Siyasi Siyonizm, Yahudilerin Fransız Devrimi sonrasında ve onun etkisiyle gelişen ulus inşa etme ve Filistin’de bir devlet kurma düşüncesini ifade eder. Homojen bir Yahudi ulusu inşa etme anlamında milliyetçilikler yüzyılında (19. yy) doğan siyasi siyonizm, vatandaşlık bağlarıyla ulusal bağların kurulduğu liberal milliyetçilikle bağlantılıdır. Bu anlamda Batı Avrupa devletlerinde, Yahudilerin hukuki özgürlüklerinin yasal olarak tanınmasıyla onların sınıfsal hareketlilik yaşadıkları ve dini kimlikleri yerine yurttaşlık duygularının geliştiği asimilasyon süreciyle de bağlantılıdır. Bu noktada siyasi Siyonizm, asimilasyon düşüncesinin başarısızlığının test edilmesiyle ortaya çıkan bir milliyetçilik türüdür. Her ne kadar dini referansları olsa da bu referanslar üzerinden inşa ettiği kimliği laik devletle harmanlamıştır.
19.yy ın ortaları ‘Yahudi ulusu’ düşüncesinin öncüleri
Siyasi Siyonizm’in hedefi Yahudiler için güvenli bir liman olmak üzere Filistin’de bir Yahudi devleti kurmaktır. Bu hedefi gerçekleştirmek için ortaya atılan düşüncelerin 19. yüzyılda yani Yahudilerin Avrupa ve Rusya’da sıkıntılar yaşadığı dönemde, T. Herzl ile birlikte ortaya çıktığı düşünülür ancak görüleceği üzere Siyonizmin özü olan Yahudi ulusu düşüncesinin çeşitli öncül yazarları vardır ki bunlardan dikkat çekenleri şu şekilde sıralamak mümkündür[1]:
1-Haham Yehuda Hai Alkalag (1798-1878): Ona göre kurtuluş, tüm Yahudi halkının İsrail Ülkesi'ne geri dönüşü ile olacaktı. Bu nedenle Yahudiler Mesih’i beklemek yerine kendilerini kurtarmalıydılar. Mesih ancak böyle geri gelecekti.
2- Thorn'un (Prusya) hahamı olan Sevi Hirsch Kalischer (1795- 1874), 1862'de İbranice olarak küçük bir broşür kaleme alarak, Drishat Zion'da, Yahudi ulusunun yeniden kurulmasından söz eder. "Özgürleşme" sayesinde dirilen Yahudiler, İtalyan Risorgimento'sundan (yeniden doğuş) esinlenerek İsrail Ülkesi'ne dönebilirlerdi. Dönüşü örgütlemek üzere İsrail Toprağının Nüfuslandırılması Derneğinin kurulmasını önerir.
3-Joseph Natonek (1813-1892) Yahudilerin Filistin’e dönüşünü gerçekleştirmek üzere çok açık bir plan hazırlamıştı. Bu plan, Yahudi halkını temsilen bir kongre düzenlenmesini, Osmanlı hükümetinden Filistin topraklarını Yahudilere tahsis eden bir belgenin alınmasını, tarımsal kolonizasyon ve kitle göçlerinin yapılmasını, ulusal dil olarak İbranicenin seçilmesini ve bir Yahudi devletinin kurulmasını içermekteydi.
Modern Laik Siyonizm
Modern laik Siyonizm, Moses Hess (1812-1875) ile başlar. 1862'de Yahudi milliyetçiliğinin sistematik bir savunması olan “Rome and Jerusalem-Roma ve Kudüs”ü yayınlayan Hess, bu eserinde Yahudilikten yirmi yıllık bir uzaklaşmanın (asimilasyon sempatisinin) ardından halkına geri döndüğünü anlatır[2]. Ona göre, Antisemitizm, kaçınılmazdır. İlerici Yahudiler, Yahudiliğin herhangi bir ulusal ifadesinden çekinerek Yahudi düşmanlığından kaçabileceklerini düşünürler, ancak Yahudilere karşı nefret kaçınılmazdır. Hıristiyanlığı kabul etmek bile Yahudi’yi bu nefretten kurtaramaz. Hess için Yahudiler her zaman uluslar arasında yabancı kalacaktır. Bu durumu hiçbir şey değiştiremez. Yahudi düşmanlığı sorununun tek çözümü, Yahudi halkının kendi ulusal kimliğiyle uzlaşmasıdır. Bu nedenle Yahudilerin ulusal bilinç kazanmaları öncelikli bir meseledir. Dünyadaki tüm Yahudilerin Filistin'e göçmesi mümkün olmasa da bir Yahudi devletinin varlığı, Yahudi halkı ve tüm insanlık için manevi bir merkez rolü oynayacaktır.
