Elbette tek kıstas bu değildir ancak demokrasilerin varlığı ve kalitesi muhalefetin varlığı ve niteliği ile ilişkilidir. Muhalefet sadece meşru siyasi partileri değil sivil toplum alanında demokratik eksende faaliyet yürüten tüm örgütlenmeleri kapsar. Medya, STK’lar, kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütleri ya da kendi tabirleriyle demokratik baskı grupları iktidarın açığını kollayan, demokratik teamüllere uygun olmayan pratikleri eleştirerek hükümetlerin politikalarını etkilemeye, yönlendirmeye çalışırlar. Demokratik mücadele alanı kültür dünyasından gelir dağılımı politikalarına, hükümetlerin uyguladığı sağlık politikasından dış politikadaki tercihlere kadar oldukça geniş bir alanı içine alır. Muhalefetin varlığı ve eleştirileri her zaman olmasa da zaman zaman kamusal bir tartışmanın yürütülmesine vesile olarak izlenecek politikaların halkın gözü önünde onların da görüşlerini yansıtacak biçimde yürütülür. Onu üstün kılan ve farklı görüşlerin kendilerini ifade edebilecekleri bir alan açan demokrasi, kamusal menfaatin ortaya konulması açısından oldukça verimli ve faydalıdır.
Teorik durum yukarıdaki gibi olmakla birlikte pratikte, Türkiye’de demokratik siyasetin işleyişi siyasi kültürümüze içkin olan nev-i şahsına münhasır özelliklere sahiptir. Bu nedenle de muhalefet, iktidarın doğru da yapsa, yaptığını doğru kabul etmeyeceğini açıkça söyleyen bir reddetme makamı gibi görür kendini. Daha iyiyi yapmanın önünde bir engeldir iktidar, ayrıca kurucu değerleri inkâr eden ve onları yok etmeye çalışan karşı-devrimci politikaları ise hiçbir zaman eskimeyen bir tehdit olarak varlığını sürdürerek muhalefetin elini her zaman güçlü tutar.
Siyasi kimliği mesleki kimliğinin önüne geçmekle malum kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütü, Türk Tabipleri Birliği (TTB), 14 Mart Tıp Bayramı’nda provokatif bir eylemle bir kez daha adından söz ettirdi. Eylemin provokasyon olmasının arkasındaki gerekçe İstanbul Emniyeti’nin olay hakkında yaptığı basın açıklamasıyla ortaya çıkıyor:
“Alanda bulunan görevlilerimizce kendilerine; her yıl 14 Mart'ta olduğu gibi Atatürk Anıtı'na çelenk koyabilecekleri ancak meydanın "Basın açıklamaları yapılacak yerler arasında olmadığı" ifade edilmiştir. Grup üyelerinin, basın açıklaması yapmadan çelenk koymayacaklarını söyleyerek Atatürk Anıtı'na doğru yürüyüşe geçmeleri üzerine grubun yürüyüşü engellenmiştir.
Kendilerine tekrar tekrar, anıta çelenk koyarak İstiklal Marşı okuyabilecekleri bildirilmiş ancak bunu kabul etmeyen grup üyeleri, çelengi bariyerlere bırakarak alandan ayrılmışlardır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur."
Eylemin provokasyon olduğu çok açık. Muhtemelen TTB’liler Atatürk Anıtı’nın basın açıklaması yapılmayacak yer olduğunu biliyorlardı. Ancak karşı-devrimci olduğu iddia edilen bir partiyi en hassas yerinden vurmak için mükemmel bir fırsattı bu. Çünkü Türkiye’nin aydınlıkçı ve ilerici yüzü olan TTB’li doktorların Atatürk Anıtı’na çelenk bırakmasına bile müsaade etmeyen söz konusu partinin baskıcı, otoriter ve gerici olduğunu, Atatürk’e gösterilen sevgi ve hürmete tahammül edemediğinin çok açık bir kanıtı olacaktı bu eylem. Zaten eylemde yere düşen yaşlı Dr. Erdinç Köksal amaçlarının, sadece Atatürk Anıtı’na bir çelenk bırakmak, olduğunu üzülerek söylüyordu. Gelin görün ki, despot, irticai rejimin talimatıyla bu en demokratik hakları bile onlara çok görülmüştü(!).
Herhalde bu sinirle olacak ki, emniyet yetkililerinin anıta çelenk koyarak İstiklal Marşı okuyabileceklerinin TTB’lilere söylenmesine rağmen bunu kabul etmeyen grup üyeleri, çelengi bariyerlere bırakarak alandan ayrılmışlar. Kameralar önünde şov yapılmış, mesaj verilmiş; üzüm yenilmemiş ama bağcı dövülmüştür. İstiklal Marşı’nı okumamak için bahane aramışlardır, diyen okuyucunun sesini duyar gibiyim.
TTB bu provokatif eylemi ile kamuoyuna iki mesaj verdi. İlk olarak, doktorlar gibi beyaz yakalı ve üst orta sınıf üyelerinin gelenekselleşmiş mesleki bayram gününün kutlanmasına bile izin vermeyen despot bir rejimle karşı karşıyayız. Sonuç, gençlerin bu ülkeden kaçmaları kadar doğal bir tercihleri yoktur. İkinci olarak, bu despot rejim, Atatürk Anıtı’na çelenk konulmasına ve basın açıklaması yapılmasına dahi tahammül edememektedir. Öyleyse Aydınlık bir Türkiye için tüm ilerici, aydınlıkçı demokrasi güçlerinin bir araya gelmesinin önemi açıktır.
