Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına giden yolda düvel-i muazzamının etkisi çok açıktır. 1815 tarihli Viyana Kongresi ile Batılı monarşilerin Fransız Devrimi’nin etkisinden korunması amaçlanmıştır. Ancak milliyetçiliğin temel motivasyon kaynağı olan self determinasyon ilkesi karşısında 1848 ayaklanmaları ile Avrupa devletleri ama özellikle söz konusu devletlerin ülke içindeki azınlıkları kışkırtmasıyla Devlet-i Âliyye büyük sorunlar yaşamıştır. 1806’daki oldukça farklı sebeplere dayanan ilk Sırp ayaklanmasıyla başlayan önce özerklik ve sonra bağımsızlık süreci, Yunanistan ile somutlaşmış ve diğer Osmanlı milletleri ile devam etmiştir. Osmanlı’yı Anadolu coğrafyasında fazlasıyla zorlayan ve neredeyse devletin her yerinde varlığı görülen Ermenilerin milliyetçilik rüzgârına kapılmaları ise son gayri Müslim isyan olarak ortaya çıkacaktır. Bu isyanın acılığının arkasında yatan Ermenilerin uzunca bir dönem millet-i sadıka olarak tanımlanması ve kendilerini uzun bir dönem Osmanlının bir parçası olarak görmeleridir. Osmanlıya karşı isyan etmelerinin arkasında kolaylaştırıcı etken olarak milliyetçilik varken özellikle İngiltere ve Rusya’nın bu tahrikte ne kadar etkili olduğunu da göz önünde bulundurmak gerekir. Müstakil bir Ermenistan fikrinin Ermenilerde milliyetçi bir dalga oluşturması ve bu hayalin Rusya topraklarında değil ancak Osmanlı topraklarında gerçekleştirilmesine verilecek izin, hem Osmanlı hem de Ermeniler için yeni sorun alanları oluşturacaktır. Öyleyse Ermeni meselesi Batılı emperyalist devletlerin Osmanlı devletini parçalayabilmenin bir anahtarı olarak da okunabilir yani Ermeni meselesi “Şark” meselesinden ayrı okunamaz.
Daha önce de belirtildiği gibi, Berlin Antlaşmasının (1878 ) 61. Maddesi gerçekte Ermeni ayrılıkçılar için yeni bir isyan dalgasının başlamasına neden olur. Ermenilerin ayaklanmaları Batılıların doğrudan Osmanlının içişlerine müdahalesi için önemli bir bahanedir. 1878 Sonrasında Makedonya ve Doğu Anadolu’da kendi bölgelerinde kontrolü ele geçirmek isteyen komiteler ortaya çıkar. Bu komitelerin üyeleri Osmanlı dışındaki sürgünler ve devrimcilerdir. Doğrudan doğruya terörist eylemler için zemin hazırlayan bu komiteler dışarda görünüşte barışçı ve demokrasi yanlısı içerde ise milliyetçiliği teşvik edip, terörist eylemleri nefs-i müdafaa eylemleri olarak savunup teşvik etmektedirler. “Böylece Ermeni Komiteleri, hem yasal siyasi teşkilatları hem de gizli silahlı askeri hücreleri içeren çift taraflı bir teşkilat yapısı geliştirdi. Bundan sonra Ermeni devrimci yapı imparatorluktaki sair etnik isyancı gruplar için bir model olur.” Bu model çerçevesinde 1895-96’da Anadolu’nun çeşitli yerlerinde başlatılan ayaklanmalarda dış destek bulunamadığı için yeni geliştirilecek eylem tarzının geniş çaplı ayaklanma ve gösterilerle silahlı fedai eylemlerin gerçekleştirilmesi yönünde kararlar alınır. 21 Temmuz 1905’de II. Abdülhamit’e yönelik Taşnakların suikast girişimi ses getirici bir eylemdir ama netice vermez.
Balkanlardaki ayrılıkçı komitacılarla da irtibat kuran Ermeni örgütler hem onların eylem tarzlarından etkilenir hem de bu irtibatla Osmanlıya karşı geniş bir cephe oluşturarak mücadele verirler. Örneğin Taşnaklar, “Bulgar-Makedon komitecilerden patlayıcı maddeler temin edip üyelerine askeri eğitim aldırma imkânı elde etti. Hatta bu komiteler birlikte eylemler yaparak Osmanlı Devletini baskı altına aldı.”