Ancak bu tür düşünceler, Marx’ın Komünist Manifesto’da S. Simon, R. Owen ve C. Fourier gibi kendisinden önceki sosyalistleri ütopik sosyalistler olarak nitelemesi gibi, birleştirici bir programa sahip olmayan ütopik çalışmalar olarak kalır. “Herzl çoğu zaman Siyonizmi "bulan kişi" olarak gösterilmiştir. Oysa Siyonizm düşüncesi, hatta kavramı ondan önce de vardı. Ama dağılmış akımları bir program etrafında billurlaştıracak ve politik hareketi yaratacak kişi odur[3].” Başlangıçta asimilasyon taraftarı olan Herzl, kendisinden önceki düşünürlerden elbette ki etkilenecekti onun başlattığı hareket siyasi Siyonizm’in somut çıktıları olmasını sağlayacaktı.
Siyasi Siyonizm
Avrupa’daki Yahudilerin asimilasyon isteklerinin bekledikleri karşılığı bulamaması, Yahudilerin yönlerini siyasi Siyonizm’e yöneltmelerine neden olacaktır. Diğer yandan şunu da unutmamak gerekir ki, “modern siyasal Siyonizm (Filistin'e odaklanmış Yahudi milliyetçiliği) anti-Semitizmin en şiddetli haliyle gözlendiği Rusya'dan çıkmıştır[4].” Rusya Yahudilerinin 1800’lü yıllarda yaşadıkları, baskı, pogromlar ve dışlanma onların, Filistin’e göç etmesine öncülük eden Hibbat Zion (‘Siyon Sevgisi/Âşıkları’) hareketinin 1882’de ortaya çıkmasına neden olur. Bu grup marifetiyle Filistin’e ilk Yahudi göçü, Yidiş dilini konuşan Rus Yahudiler tarafından gerçekleştirilir. Bu grup oldukça yoksul bir gruptur ve Filistin’de tutunmaları ancak Yahudi iş adamı Rothschild’ın ekonomik desteğiyle mümkün olur. 1882 yılı ve Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılı arasında, 2.6 milyon Rus Yahudi’sinin Amerika’ya göç ettiği[5] belirtilir. Ancak birinci ve ikinci Aliyah (:Yahudilerin Filistin’e göçü) dönemini kapsayan bu dönemde Filistin’e farklı ülkelerden gelen göçmen sayısı ancak 62.500’dür[6].
Yahudilerin Avrupa’dan göç etmelerinde etkisi olan olay, 1894’deki Yüzbaşı Dreyfus Davası iken, Rusya’da Çar II. Alexander’a 1881 tarihinde yapılan suikasttır. Suikastçılardan birinin Yahudi olması III. Alexander döneminde (1882) Yahudilere yönelik katliam ve baskıların artmasına neden olur. 1882’de Filistin’e gerçekleştirilen ilk göç, Yahudilerin yaklaşık iki bin yıllık vaad edilmiş topraklara dönüşünün işaret fişeği olur.
Dreyfus Davası sonrasında Yahudi Devleti (1894) adlı eseri yazan T. Herzl, bu devlet için bir ajans ve fona ihtiyaç duyulduğunu belirtecektir. 1897 tarihli I. Dünya Siyonist Kongresi’nde adeta “dünyanın bütün Yahudileri Filistin’de birleşin! sloganıyla hareket eden Herzl’in idealleri doğrultusunda 1901’deki V. Dünya Siyonist Kongresi’nde göç için bir fon oluşturulur ve bundan sonra Filistin’e doğru göçler başlar.
Yahudilerin Filistin’e göçünün (Aliyah) motivasyon kaynakları
Sosyalist fikir akımlarının Yahudiler üzerindeki etkisi: Her ne kadar Marx, Yahudi Sorunu adlı eserinde asimilasyoncu bir perspektifle yaklaştığı Yahudiliğe karşı daha eleştirel yaklaşsa da tüm Yahudilerin aynı düşünceye (Yahudi=Kapitalist) sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. Yani herkes Yahudileri kapitalistlerle eşleştirmez. Leo Pinsker gibi bu tür bir eşleştirmeyi yapanlar ise, Yahudiliğe karşı önyargının altını çizme adına bunu yapar.
