Tevfik ERDEM
Tüm Yazıları“Risk toplumu, felaket toplumudur. Bu toplumda olağanüstü halin,
normal duruma dönüşme tehlikesi mevcuttur” U. Beck
Çin’in Wuhan eyaletinde ortaya çıkıp, oradan tüm dünyaya yayılarak insanlığa bir kâbus yaşatan virüs, modern dünyayı büyük bir belirsizlikle baş başa bıraktı. Belirsizlik, modern dünyanın modern bireylerin çok da alışık olmadığı bir kavram ve durum çünkü modern bilim, insanoğlunun karşı karşıya kaldığı tüm sorunları çözebilme özelliğine sahip bir olgu olarak görüldü ve görülmekte. Bu nedenle hali hazırdaki belirsizlik aceleci insanoğlu için rahatsız edici. Modern bilimin (modern tıbbın) Çin’den tüm dünyaya yayılan virüse karşı henüz bir aşı geliştirememesi (Rusya’nın geliştirdiğini iddia ettiği aşıyı bir kenara bırakırsak) ona olan güvenin sarsılmasına neden oldu. Hatta bazı bilim adamlarının “virüslerle yaşamaya alışmalıyız, bizi hiç terk etmeyecekler” türünden ifadeleri, bilimin virüslerle olan mücadelesinde başarılı olamayacağının bir işareti olarak okunduğundan insanlardaki belirsizlik ve korkuyu daha da arttırıyor.
Oysa modernliğin temel özelliği, sosyolog A. Giddens’ın tabiriyle, modernitenin risk ve belirsizlikleri karşısında yine modernitenin soyut sistemlerine karşı geliştirilen güven duygusudur. Hâlâ modern tıbbın Çin’den yayılan virüse karşı aşı-ilaç geliştireceğine ve bu sorunu çözeceğine olan sonsuz inancın arkasında modernliğin bu soyut sistemine olan güven duygusu vardır. Bilimin virüsle imtihanının nasıl sonuçlanacağı süreci yaşayacaklar için merakla beklenen bir sonuç olacak.
Mayıs 2020 tarihinden itibaren giderek daha fazla dillendirilmeye başlanan “yeni normal” kavramı, virüs sonrası hayatımızın artık eskisi gibi olmayacağı, kontrollü, maskeli, fiziksel mesafeli, eğitim dahil bir çok etkinliğin uzaktan, iletişim teknolojileri aracılığıyla yapıldığı bir hayatın başladığını ifade ediyordu. Artık maskeli dolaşmak, diğerleriyle aramıza fiziksel mesafe koymak, zaruri olmadıkça çok sık sokağa çıkmamak hayatımızın yani yeni normalin bir parçası olacaktı. Çünkü virüs kalabalığı ve teması seviyordu ve biz kalabalıklardan ve temastan olabildiğince uzak durmalıydık. Ancak görünen o ki, vaka sayısının sürekli artışı, karşı karşıya kaldığımız riskin ne olduğu hakkında en azından bir kısım insanın habersiz olduğunu ortaya çıkardı. İnsanlar en yakınlarındaki halkadan biri zarar görmediği sürece yaşananların TV ekranlarındaki görüntüden ibaret olduğunu düşünüyorlar. Bir kısım insan için ise, Beck’in dediği gibi, olağanüstü durum normalleşmeye başladı.
Tam da bu yaşananları Risk Toplumu[1] adlı eserinde Ulrich Beck şu şekilde ifade eder: “Risk toplumu, felaket toplumudur. Bu toplumda olağanüstü halin, normal duruma dönüşme tehlikesi mevcuttur” (2011:29). Eser, sanayi öncesi (aslında bilimsel bilginin henüz sistematikleşerek hayatı biçimlendirmeye başlamadığı)toplumlardaki risklerle sanayi sonrası (bilimsel bilginin hayatın her anına sirayet ettiği)toplumlardaki riskleri birbiri ile mukayese eder. Bu mukayese sonrasında, sanayi öncesi toplumlardaki afetler ve riskleri doğal riskler, sanayi sonrası riskleri ise insanoğlunun kendi eliyle ürettiği riskler olarak betimler.
