Küreselleşme bilgi, enformasyon, hammadde ve sermayeyi küresel akışkanlığa sahip nesneler haline getirirken klasik paradoksun tekrarlanmasına yardım eder. Küreselleşen dünya hepimizi homojenleştirir! Oysa aynı küreselleşen dünya yerel kimlik ve kültürleri uyandırıp, canlandırarak heterojenleşmeye de katkı sağlar. Roland Robertson’un küresel olanın ve yerel olanın iç içe geçmesini ifade ettiği glokalleşme (ya da küyerelleşme) dediği şey budur.
Küreselleşme yerel kimlikleri canlandırırken onunla ilgili bir başka duygu, süreç ya da hareketi de karşımıza çıkarır: Milliyet duygusu ve milliyetçilik. Eğer küreselleşmeyi modernitenin bugünkü nihai aşaması olarak görürülürse, modernitenin temel iddialarının gerçekleşmediği çünkü küresel bir dünya vatandaşlığı ya da büyük insanlığın bir parçası olmayı hak eden insanların birlikteliğine dair iyimser kozmopolitanizmin gerçekleşmediği görülür.
Küreselleşme yine iyimser teorisyenlerinin belirttiği gibi devletlerin üretim sürecinde karşılıklı bağımlılığının giderek daha fazla arttığı bir süreci de ifade eder. Bunun dolaylı anlamı artık emperyalizm söylemi gibi tek taraflı kazancın yerini karşılıklı kazanç elde etmenin vurgulanmasıdır. Ülkelerin üretim sürecinde birbirine daha da bağımlı hale gelmesi küresel bir işbirliği anlamına gelir öyleyse bu işbirliği milletlerin (onların cisimleşmiş hali olan ulus-devletlerin) öteki millet (ya da ulus-devletlere) karşı daha sıkı işbirliği içinde yaklaştığını vurgular çünkü az önce belirtildiği gibi herkesin kazançlı çıktığı bir süreç işlemekte gibidir. Bu süreç tekno-küreselleşme olarak görülürken teknolojinin kapalı devre kullanımı ile paylaşıma kapalılığı ve bir ülkenin rekabet gücünü arttırmak amacıyla kullanımı ülküsü (motivasyonu) tekno-milliyetçilik olarak görülür.
Çin’in ve dünyanın en büyük ağ ve telekomünikasyon şirketi Huawei’nin başkanının kızının Kanada’da tutuklanması (2018), sadece Amerikan filmlerinde karşı karşıya kalınan komplo ve gizem içeren bir sahnenin ötesinde özel anlama sahiptir. İran’a yönelik yaptırımları delme gerekçe gösterilerek gerçekleştirildiği iddia edilen bu tutuklama (tekno-)milliyetçi bir refleks olarak okunabilir. Çünkü milliyetçiliği bir milleti sevmenin yolu olarak sadece bayrak sallama, milli marş söyleme şeklinde tanımlamak yeterli değildir. Milliyetçilik milletin çıkar ve menfaatleri uğruna çaba harcamaktır. Milliyetçilik ülke toprağını korumanın yanında ülkenin ürettiği tekniğin de korunması (başkasıyla paylaşılmaması) anlamına gelir. Milli kültür ne kadar eşsiz ve muhafaza edilmesi gereken bir unsursa ne kadar o millete aitse teknoloji de öyledir. Ülkeyi (milleti) ötekilerden üstün ve eşşiz kılandır.
Kapitalizm üretim biçimi olarak bu zamana kadar karşı karşıya kaldığı tüm üretim biçimleri karşısında üstünlüğünü ilan ederken sermayenin kazanç elde ettiği ve üretimin gerçekleştiği yeri kendisi için önemli kılmış ve görmüştür. Ancak kapitalizmin gelişme sürecinde devletlerin kendi “milli tüccar”larını desteklemek adına ithalatı kısıtlayıp ihracatı arttırmayı hedefledikleri merkantilist ekonomik politika kapitalizmin teorik serbest piyasa zemininin dışına çıkıyor gibi görünür. Ancak böyle değildir çünkü kapitalizm içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi süreçlere uyum sağlama ve şekil değiştirme özelliğine sahip olan bir üretim biçimidir, bu bağlamda merkantilizm onun gelişme evrelerinden biri olarak okunabilir. ABD eski başkanı Trump’ın neo-merkantilizm olarak okunan kendi girişimcisini koruma yönünde izlediği politikalar kapitalizmin nasıl da esnek bir üretim biçimi olduğunun son örneğidir.