İnsanları, Yahudilikle sosyalizm arasında adeta organik bir bağın olduğunu düşünmeye sevk eden husus, birçok sosyalist düşünürün Yahudi olması mıdır yoksa sosyalizmin Yahudileri kendisine çekmesi midir? Ezilenlerin ideolojisi olarak sosyalizm etnik, dini, sınıfsal ve bölgesel ezilmişlik, dışlanmışlık ve geri kalmışlık (bıraktırılmışlık) söylemi üzerinden tüm bu mezkûr kesimleri kendisine çeker. Avrupa ve Rusya’da Yahudilerin dışlanmışlıkları ve şiddete maruz kalmaları onları sosyalizme iten önemli bir gerekçedir. Türkiye’de de 1960’lı yıllardan sonra kentlileşen Kürt gençleri üniversitelerde sosyalist hareketlerle tanışınca Kürt siyasi hareketinin öncülüğünü yapanlar artık muhafazakâr Kürtler değil sosyalist Kürtler olmaya başlamışlardır. Çünkü sosyalizm Kürtlere kendi (ezilmiş ve dışlanmış olarak kabul ettikleri) kimlikleriyle tanınmayı mümkün kılan bir zemin sunmaktaydı, onlara göre. Benzer bir durum 19. yüzyıl Yahudileri için de geçerlidir. Bu gün oldukça geniş bir YPG destekçisi Kürt’ün İsrail Filistin çatışmasında İsrail tarafını tutması (diğer değişkenleri de bir kenara bırakmamak kaydıyla) bu ortak tarihi sicil ile ilişkilendirilebilir. “Çok sayıda Yahudi, sosyalist hareketleri ve partileri, salt sınıf çıkarı ya da ideal uğruna değil, açık bir baskının hedefi oldukları ülkelerde politikaya girmenin tek yolu bu olduğundan desteklemişlerdir[7].”
Yahudilere yönelik Rusya’daki pogromlar ve Avrupa’daki dışlamalar: Yahudilerin Filistin’e göçünün arkasında, bulundukları ülkelerde karşı karşıya kaldıkları katliamlar (özellikle 1882 sonrası Rusya ve Naziler dönemi Almanya’sındaki katliamlar) çok önemli rol oynamaktadır. Ayrıca modernite ve Aydınlanmanın beşiği olan Fransa’daki Dreyfus Davası, Yahudilerin asimilasyon çabalarının sonuç vermeyeceğini göstermiştir. Bu dönemde asimilasyona karşı çıkan Yahudi yazarların eserlerinin göç için önemli bir motivasyon kaynağı olduğu unutulmamalıdır.
Bu eserlerde ve Eski Ahit’te dile getirilen vaad edilmiş topraklara ulaşma isteği hem dini hem de ulusal bir motivasyon kaynağı olarak ön plana çıkmaktadır. Bu vaad edilmiş topraklar, Tanrı tarafından seçilmiş bir halka vaad edilmiştir. Dolayısıyla bu göçün arkasında Tanrı’nın seçtiği bir halkın Tanrı tarafından kendilerine vaad edilen topraklara giderek O’nun emrini yerine getirmek yani vaadini gerçekleştirmek gibi dini bir sorumluluğu ve motivasyonu vardır. Eski Ahit’te vaad edilen topraklar için seçilmiş halk olarak Yahudiler örneğin şu şekilde tasvir edilir:
Yeşu. 1: 1 RAB, kulu Musa’nın ölümünden sonra onun yardımcısı Nun oğlu Yeşu’ya şöyle seslendi: 1: 2 “Kulum Musa öldü. Şimdi kalk, bütün halkla birlikte Şeria Irmağı’nı geç. Size, İsrail halkına vereceğim ülkeye girin. 1: 3 Musa’ya söylediğim gibi, ayak basacağınız her yeri size veriyorum. 1: 4 Sınırlarınız çölden Lübnan’a, büyük Fırat Irmağı’ndan -bütün Hitit ülkesi dâhil- batıdaki Akdeniz’e kadar uzanacak. 1: 5 Yaşamın boyunca hiç kimse sana karşı koyamayacak; nasıl Musa ile birlikte oldumsa, seninle de birlikte olacağım. Seni terk etmeyeceğim, seni yüzüstü bırakmayacağım. 1: 6 “Güçlü ve yürekli ol. Çünkü halkı, atalarına vereceğime ant içtiğim ülkeyi miras almaya sen götüreceksin. 1: 7 Yeter ki, güçlü ve yürekli ol. Kulum Musa’nın sana buyurduğu Kutsal Yasa’nın tümünü yerine getirmeye dikkat et. Gittiğin her yerde başarılı olmak için bu yasadan ayrılma, sağa sola sapma. 1: 8 Yasa Kitabı’nda yazılanları dilinden düşürme. Tümünü özenle yerine getirmek için gece gündüz onu düşün. O zaman başarılı olacak ve amacına ulaşacaksın. 1: 9 Sana güçlü ve yürekli ol demedim mi? Korkma, yılma. Çünkü Tanrın RAB gideceğin her yerde seninle birlikte olacak.”