Yukarıda kamuoyuna verilen ilk mesajın altının boş olduğunu, eylemin provokatif yönünün olduğu yukarıda izah edildi. İkinci mesaj, Türkiye’de muhafazakâr iktidarların yumuşak karnıdır. Atatürk ve Atatürkçülükle uzaktan yakından ilgisi olmayan yapılar İslam’a ve muhafazakârlara saldırırken Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü bir koçbaşı gibi kullanarak Atatürk’ü araçsallaştırırlar. TTB’nin Atatürkçülüğü, Atatürk’ten ve Atatürkçülükten ne anladığı tartışmaya açıktır ancak korkarım ki yakın bir dönemde ilerici güçlerin ittifakı içinde TTB ve HDP’den Atatürkçülük hakkında nasihatler dinleyebiliriz. PKK terör örgütü üyesi ile fotoğrafı ortaya çıkan ve yakın dönemde milletvekilliği düşürülen HDP’li Semra Güzel’in haberi, Atatürkçülüğü ile müsemma TV kanalları ve gazetelerde, “Semra Güzel’in Volkan Bora” ile fotoğrafı şeklinde verilmiştir. Çok yalın, net ve tarafsız. Volkan Bora, manken mi? Ses sanatçısı mı? STK temsilcisi mi? Vekilin onunla olan fotoğrafı onun suçlanmasına neden sebep oluyor? Bununla ilgili hiçbir izah yok. Sıkı Atatürkçüler ama o da bir yere kadar, ittifakı bozacak açıklamalar yaparak HDP’nin oylarından mahrum olmak da var, bir de aynı eksende ideolojik ve siyasi düşmanlıktaki ortaklığı da unutmamalı.
Daha önce TTB ile ilgili yazımda[1] TTB’nin alandaki tekçi erkinin yıkılması gerektiğini yazıştım. TTB’nin bu erki neden yıkılmalı? TTB, HDP ile flört ettiği için değil çünkü bu tür baskı örgütlerinin siyasi partilerle olan ilişkisi kuruluş kanununa aykırı gibi görünse de bence çok normal ve doğal. TTB hükümete cepheden muhalefet ettiği için değil ancak daha demokratik bir Türkiye ve TTB’nin kendi içinde ürettiği demokrasi ve sivil toplum bilincine katkı sunmayan kabız ortodoksisinin protestanlaşması için.
TTB’nin Ortodoks yapısının değiştirilmesi için daha önce yazdıklarımın önemli olduğunu düşünüyor ve günün gelişmeleri içinde onu bir kere daha hatırlatıyorum[2]:
“Türk Tabipleri Birliği 6023 Sayılı Kanunda belirtildiği gibi meslek mensuplarının menfaatlerini ve haklarını, bunun yanında halkının sağlığını korumayı, geliştirmeyi ve herkesin kolay ulaşabileceği kaliteli ve uygun maliyetli sağlık hizmeti için çalışır. Bu bilinen amaçlar dışında faaliyet alanıyla ilgili de bir sınırlama vardır, 6023 Sayılı Kanunun 3. Maddesi bu sınırı şöyle çizer: “Türk Tabipleri Birliği ve tabip odaları, kuruluş amaçları dışında faaliyette bulunamazlar.” Ancak TTB bir meslek odası olmanın ötesinde siyasi, ekonomik, kültürel her konuda açıklama yapar bunu yaparken de meslekle bir bağlantı kurmak zorunda hissetmez kendini. Meslek alanının dışında faaliyette bulunması, açıklama yapması suç mu? Değil ama kanuna uygun değil çünkü kanunun 3. Maddesi TTB’nin kuruluş amacı dışında faaliyette bulunamayacağını söylüyor. Gerçekte demokratik bir toplumda bu tür meslek örgütleri ya da demokratik baskı grupları demokratik sınır içerisinde her türlü açıklamayı yapabilmeliler. Yani Mühendisler kültür dünyası ile ilgili, doktorlar ülkenin sanat politikası ile ilgili açıklama yapabilirler ve yapabilmeliler.
Demokrasi farklıklarla, farklılıklara yaşama şansı-fırsatı vermekle mümkündür, demokrasinin çıtası rekabetle, farklılıkların birbirleriyle rekabeti ile mümkündür. Ancak bu rekabet neden meslek örgütleri için de geçerli olmuyor? Yani neden doktorlar sadece TTB’ye ya da mühendis ve mimarlar TMMO’ya üye olmak zorunda kalıyorlar. Kaldı ki bu örgütlerin bir meslek örgütünden çok bir siyasi parti-ideolojinin arka bahçesi olduğu çok açık. Öyleyse Türkiye’nin orta sınıflarını, beyaz yaka çalışanlarını neden ideolojik kimliği mesleki kimliğinin önüne geçen bu örgütlere teslim olmak zorunda bırakıyoruz. Demokrasi rekabet ve çeşitliliği gerektiriyor derken bunu neden meslek örgütleri için de hayata geçirmiyoruz. Kanunlar mı bağlayıcı, hiç sanmıyorum eğer kanunun bir bağlayıcılığı varsa 6023’ün 3. Maddesi kapsamında bazı meslek örgütleri için hukuki süreci başlatmak gerekiyor. 3. Madde aslında kâğıt üstünde kalan bir kanun maddesi gibi duruyor hem meslek örgütlerini bu tür bir kısıtlamaya maruz bırakmak yerine daha demokratik bir Türkiye için alternatiflerin olduğu yeni yapılanmalara gidilemez mi? Unutmayalım demokrasi rekabetle ve tercihle kaimdir.”
[1] https://www.sde.org.tr/tevfik-erdem/genel/ttb-mesele-asi-degil-hl-anlamadin-mi-demek-istiyor-kose-yazisi-25374
[2] https://www.sde.org.tr/tevfik-erdem/genel/ttb-mesele-asi-degil-hl-anlamadin-mi-demek-istiyor-kose-yazisi-25374