Öyleyse tekno-milliyetçilik gibi tamamen teknolojiyi bir ülkenin kalkınma hedefini gerçekleştirmek için hayata geçirme ve o teknolojiyi kendi gücünü muhafaza için başkasıyla paylaşmama ile üretileni meta haline getirerek bundan kar edip diğerleri karşısında üstünlük kurma arasındaki gerilim nasıl açıklanacaktır? Bu da açıklanabilir çünkü ülkeler üretim sürecini daha fazla kar elde edebilecekleri diğer ülkelere (örneğin Çin’e) aktarabilmektedirler. Bu telif hakkı ve üretilen nesnenin parçalarının farklı ülkelerde imalinin daha ucuza mal olmasını mümkün kılan üretim sürecinin sonucudur. Paylaşılmayan güvenlik ve askeri teknolojinin hassas unsurlarıdır. Kafamızı daha fazla karıştırmadan tekno-milliyetçiliğin zaman içerisinde farklı anlamlar yüklenen bir kavram olduğunun altını çizerek açıklamaya başlayalım.
Tekno-milliyetçilik teriminin icadı, ABD‘li Robert Reich'in 1987 yılında yazdığı bir denemeye kadar uzanır. Reich, Japonya’nın ABD ekonomisi için güçlü bir tehdit olarak görüldüğü bir dönemde terimi, ABD teknoloji politikası ekseninde işleyerek şöyle tanımlar, tekno-milliyetçilik "Amerika'nın gelecekteki teknolojik atılımlarını yabancıların, özellikle de Japonların elindeki sömürüden koruma" girişimidir. Terim ilk çıktığında Japonya sonra diğer Asya ekonomileri mesela bugün, Çin için Çin’e karşı ama Çin’in kendisine yamandırılarak kullanılır. Literatür genişledikçe, tekno-milliyetçilik tanımları da çoğalır. Örneğin Reich, tekno-milliyetçilikte, kendi ürettiği teknolojiyi ve bundan üreyen üstünlüğü korumakla ilgilenen baskın bir güç olarak ABD’ye odaklanırken sonradan gelenler, tekno-milliyetçiliği daha çok gelişimsel bir öğreti olarak görürler. Örneğin Japonya hakkında yazılan yazılarda tekno milliyetçilik, teknoloji ve ulusal güvenlik ilişkisinin ana unsuru Japonya’yı zengin ve güçlü hale getirmek için teknolojinin yerlileştirilmesi, yayılması ve geliştirilmesine dair inanç olarak tanımlanır. Tekno-milliyetçilik bir milleti ayağa kaldırma mefkuresi (ülküsü) olarak görülür. Z. Gökalp’in muasırlaşmak hedefidir tekno-milliyetçilik. Adam Segal ve David Kang tekno-milliyetçiliği "Asya devletlerinin kendilerini batı teknolojilerine bağımlılıktan kurtarma arzusu" olarak tanımlarlar[1].
Küreselleşme, bilginin sermaye üretiminde başatlığını ortaya koyan bilgi-değer ve bilgi-yoğun bir üretim sürecini ortaya çıkarırken aynı zamanda bilginin akışkanlığını da hızlandırmaktadır. Akışkan bilgiye erişim, devletlerarası üstünlüğü belirleyen çok önemli bir değişkendir, bunun için ülkelerin bilim alanına yaptıkları katkı düzeyiyle askeri teknoloji alanındaki güçlerinin paralelliğini göz önünde bulundurmak yeterlidir. Her ne kadar ABD öncü olsa da Çin’in bilimsel yenilik ve askeri güç alanında gösterdiği performans, tekno-milliyetçilik ile örtüştüğü zaman ABD için yeni ve güçlü bir tehdit olarak ortaya çıkmış görünüyor. Ancak Çin’in de kendi içinde bazı problemleri var, örneğin[2] ülke dışındaki Çinli bilim adamı ve mühendislerin çoğunun geri dönme konusundaki isteksizliği, Çin’deki düşünce özgürlüğünün ve toplumsal hareketliliğin, dünya vatandaşı olabilme düşüncesinin alacağı şekle yani Çin’de gelişecek siyasi kültüre bağlıdır.