Yeşu’nun Eriha kentini ele geçirmesi sonrasındaki durum şöyle anlatılır:
Yeşu 6:21 Kadın erkek, genç yaşlı, küçük ve büyük baş hayvanlardan eşeklere dek, kentte ne kadar canlı varsa, hepsini kılıçtan geçirip yok ettiler.
Rab tarafından İsrail halkı için vaad edilen (onlara verilen) topraklar üzerinde yaşayanlarla ilgili her türlü tasarrufta bulunma hakkı Rab tarafından açık bir çekle İsrail halkına verilmiştir. Dolayısıyla bugün sözde vaad edilen bu topraklar üzerinde yaşayan Filistinlilerin evlerine, zeytin bağlarına el koymak hatta “çökmek”, onların kız ve erkek çocuklarını, bebeklerini öldürmek ilahi emrin bir gereği, eşyanın tabiatına uygun, kutsal metnin onayladığı bir icraat olarak görülebilmektedir.
Filistin’e ilk Yahudi göçü Rusya’dan yapılmıştı, bu göçün arkasında Leo Pinsker (1821-1891) gibi önce asimilasyon yanlısı olan ancak Rus Yahudilerine yapılan katliam ve dışlama sonrasında fikir değiştirenlerin etkisi vardı. Pinsker 1882’de yazdığı, Auto Emancipation (Kendini Özgürleştirme: Bir Rus Yahudi’sinin Kardeşlerine Uyarısı), adlı eserinde sorunun geçici olmadığına, yanılsamalarla zaman yitirmenin tehlikeli sayılacağına dikkat çekmekteydi[8]. “1881'deki Rus pogromları, erken dönem Siyonist Leo Pinsker üzerinde derin bir etki yaptı ve onu Aydınlanma fikirlerinin savunuculuğundan bir Yahudi vatanı yaratma kararlılığına sürükledi[9].”
Autoemancipation'da[10] (Kendini Ögürleştirme’de) Pinsker, kadim Yahudi sorununun modern dünyada çözülmediğini, sorunun özünde, Yahudi kimliğinin özümsenememesi olduğunun altını çizer. Üstelik Yahudi halkının bağımsız bir ulusal varlığa ihtiyaç duymaması bu durumu daha da ağırlaştırmaktadır. Bu yüzden onun ana meselesi, Yahudilere ulusal bilinç kazandırmaktır. Ölü bir bedene ruh vermeye çalıştığını düşünen Pinsker, dünya ulusları arasında Yahudilerin çoktan ölmüş bir ulus gibi olduğunu ileri sürer. Bu ölü ulusun hayaletimsi varoluşu Yahudi hayalet korkusunu üretir bu da günümüzdeki Yahudi düşmanlığını doğal hale getirir. Pinsker’e göre, Yahudi nefreti, tarih boyunca Yahudi halkına karşı çeşitli suçlamalara yol açtı: Yahudiler, İsa'yı çarmıha germek, Hıristiyanların kanını içmek, kuyuları zehirlemek, tefecilik yapmak ve köylüleri sömürmekle suçlandı. Böylece Yahudilik ve antisemitizm yüzyıllar boyunca ayrılmaz birer yoldaş olmuştur ve insan zihninin bu sapkınlığına karşı herhangi bir mücadele sonuçsuz kalmıştır. Diğer halkların aksine, Yahudi kaçınılmaz olarak bir yabancıdır. O sadece yabancı bir ülkede misafir değildir; daha çok bir dilenci ve mülteci gibidir. Pinsker, Yahudilerin, vatanları olmadığı için temsilcileri olmayan yabancı olduğunu belirtir. Pinsker, Yahudilerin yasal kurtuluşunun toplumsal kurtuluşla sonuçlanacağını düşünmek bir hatadır, diye devam eder. Bunun imkânsız olduğuna inanır. Yahudi ebediyen bir yabancı olduğu için, Yahudi'nin izolasyonu hiçbir şekilde resmi kurtuluşla ortadan kaldırılamaz. Özetle, yaşayanlar için Yahudi'nin ölü bir adam yerliler için bir yabancı ve bir serseri, mülk sahipleri için bir dilenci, yoksullar için, bir sömürücü ve bir milyonerdir.