Sanayi sonrası batı toplumlarının içine girdiği süreci anlatan risk toplumu kavramı, her ne kadar batı toplumlarının içinde bulundukları durumu anlatsa da, ortaya çıkan yeni riskler, sonuçları itibariyle batı coğrafyası ile sınırlı kalmayan sonuçlar ortaya koymaktadır, ekolojik sorunlar (Çernobil’i hatırlayalım) ya da şimdi yaşanılan virüs salgını gibi. Ayrıca: Beck, risk toplumu kavramına sanayi toplumunu aşan bir anlam da yükler[2]: “Sanayi toplumu kavramı, "servet mantığının" hakimiyetini kabul eder ve risk bölüşümünün uyumluluğunun altını çizerken, risk toplumu kavramı servet bölüşümü ile risk bölüşümünün uyuşmazlığının ve "mantıkları" arasındaki rekabetin altını çizer.” Çevre kirliliği ya da küresel salgınlar (pandemi) ayrıca mobilitenin küreselleşmesinden dolayı sınıf farklılıklarını yok sayan zarar ve yayılıma sahiptirler. Bunun için de Beck risk toplumunu “dünya risk toplumu[3]” diye tanımlar. Riskin öngörülemezliği modern toplumların en büyük sorunları olarak ortaya çıkar.
Sanayi öncesi toplumlar riski, üretim kaynaklarındaki yetersizlik ve kıtlık ile açıklar. Sorun da zaten bu kıtlık ve yetersizlikten kaynaklanan paylaşım sorunları olarak ön plana çıkar. Sanayi toplumu teorisyenleri Marx ve Weber’in üretilen servetin eşitsiz ve meşru biçimde dağılmasını sorun ve konu etmelerinin arkasında da bu vardır.
Modernlik, bilim ve teknoloji aracılığıyla kıtlık toplumunun servet toplumuna dönüştürülmesini ifade eder. İleri modern toplumlarda ise, günlük geçim kavgasının yerini aşırı kilo (obezite) sorununun alması, modernitenin ana hedeflerinden olan yoksullukla mücadelenin yerini şişmanlıkla mücadelenin almasına bırakır. Bunun için Beck[4] “dünyanın bir kısmında insanlar açlıktan ölürken, diğer kısmında aşırı yemenin sonuçları başlıca harcama kalemlerinden birini oluşturuyor” demektedir.
Beck henüz risk toplumunda yaşamadığımızı ama kıtlık toplumuna özgü paylaşım kavgalarının da yapılmadığını belirtir. Bu iddia, Baudrillard’ın ‘Körfez Savaşı hiç olmadı, biz CNN’deki görüntüleri seyrettik’, gibi tamamen kurgusal görünüyor. Çünkü hala küresel bir kaynak paylaşım sorunu var, bu küresel eşitsizlikten olumsuz etkilenerek mutlak yoksulluk (yani kıtlık yoksulluğu) düzeyinde yaşayan bir milyara yakın insan var. Tıpkı Körfez Savaşında yüzbinden fazla insanın hayatını kaybetmesi gerçeğinin varlığını hafife almak gibi, kıtlık toplumuna özgü paylaşım kavgalarının yapılmadığını söylemek de çok anlamlı değil.
Beck’e göre risk[5], modernleşmenin doğurduğu tehlike ve emniyetsizlikle mücadeleyi anlatır. İnsanın kendi eliyle ürettiği riskleri beş başlık (tez) altında ele alan Beck bunları şöyle sıralar[6]:
1-Geç modernlikte üretilen riskler, esas itibariyle servetten farklıdır. Bu riskler, radyoaktivite, hava, su ve gıda maddelerindeki toksinler ve sağlığa zararlı maddeler ile bunların bitki, hayvan ve insanlar üzerindeki kısa ve uzun vadeli etkilerini ifade eder.