Teknik birikim ve üretimin milletin hizmetine sunulması ve ötekilerden (diğer devletlerden) korunması, onların bu bilgi, birikim ve teknolojiye erişimlerinin engellenmesi çok hassas bilgiler için geçerli çünkü teknoloji nihayetinde kopya edilebilen bir özelliğe sahip ve ülkeler geliştirdikleri teknolojiyi sermayeye dönüştürme konusunda istekliler. Tekno-milliyetçilik içe kapanma anlamında ancak milli güvenlik sorunu endişesi yaşandığı zaman ön plana çıkıyor denilebilir. Öyleyse Keneddy’nin dediği[3] gibi devletler, ulusal teknolojik hedeflerin peşinde, milliyetçi ve liberal politikaların bir karışımını benimseyebilirler. Bu durum da Atsushi Yamada, tarafından dile getirilen “neo-tekno-milliyetçilik” terimini ortaya çıkartır. Neo-tekno-milliyetçilik, devlete daha fazla aktivizm ve yabancılara karşı da daha fazla açıklığın bir kombinasyonunun bileşimiyle ulusal teknolojik hedeflerin peşinden koşmayı ifade eder
Yeni (neo) tekno-milliyetçiliğin nasıl ve neden büyüdüğünü ortaya koymaya çalıştığı makalesinde[4] Yamada, artık büyük milletlerin-ulusların (major nations[5]) politikalarında milliyetçiliğin yapısının değiştiğini, (eski) tekno-milliyetçilik ile tekno-küreselciliğin daha önceden var olan ikileminin yerini neo-tekno-milliyetçiliğin aldığını belirtir. İlaveten neo-tekno-milliyetçiliğin yükselme nedenini ise, glokalleşme (küreselleşme ve yerelleşmenin birlikte evrimi) ile açıklar. Tekno-milliyetçilik ve tekno-globalizmi Weberci ideal tipler olarak ele alan Yamada, bu gün ulus devletlerin her ikisini de zaman zaman hayata geçirdiklerini belirti. Yani sadece tekno-milliyetçi ya da sadece tekno-globalist politikayı takip eden ülke örneğini görmek çok zordur, devletler bunların ikisini farklı oranlarda harmanlar. Yamada’nın üç farklı bakış açısını karşılaştırdığı tablo aşağıdaki gibidir.
Yamada’nın isimleştirdiği neo-tekno-milliyetçilik bir yandan küreselleşmenin nimetlerinden faydalanırken diğer yandan milli çıkarlara ulaşmayı hedefliyor görünmektedir. Tekno-milliyetçiliği ise, küreselleşmeyi engelleyerek ulusal çıkarlara ulaşmak şeklinde tanımlamaktadır oysa teknoloji ve bilginin akışkanlığı ve bunlardan sadece Birinci Dünya Ülkeleri değil tüm dünya ülkelerinin faydalanabilmesi küreselleşme süreciyle birlikte meydana gelmiştir bu küreselleşmeyi sorunsuz bir gelişim süreci olarak görüp onaylamak anlamına gelmez, ancak onun tehditlerin yanında fırsatlar getirdiğini de onaylamaktır. Demem o ki, tekno-milliyetçilik düşüncesi küreselleşmeye sırtını dönmeyi değil ülke kalkınması için küreselleşmenin fırsatlarından faydalanmayı arzular tıpkı neo-tekno-milliyetçilik gibi. Ancak Yamada, sanki tekno-milliyetçiliğe yüklenen olumsuz algıyı hafifletme adına ve küreselleşmeyle uyumunu gösterme adına neo-tekno-küreselleşmeyi dile getirmiş gibidir.
Her halükarda ülkelerin üstünlük ve rekabet elde etme konusunda sahip oldukları teknolojiyi kendi ülkeleri için kullanmaları da çok doğal bir süreçtir. Bu anlamda tekno-milliyetçi düşünceye sahip olmayan bir ülke örneği görmek mümkün değildir. Yani tekno-küreselcilerin iddia ettikleri gibi (iyimser küreselleşmecilerin iddialarına paralel biçimde) “küreselleşmeden faydalanarak küresel çıkarlara ulaşma” iddiası retorikten öte bir anlam taşımamaktadır. Zira dünyanın en zengin ülkeleri tüm insanlık için bir tehdit olan ve Çin’de ortaya çıkıp tüm dünyaya adeta bir kâbus yaşatan covid 19 virüsünün aşısını tüm insanlıkla paylaşarak küresel faydayı ortaya koyma adına hiç istekli görünmemektedirler. Dolayısıyla küreselleşmecilerin tüm insanlık adına dile getirdiği söylem insanlığa ilaç olan bir söylemden çok dile getirenlerin özgeci hislerini tatmin etmekten öte bir işe yaramamaktadır. Bunu da tekno-milliyetçilik hanesine not edelim.
[1] Kennedy, Andrew B. (2013). “China’s Search for Renewable Energy: Pragmatic Techno-nationalism”, Asian Survey, , Vol. 53, Number 5, pp. 909–930, p. 911.
[2] China: The next science superpower? James Wilsdon and James Keeley, Demos, London,UK, p.34
[3] Kennedy 2013:912
[4] Neo-Techno-Nationalism: How and Why It Grows, https://ciaotest.cc.columbia.edu/isa/yaa01/ (erişim tarihi: 22.12.2021)
[5] Görüldüğü gibi buradaki nation ifadesi doğrudan bir devlete tekabül edecek şekilde kullanılmaktadır, United Nations’un Birleşmiş Milletler olarak adlandırılmasında olduğu gibi.