Göçün bir başka önemli motivasyon kaynağı T. Herzl gibi laik yazarların eserleri ve gösterdikleri performanstır. Herzl, Yahudilerin modern laik bir hukuk devleti çatısı altında eşit ve özgür yurttaşlar olarak birleştirilmesi düşüncesini hayat geçirmek ister. Siyasi siyonizmin kurucusu Herzl, “hiçbir dini eğilimin etkisi altında değilim… ben agnostikim/bilinemezciyim… Yahudi meselesi benim için ne sosyal ne de dini bir meseledir… sadece milli bir meseledir[11]” derken kurulacak olan devletin temel hususiyetlerini de belirtmiştir.
T. Herzl, Moses Hess (1812-1875) ve diğerlerinin Yahudiliği daha ulusal bir perspektife tahvil eden Siyonist anlayışının ortaya çıkmasının arkasında[12], XVII. yüzyılda Sabetay Sevi'nin ihtidası ile birlikte yüzyıllarca süren Mesih beklentisinin hayal kırıklığıyla son ermesi vardır. Artık Yahudi halkını Kutsal Ülke’ye götürecek olan Mesih'in ortaya çıkışına dair beklentinin uzak bir umut olduğu düşünülmektedir. Bunun yerine on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılın başlarında ortaya çıkan önde gelen laik Yahudiler, mesihvari kurtuluştan ziyade antisemitizm sorunuyla meşgul olurlar. Örneğin yukarıda vurgulandığı gibi, Moses Hess, Yahudi karşıtı duyguların kaçınılmazlığının altını çizer ve bu nefretin ortadan kaldırılamayacağını dolayısıyla asimilasyon politikasının anlamı olmadığını belirtir. Hess'e göre, Yahudi sorununun tek çözümü, bir Yahudi devletinin yaratılmasıdır.
Görüldüğü gibi siyasi Siyonizm’e giden yol, asimilasyonun başarısızlığı ve özgürleşememe sorunudur. Rusya’daki pogromlar ve Fransa’daki Dreyfus Davası gibi vakalar başlangıçta asimilasyon taraftarı iken artık ona inanmayan Herzl gibi politik Siyonizm’in öncülerini de ortaya çıkaracaktır.
Bir politik tasarım olarak Siyonizm, laikleşme ve geleneksel Yahudiliğin aşılması sürecinden doğacak, ulusal bir hareket olarak tanımlanır[13]. Ancak Yahudilik, Yahudi milliyeti bilincini yeniden üreten ve muhafaza edecek şekilde Hobsbawmcı anlamda icat edilen gelenek olma özelliğine de sahiptir.
Yahudi milliyeti bilincinin sürekliliği-muhafazası
Genellikle Yahudilerin Tapınağının yıkılışı ve ayaklanmaların Romalılar tarafından bastırılmasından sonra (MS 135), Filistin'de 19. yüzyılın sonuna dek yok oldukları düşünülmüştür. Oysa İsrail ülkesinde, tüm dalgalanmalar ve değişik güçlerin egemenlikleri boyunca aralıksız şekilde varlığını koruyan ve aliyot'larla (aliyah) sürekli yinelenen bir Yahudi nüfusu bulunmaktaydı[14].
İbranicenin Yahudiler arasında kullanılmaya devam edilmesi ortak kimlik bilincinin oluşması ve kimliğin dil ve din üzerinden pekişmesini sağlamıştır. Yahudi milliyetçiliği güç ve ilhamının çoğunu eski dini inançlarından, ahlaki duygulardan ve kutsal ayinlerden almıştır. Mekânla kutsallığın özdeşleşmesinin etkisi ayrı bir güç ve esin kaynağı olmuştur. Siyon’un Rabbin vadettiği toprağın kalbi olması, Vaad edilen toprakları ve Kudüs’ü unutmamak şeklindeki dini telkinlerin bu milliyet ve milli kimlik üzerinde etkisi olduğunu unutmamak gerekir[15].
Kurtarıcı bir Mesih’in geleceği ve onları kutsal topraklara, Siyon Dağının bulunduğu bölgeye götüreceğine dair beklentisi Sabatay Sevi’den 18 ve 19. yüzyıllardaki laik siyonistlere kadar tüm Yahudileri motive etmiştir. Vaad edilmiş topraklar ve seçilmiş halk mitleri Yahudi milliyeti düşüncesinin diri tutulmasını ve her kuşağa aynı heyecanla aktarılmasını mümkün kılmıştır.
Tarihi ve dini anılar Yahudi halkının ruhani yurdunu temsil eden Töre, İsrail'de geçen anılarla doludur. Töre, Siyon tutsaklarının acılarını içselleştiriyordu: "Babil'de ırmağın kenarına oturduk ve Siyon'u andıkça ağladık. Yabancıların toprağında Rabbin ilahisini nasıl okuyabiliriz? Eğer seni unutursak ey Kudüs, sağ elim beni unutsun; eğer seni anmazsam, eğer Kudüs'ü en baş sevincimden üstün tutmazsam dilim damağıma yapışsın[16]" (Mezmurlar 137).
Siyonist hareketin marifeti ve Rothschild gibi Yahudi işadamlarının ve Chaim Weizman gibi güçlü siyasi bağlantılara sahip bilimadamı, akademisyen ve Siyonist liderin etkisiyle Filistin artık işgal edilen bir ülke olacaktır. Ancak Siyonizm bu işgali bir modernleştirme süreci olarak görecek ve adeta burada yaşayan Filistinlileri yok sayıp, sömürüyü meşrulaştıran Israel Zangwill'in "Topraksız bir halk için, halksız bir toprak" sloganıyla hareket edecektir. Avrupa’nın ve Rusların horladığı mazlum ve masum olarak tanımlanan Yahudi halkının geleceği İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı sürecindeki çıkarlarıyla örtüşünce Filistin, işgal edilen değil modernleştirilen ve Yahudiler sayesinde şenlendirilen bir ülkeye dönüşür. Orada yaşayan Filistinlilerin geleceği ise, önce Avrupa ve Rusya’nın sonra da Nazilerin Yahudilere yaptıklarının faturası olarak Filistinlilere kesilip, Yahudilerin gönlü alınmaya çalışıldı. Peki İngilizlerin bunu yapma sebebi neydi?
[1] Boyer, Alain (1992), Siyonizmin Kökenleri, İletişim Yayınları, İstanbul, s.55-57
[2] Cohn-Sherbok, Dan (2012), Introduction to Zionism and Israel, From Ideology to History, Continuum International Publishing Group, New York, p.4
[3] Boyer 1992:80
[4] Cleveland, William L. (2008), Modern Ortadoğu Tarihi, Türkçesi, M. Harmancı, Agora Kitaplığı, İstanbul, 267
[5] Fraser, T. G. ; Mango, A; McNamara, R (2011), Modern Ortadoğu’nun Kuruluşu, çev. F. Doruker, Remzi Kitabevi, İstanbul.
[6] Erol, Muzaffer (2012), İsrail: Göçlerle Kurulmuş Bir Devlet, (ed. S.G. Ihlamur-Öner), Küreselleşme Çağında Göç, İletişim Yayınları, İstanbul, s.442
[7] Boyer 1992:37
[8] Boyer 1992:68
[9] Cohn-Sherbok 2012:6
[10] Cohn-Sherbok 2012:6
[11] Garaudy, Roger (1996), İsrail, Mitler ve Terör, çev. C. Aydın, Pınar Yayınları, İstanbul, s. 18-19.
[12] Cohn-Sherbok 2012:1
[13] Boyer 1992:30
[14] Boyer 1992:17
[15] Smith, Anhony (2018) Seçilmiş Halklar: Ulusal Kimliğin Kutsal Kaynakları, Çev. A. Küçük, Alfa, İstanbul, s.47
[16] Boyer 1992:15-16