2-Risklerin büyümesinden ve paylaşımından bazı insanlar daha fazla etkilenir. Modernleşmenin riskleri, eninde sonunda onları üreten ya da onlardan kâr sağlayanları da etkiler. Sınıf modelini berhava eden bir bumerang etkisi yaratırlar. Örneğin ekolojik felaketler, hastalıklar (virüsler) ve radyoaktif serpintiler ülke sınırlarını tanımaz. Artık sadece yoksullar değil zenginler de güven içinde değildir. Beck bu yüzden risk toplumunu “ulusal yeterlilik sisteminin altını oyan risk toplumu, dünya risk toplumu” olarak tanımlar. Virüs salgını zengin fakir ayırt etmeksizin bulaşırken virüsle mücadelede sağlık imkanlarına sahip olmak bir avantaj olarak kenarda durmaktadır ancak henüz mevcut virüse (corona 19) karşı bir aşı geliştirilememiş olması tüm hastaları sınıfsal skalada eşit pozisyona getirmektedir.
3- Risklerin yayılması ve ticarileşmesini kapitalist gelişmenin mantığıyla açıklar Beck. Çünkü bu riskler birilerine kaybettirirken birilerine de kazandırır. Kazananlar için risk, büyük çaplı iş demektir. Salgın sürecinde Beck’in belirttiği gibi bir kazananın olduğunu söylemek şimdilik zor görünüyor çünkü küresel salgın tüm ekonomileri zora soktu ve bu salgından şimdilik kazananın olduğunu söylemek zor görünüyor. Ancak bir aşı, pazarın kazananını ön plana çıkabilir.
4- Zenginliklere sahip olunabilir, ama riskler karşısında ancak mağdur olunur. Risklerin sınıfsal farklılıklara karşı kör olması Beck’in özenle vurguladığı bir husustur.
5- Riskler sadece doğa ve insan için ikincil sağlık sorunları değildir bilakis bu ikincil etkilerin sosyal, ekonomik ve siyasi yan etkilerini de ortaya koyar: Risk toplumunun felaket toplumu olması, olağanüstü halin, normale dönüşme tehlikesi ile anlatılmak istenen de bu yan etkilerin sonuçlarıdır: Piyasaların çökmesi, sermayenin değersizleşmesi, muazzam maliyetler, hukuk davaları ve itibar kaybı gibi. Bu yüzden risk toplumunda azar azar ya da hızla -kirli hava alarmında, toksik sızıntıda vs.- su yüzüne çıkan şey, felaketin siyasi potansiyelidir. Bunlardan kaçınma ve bunları yönetme işi, iktidarın ve yetkinin yeniden örgütlenmesini içerebilir.
