradi örgütlenmeler sivil toplum kuruluşu sayılamazlar çünkü kanunlar çerçevesinde hareket etmemektedirler. Demokrasiler yazılı kurallara uygun olarak işleyen yönetim biçimidirler. Belirli aralıklarla yönetimin kalıp gitmesi için halkın verdiği karar sonucu, şiddet içermeyen bir işleyişle mevcut hükümet ya devam eder ya da el değiştirir. Şiddet içermeme, demokrasiyi diğer bütün yönetim biçimlerinden ayırır. Demokrasi yazılı kurallar çerçevesinde iktidarın değiştiği dolayısıyla da “iktidarın kan dökülmeden el değiştirdiği” bir yönetim biçimi olarak bilinir.   

Demokrasi ve sivil toplumun çakıştıkları bir başka husus da aktörleridir. Her ne kadar demos kökü ‘halk’, ‘ayak takımı’ anlamına gelse de modern demokrasiler varlığını orta sınıf bireylerle perçinleştirmişlerdir ve onlara borçludurlar. Aristo’dan beri önemi bilinen Orta sınıfların genişliği, büyüklüğü bir toplumda siyasal iktidarın dengeli dağıldığının göstergesidir. Aynı zamanda geniş bir orta sınıf, bir toplumda ekonomik gücün(gelirin) de dengeli dağıldığı anlamına gelir.

Demokrasi bir toplumda gücün (iktidarın) tüm vatandaşlardan neşet ettiğini iddia eder. Demokrasi en azından kuramsal temelde, en yoksulla en zenginin eşit ve tek bir oy hakkına yani siyasal dille, parlamentoyu oluşturma iktidarına sahip oldukları bir yönetim biçimidir. İktidarın toplumdaki bütün vatandaşlar üzerinde eşit olarak dağılmış olma özelliği de onu, örneğin iktidarın tek elde toplandığı diktatörlük veya iktidarın belirli bir grupta toplandığı oligarşiden ayırmaktadır. Sivil toplum onsekizinci yüzyılda, orta sınıflı kent toplumlarının ortaya çıktığı ve geliştiği Batılı toplumların belirli bir evresine tekabül etmektedir. Bu yüzden John Locke ve Adam Ferguson gibi düşünürler sivil toplumla devlet örgütlenmesi ve medeniyet arasında bir ilişki kurmuşlardır. Medeni olmayan toplumlar ise devlet ve sanat, edebiyat, ticaret vb gibi medeni toplumların yani sivil toplumların sahip olduklarına sahip olmayan toplumlar olarak görülmüşlerdir. Sivil toplum terimi Almancaya çevrilirken de burjuva toplumu anlamına gelecek şekilde kullanılmış ve çevrilmiştir. Sivil toplum ve orta sınıf arasındaki ilişki yakın dönemlerde çok daha net biçimde özellikle sivil toplum kuruluşlarının başat aktör tipi incelendiğinde göze çarpmaktadır. Sivil toplum kuruluşları üzerine yapılan saha araştırmalarından elde edilen sonuçlar göstermektedir ki, sivil toplum kuruluşlarının aktif üyeleri genellikle eğitim düzeyi yüksek ve gelir düzeyi açısından genellikle orta ve orta-üst gelir diliminde yer alan insanlardan oluşmaktadır. Yani hem demokrasi hem de sivil toplum kuruluşların etkili aktörü orta sınıftır.

Demokrasi katılımcı bir siyasi kültür içinde yeşerip vücut bulurken sivil toplum da katılımcı bireylerin katılım kanallarını çoğaltmaları ve bu kanalları diri tutmalarıyla canlı bir sivil toplumu oluşturmakta ve bu da güçlü ve pekişmiş demokrasiyi ortaya çıkarmaktadır. Böylece demokrasi, sivil toplum ve sivil toplum kuruluşları arasındaki ilişki adeta simbiyotik yani birlikte yaşayan ve yaşarken de birbirini tamamlayan, birbirinin varlığına muhtaç olan bir ilişki biçimini almaktadır çünkü sivil toplum ve sivil toplum kuruluşları ancak demokratik bir toplumda vücut bulur. Anti demokratik toplumlar bireylerin farklı taleplerini ve çıkarlarını dillendirmelerine imkân tanımazlar, bu tür toplumlarda dernekler ancak yönetimin halktan beklenen taleplerini karşılayan resmi veya yarı resmi dernekler olarak var olacaklardır. Aynı şekilde demokrasi de varlığını sürdürebilmek için farklı çıkarları, farklı renkleri ve farklı sesleri dillendirebilecek örgütlenmelere ihtiyaç duyacaktır. Demokrasiyi güçlendiren, iktidarın belirli ellerde birikmesini engelleyebilecek olan, devlet iktidarının giderek daha da güçlenmesini ve bireylerin özel alanlarını daha fazla yutmasını engelleyecek olan güçlü ve canlı bir sivil toplumdur. Hükümetlerin izledikleri politikalara alternatif olan medya, demokratik gösteriler ve diğer eylem biçimleriyle iktidarın sahip olduğu gücü daha da fazla arttırarak yozlaşmasının önüne geçecek olan canlı ve güçlü bir sivil toplumdur. Bu sivil toplum hükümet politikalarına alternatifler üreterek, yolsuzlukların üstüne giderek, kamu yararına çalışarak, toplumun sesini, beklentilerini ve taleplerini seçim dönemleriyle sınırlı kalmayacak bir şekilde genişleterek demokrasinin işleyişini canlandırır. Canlı ve güçlü bir sivil toplumu sadece hükümeti dengeleyen ya da John Keane’in tabiriyle “devletin başından gitmeyen bela” olarak düşünmemek gerekir çünkü canlı ve güçlü bir sivil toplum aynı zamanda hükümetin, demokratik olmayan vesayetçi kurumların baskısından kurtulabilmesi için bir dayanaktır. Türkiye’de sivil toplumun gücü askeri darbelerin önünde çok güçlü bir dayanak olarak ortaya çıkmıştır 15 Temmuz’da. Bu nedenle sivil toplum ve hükümet arasındaki ilişkiyi antagonistik bir ilişki olarak görmek ve tanımlamak yerine bunu birbirini tamamlayıcı unsurlar olarak görmek de mümkündür.