1889 tarihinde İttihat-ı Osmani Cemiyeti olarak örgütlenen Jön Türkler, Osmanlı içinde yaşayan etnik toplulukların etnik kıpırdanmalar içinde olduğunu ve hepsinin de yönlerini kendi özerk ya da bağımsız devletleriyle bütünleşmek olduğunu düşünüyor ve görüyorlardı. Bu nedenle etnik temelli dernekler daha sonradan İttihatçılar tarafından yasaklanacaktır. II. Abdülhamit’e karşı örgütlenmenin arkasında ise sultanın bu apaçık parçalanmaya giden süreçte hiçbir engelleme girişiminde bulunmaması yatmaktadır. İmparatorluk parçalanırken sessiz kaldığını düşündükleri padişahın iktidarına son verilirken yerine batılı parlamenter bir sistem getirilerek bu devletlerin sempatisi kazanılacak ve devlet içindeki tüm etnik topluluklara anayasal vatandaşlık hakkı verilerek “Osmanlılık” tekrar canlandırılacak ve sorunlar sona erecektir.
Jön Türkler sultanın tahttan indirilmesi için bütün muhalefet cephesiyle ortak hareket etmektedir ki bunlar arasında Ermeniler de vardır. Devleti kurtarma iyi niyetiyle ortaya çıkan Jön Türklerin vatan sevgileri ve savaşçılıkları konusunda belki bir itiraz yapılmayabilir ancak göremedikleri gerçek, milliyetçiliğin etkisi ve gücüdür. Ermeniler farklı örgütleriyle her ne kadar sultanın tahttan indirilmesi konusunda onlarla mutabakat yapsa da nihayetinde müstakil bir devlet kurma hayallerinin olduğu da açıktır. Aynı şey Bedirhan Bey’in çocuklarının temsil ettiği Kürt kanadı için de geçerlidir. Hem Ermenileri hem Jön Türkleri hem de Jön Kürtleri birleştiren tek nokta II. Abdülhamit düşmanlığıdır. Dolayısıyla II. Abdülhamit’in iktidarına son vermek tüm sorunların çözümü anlamına gelecektir.
Ermenilerin Jön Türklere II. Abdülhamit iktidarının sona erdirilmesine yönelik ilk çağrıları 20 Ocak 1897 tarihinde gerçekleşir. Taşnaksutyun Komitesi, Jön Türkleri sadece beyanname yayınlamakla suçlar ve ihtilalci hareketlere davet eder. Aynı yıl 24 Temmuzda çağrı tekrarlanır. Taşnaksutyun Komitesi resmi yayın organı Troşak gazetesinde padişahın öldürülmesi ve meclisin açılması konusunda işbirliğine davet eder (31 Mayıs 1898). Bu tür davetler Jön Türk çevrelerinde eleştirilince ittifak arayışları yer altına iner.
Ermenilerin Jön Türklere yönelik ikinci çağrılarında, 1899 tarihinde Paris’e kaçan II. Abdülhamit’in eniştesi Damat Mahmut Paşa ve onun iki oğlu (Prens Sabahattin ve Lütfullah Bey) önemli rol oynar. Ermeni komiteleri tarafından maddi destek alan aile üyeleri Jön Türk çatısı içinde oldukça etkin biçimde yer almaya başlarlar.
Damat Mahmut Paşa ve oğullarının gayretleriyle tüm muhaliflerin toplandığı kongrede (4 Şubat 1902), anlaşmayı engelleyen iki fikir dile getirilir: İlki, yalnızca yayın ve propagandayla mümkün olmadığı için ordu aracılığıyla yapılacak bir devrimle iktidarı değiştirmek gerekir. İkincisi ise Ermenilerin dile getirdiği, Abdülhamit’in isteksizliğinden dolayı inkılabın ancak yabancı müdahalesiyle olması gerektiğidir. Taşnaksutyun Komitesi ayrıca halkın vergi ödememesi, zorunlu askerliğe karşı çıkma ve gerilla grupları oluşturulmasını da önerir.
1902 Kongresi ile Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) Ahmet Rıza grubu (Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti) ile Prens Sabahattin grubu (Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti) olarak ikiye ayrılır. Ahmet Rıza İTC’nin en etkili isimlerinden biridir ve özerklik tartışmalarındaki görüşü çok nettir. Ahmet Rıza meselenin özerklikle çözülmesine karşıdır. Ermeniler ya da diğer azınlıklar bir problem yaşıyorsa bu sadece Abdülhamit’in kötü yönetiminden kaynaklanmaktadır, onun devri sona erdiğinde tüm sorunlar bitecektir. Onun Şura-yı Ümmet’te Ermenilere hitaben 1902’de yazdığı “Düşmanımız müşterek olduğu gibi menfaatlerimiz de istikbalimiz de müşterektir” ifadesi onun milliyetçiliğin gücünü hiç anlayamadığı ve devrindeki gelişmeleri iyi okuyamadığını göstermektedir. 1.Abdülhamit’in tahttan indirilmesi o kadar hayati bir mesele olarak görülmüştür ki iki farklı Osmanlı cemiyeti (Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ve Terakki ve İttihat Cemiyeti) 1907 tarihinde birleşerek Abdülhamit’in tekrar meşrutiyeti ilan etmesini ister. Bu talebin dillendirilmesini teşvik eden başka bir gelişme de Rusya ve İran’da Meşrutiyetin ilan edilmesidir.
Ermenilerin Jön Türklerle üçüncü ittifakı tüm bu gelişmelerden sonra olur. Ermeni Taşnaksutyun Cemiyeti yabancı devletlerin müdahalesi çağrısından vaz geçip geri adım atar, bağımsızlık yerine özerkliğe razı olur. Böylece II. Jön Türk Kongresi Paris’te 27-29 Aralık 1907’de toplanır. Bu kez tüm muhalifler şu başlıklarda anlaşır: II. Abdülhamit tahttan indirilecek, Tüm etnik unsurlar için eşitlik sağlanacak Meşrutiyet ve Anayasa tekrar ilan edilecektir. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi için de silahlı direniş, siyasi ve iktisadi grev, vergi vermeme, ordu içinde propaganda, genel ayaklanma yollarına başvurulacaktır.
1907 Paris Kongresi tüm muhalifleri bir araya getirip anlaşmalarını sağlamış gibi görünmekle birlikte gerçekte tüm sorunları çözmemişti. Çünkü Osmanlılarda parçalanma endişesi Ermenilerde ise nihai hedef olarak bağımsızlık içten içe heyecan uyandıran bir hedef olarak varlığını sürdürüyordu. Buna rağmen Meşrutiyetle birlikte 1908’de silah bırakan Ermeniler 1912’ye kadar ittifaka bağlı kaldılar. Ancak bu tamamen ana hedefe yönelik bir bağlılıktır. Nitekim Günay’ın eserinde (s.124) bu durum Pastırmacıyan tarafından şöyle dile getirilir: “Er geç Türklerle kozlarımızı paylaşacağımız açıktı… Osmanlılara karşı saldırgan bir tutum izlemekten kaçınıyorduk. Bunu tercih ettiğimizden değil… halkımızın en çok ihtiyaç duyduğu şey barış ve güvenlikti. İşte bunun için biz Taşnak mebusları 1912’ye kadar Osmanlı Meclisi’ndeki Jön Türk yönetimine güçlü bir muhalefet yapmadık…”
Ermenilerin talepleri tamamen karşılanmasa da ittifak çeşitli sorunlarıyla birlikte devam etti. 1912 seçimlerinde Taşnak Partisi İttihat ve Terakki’yi desteklerken Hınçaklar ve Patrikhane yerel özerkliği benimseyen Hürriyet ve İtilaf partisini destekler.
1912 Balkan faciası Ermenilerin özellikle Taşnaksutyun’un politikalarının tamamen değişmesine neden olur. Ekim 1912’de Hınçak ve Taşnak cemiyetleri ortak politika konusunda birleşir. Rusya’nın Anadolu’daki Ermeni milliyetçiliğini Osmanlıyı zayıflatacak bir niyetle tahrik etmesi de bu ittifakı zora sokacak, Ermenilerin menfaatlerini savunma iddiasında olan devletlerin araya girmesiyle de ittifak tamamen parçalanacaktır.
Kaynaklar
-Zoraki İttifaktan Yol Ayrımına: İttihat-Terakki ve Ermeniler (2020), Prof. Dr. Nejla Günay’ın eseridir. Bu yazı Prof. Dr. Günay’ın Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırmaları Merkezi Yayınlarından çıkan eserinden faydalanılarak yazılmıştır.
-Günay, Nejla (2019), “II. Meşrutiyet’in ilan Edilmesinden Önce İttihat ve Terakki-Taşnaksutyun İlişkisi”, 1000. Yılında Türk Ermeni İlişkileri, Ed. M.S. Bilgin ve Y. D. Bozkuş, Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı, s. 271-296.