Eski ve yeni riskleri bilim sosyolojisi ve felsefesi ekseninde ele alan Beck, eski tehlikeleri “dışsal” (tanrılar, doğa) olarak tanımlarken yeni riskleri bilimsel ve toplumsal yapı ile ilişkilendirir. “Bilim, risklerin sebeplerinden, tanımlanma araçlarından ve çözüm kaynaklarından biri niteliğini kazanır ve bu sayede kendisi için yeni bilimselleştirme pazarları açar[7]”. Bilimin 17. yüzyılda başlayan sarsılmaz egemenliğinin genişlemesi yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde sona erer. Bu aynı zamanda klasik bilim anlayışının ve pozitivizmin eleştirisidir. Modernlikle birlikte ortaya çıkan riskleri uygarlığın hatası olarak gören Beck, modernitenin insanlığı karşı karşıya bıraktığı sorunları çözmeye kâdir olanın yine modern bilim olduğunu belirterek, çözümü yine akıl ve modern bilime yani modernitenin kendi dairesine taşır. Modernliğin bizi karşı karşıya bıraktığı riskler bilimsel olarak ele alınan, değerlendirilen ve çözüme kavuşturulacak riskler olarak görülür. “Bilimsel uygarlık… artık kendisini, kendi ürünlerini, etkilerini ve hatalarını da gitgide artan bir dozda bilimselleştiriyor. Bilim, artık "önceden var olan bağımlılıklardan kurtuluşla" değil, "kendisinin sebep olduğu" hata ve risklerin tanımlanması ve bölüştürülmesiyle ilgileniyor”[8] diyen Beck, bilimselleşmenin bazı biçimlerine karşı protestonun bilimselleşmesi, olarak ifade ettiği bir sürecin başladığını belirtir. Beck risk toplumunda insanın kendi eliyle ürettiği çevre kirliliği, nükleer silahlar, küresel ısınma gibi risklerin tüm dünyayı, toplumları, sınıfları etkilediğini bunların (Batı) medeniyetin(in) ürettiği sorunlar olduğunu ancak modern bilimin tüm bu sorunları çözebilecek potansiyele sahip olduğunu belirtir. Beck yeni risklerin çözümü konusunda bizi tekrar bu risklerin kaynağı olan bilime havale eder. Çünkü ona göre, bilimsel sonuçlar sadece sorun yaratmaz aynı zamanda sorunların sorun olduğunu kabul etmeyi mümkün kılan bilgi donanımını da sağlar, bu yüzden “bilim, nihayetinde kendisinin sorumlu olduğu tehditlerin "üstesinden gelmenin" araçlarını da sunar, diyerek bizi modern bilimin sert, soğuk ve duygusuz kapısının önüne bırakır.
[1] Beck, Ulrich (2011) Risk Toplumu, Başka Bir Modernliğe Doğru, (çev. K. Özdoğan . B. Doğan), İthaki Yayınları, İstanbul.
[2] Beck 2011: 230-231
[3] Beck 2011:28
[4] Beck 2011:31
[5] Beck 2011:27
[6] Beck 2011:27-28
[7] Beck 2011:232
[8] Beck 2011:238
Güncel Yazıları
“Onlara Ait Her Şeyi Tümüyle Yok Et… Hepsini Öldür” Tevrat: Yasanın Tekrarı (Tesniye)..
30 Ekim 2023
Almanların Nazi/Faşizm Sevdasının Faturasını Müslümanlar Ödemek Zorunda Mı?
27 Ekim 2023
“Emperyalizmin En Ölümcül Silahı: Demokrasi Yalanı”
20 Ekim 2023
Mutlak Kötülük ve Zorba Devlet
14 Ekim 2023
Öğrenilmiş Acziyet, “Aksa Tufanı” ve Şu Bizim Ezik Aydınımsılar
09 Ekim 2023
12 Eylül ve NATO (ya da ABD)
12 Eylül 2023
Bale ve Opera ile AK Parti’yi Terbiye Etmek
24 Ağustos 2023
Muhalefet Dağınık, Yerel Seçimler Çantada Keklik (mi?)
22 Ağustos 2023
Ekrem Nereye Koşuyor?
18 Ağustos 2023
CHP İçindeki Kaostan İyi Parti’nin Kendi Sahasında Top Çevirmesine
14 Ağustos 2023
Suç ve Ceza İlişkisizliği : Esenyurt Saldırısı ve Diğerleri
01 Ağustos 2023
Zihni Batının İşgalinde Olanların Arap Düşmanlığı
26 Temmuz 2023
Bir İşgal Operasyonu: 15 Temmuz Başarısız Darbe Girişimi
14 Temmuz 2023
Konser İptallerini Karşı Devrim Olarak Okumak
12 Temmuz 2023
CHP Kabuk Değiştirebilecek mi?
05 Temmuz 2023