Demokrasi ve sivil toplum (aynı zamanda sivil toplum kuruluşları ilişkisi yukarıda vurgulandığı gibi, mutlak surette birbirlerini her fırsatta dengelemeye çalışan bir güç veya çatışma ilişkisine sahip olmak zorunda değildir. Aktörler arası işbirliği de karşılıklı yararı azamileştirmenin bir başka yolu olabilir yani demokratik işleyiş ve sivil toplum kuruluşları arasındaki ilişki gerilimli bir ilişki olmak zorunda değildir. Sivil toplum kuruluşlarının amacı muhalefet yapmak değil, kamu yararına çalışmak, bireylerin ilgili grupların çıkarlarını savunmak, devletin alanı karşısında bireye yaşayabileceği, nefes alabileceği bir alan yaratmaktır. Bu noktada da sivil toplumun siyasal olanla ilişkisi zaman ve mekâna göre değişebilen hayli karmaşık bir ilişkidir. Bu ilişkinin karmaşıklığının varlığı bile demokratik işleyiş için bir kazanç olarak okunmalıdır.

Liberal demokrasilerin seçimden seçime vatandaşa siyaset yapma fırsatı sunduğunu iddia etmek onu fazlasıyla acımasız bir eleştiriye tâbi tutmaktır çünkü modern demokrasilerde bireyler, seçim dönemlerini beklemeden de kendileri adına karar veren yöneticilerin aldığı kararlardan memnun olmadıkları takdirde tepkilerini basın açıklamalarıyla, demokratik gösterilerle vb dile getirmektedirler. Liberal demokrasiye yönelik bu eleştirinin altında yatan ana husus, ortodox Marksizmin altyapı ve üstyapı arasındaki ayrımına ve altyapının (ya da sadece yapının) belirleyiciliği düşüncesine dayanmaktadır. Buradaki ana iddia, altyapının yani ekonominin yani üretim güçlerini elinde bulunduranların üretim ilişkilerinde dezavantajlı pozisyonda olanların düşüncelerini belirleyebilecek olmalarıdır. Bu belirleme gücünü de neo-Marksist Gramsci’nin tabiriyle, üstyapı kurumları içinde kitleyi etkileme ve yönlendirme gücüne sahip olan burjuva sınıfının organik aydınları, ezilen sınıfların aleyhine işleyecek biçimde yaparlar. Hülasa alt yapı yani ekonomi üstyapıyı yani sivil toplumu belirler. Türkçesi, parayı veren sivil toplumda düdüğünü öttürür. Kısmi haklılık payı olmakla birlikte sınıfsal homojenlik üzerine kurulu bu perspektif modernitenin giderek daha fazla karmaşık hale getirdiği (hadi popüler tabirle; insanları, toplumları ve ekonomileri vb. küreselleştirdiği) bir dünyada oldukça iddialı durmaktadır. Üstüne üstlük giderek daha fazla dünyalıya açılan dijital-siber dünya sivil toplum alanını homojenleştirmek yerine daha da parçalı hale getirmektedir. Teknolojik küreselleşmenin fiber optik kablolarla şekillendirdiği dünyamız giderek postmodern bir siber âlem hüviyetine bürünmektedir.

Sanal sivil alan parçalanmışlığıyla ve daha fazla insanın daha az zahmetle sesini duyurmaya çalıştığı platformlara sahiptir. Sanal sivil alan parçalanmıştır çünkü her farklı düşünceye sahip kişi ya da grup kendisine bir alan bulabilmektedir. Çok güçlü ekonomik grupların-şirketlerin gücü örgütsüz ancak platformlar aracılığıyla örgütlenebilen birbirinden uzak mekânlardaki insanları bir araya getirerek ötekine (hükümet-şirket vb.) karşı siber baskı ortamı oluşturabilmektedir.

Sivil alanın sanal dünyada hükümetler aleyhine gerçekleştirdiği etkinlikler, protestolar demokratik yönetimlerin kayıtsız kalmayacakları bir hal almıştır. Bu nedenle siber alanda başarılı bir kamu diplomasisi yürütülmesinin hükümet icraatlarının meşruiyeti için önemli bir unsur olduğu fark edilmiştir.

Sonuç olarak, güçlü demokratik yönetimlerin canlı ve güçlü sivil topluma ihtiyacı olduğu gibi küreselleşmeyle birlikte faaliyet alanı değişen sivil etkinlik alanı ya da sanal sivil toplum alanında başarılı bir kamu diplomasisi yürütülmesinin de, demokrasilerin varlıklarını sorunsuz biçimde devam ettirmek açısından kaçınılmaz olduğu ortadadır. Parçalanmış ve manipülasyona müsait olan bu sanal sivil alanın sorgulanabilirliği açıkça ortadadır ancak Zygmunt Bauman’dan hareketle bunu da, postmodern dönemin kendine içkin müphemliğine vermekten başka bir çıkar yol da görünmemektedir.

 

 

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA