Hızlı bir şekilde belirsizliğe doğru giden Avrupa’nın geleceği SDE’de konunun uzmanları tarafından değerlendirildi.
Yayına hazırlayanlar: Zeynep Defne YAVUZ - Burak SIRAKAYA
*Prof. Dr. Abuzer PINAR: Batı'da Refahın Sonu. Avrupa'da Sosyal Devlet Krizi Yaşanıyor
Avrupa sosyal devleti, sert bir sosyalizm ile kapitalizm arasında orta yolu seçti. Sovyetler Birliği'ndeki sosyalist sistemin somut biçimde çöküşünden sonra Avrupa sosyal devletle kendisini ayakta tutmaya çalışıyordu ama bu sıralar sosyal devlette ciddi bir kriz yaşanıyor. Sosyalist sistem kapitalist sistemle rekabet edemedi çünkü yapısı itibariyle rekabete müsait değil. Kapitalist sistem sahte de olsa, vatandaşa bir hedef veriyor. Bir gün sahip olma duygusunu, umudunu verdiği için sistem ayakta kalıyor.
Avrupa sosyal devleti çökerse ABD kapitalizmi mi kazanmış olur? şeklinde bir soru yöneltirsek, bunu olumlu cevaplamak mümkün görünmüyor. ABD’deki kapitalist sistemin ayakta durmasının sebebi, dünyanın diğer havzalarında oluşturduğu sömürü alanlarıdır. Hatta şu an doğrudan sömürüden ziyade gayet “meşru” olan uluslararası finansal sistem üzerinden bu avantaj fazlasıyla kullanılıyor. Bunun son dönemlerdeki en çarpıcı örneği Çin’dir. Çinlilerle yaptığımız görüşmelerde ‘Amerikalılar sizin ürettiğiniz ucuz malları tüketip refahlarını yükseltirken, siz yaz-kış hava kirliliğinden dolayı maskeyle yaşantınıza devam ediyorsunuz.’ demiştim. ABD’nin tükettiği o malın kirliliği üretim yapılan yerde kalıyor. ABD’nin bu refah düzeyini yürütme şansı yok aslında ama maliyetini başkalarına yükleyerek yürütebiliyor.
Bir gerçeği de göz ardı etmemek gerekiyor. Avrupa'nın yoksulluktan kaçan ve daha fazla kazanma hırsıyla hareket eden göçmenleri başta Amerika kıtası olmak üzere dünyanın bir çok yerini işgal etti. Kendi kavgalarını bu coğrafyalara taşıdılar. Biraz da bu gelişme ile Avrupa'da kalanlar bir müddet refah içinde yaşadı. Ama bu refahın da sonunun geldiğini düşünüyorum. Avrupa projesi göz ardı edilecek bir proje değildir. Ancak bu projenin yürümesi refah düzeyinin korunmasına bağlıdır. Şu an ABD kapitalizmine karşı bu refah korunamıyor. Bu yüzden eğer Avrupa ekonomiden başlayarak çöküşe geçerse buna şaşırmamak gerekiyor.
Ekonomik çöküş siyasal ve sosyal alanlara mutlaka yansıyacaktır. Göçle beraber bu daha net ortaya çıktı. İnsan hakları ve özgürlükler konusunda pek hassas olduğu düşünülen Avrupa’nın son dönemde görüntüsü o kadar da umut verici değil. Aklıma Yahudilerin ellerindeki Tevrat’taki faiz meselesi geldi. ‘Kendi aranızda faiz alışveriş yapmayın ama başkalarıyla yapabilirsiniz’ diyor. Avrupa'nın insan hakları anlayışının da bunun gibi olduğunu düşünüyorum. Kendi içerisinde bir sosyal yapı oluşturmuş olsa da başka anlayışlarla karşılaştığında bu kadar rahat davranmıyor. Mesela batılıların anlayışına göre Türkiye hiçbir zaman Avrupalı olamaz. Çünkü Türkiye onlar için en büyük tehdit. Halk dilinde, kitaplarda ve genel kanaatte Türkler için ‘barbarik’ ifadesi yer alıyor. Bu kavram on yıllarca toplum zihnine enjekte edilmiştir. Türklerin AB’ye girişinin var olan sistemlerini çökertebileceğini düşünüyorlar. Göçmenler de ciddi bir sorun olarak görülüyor.
Konuşmacılarımız Almanların aryan oldukları iddiasını dile getirdiler. Bu noktada İlber Ortaylı hocanın bir konuşması aklıma geldi: ‘Almanlar kendilerine ‘Aryan’ diyorlar. Bu, Ankara itfaiye meydanında veya Sirkeci’deki otellerin üzerine ‘Palace’ yazmaya benzer. Kuzey Avrupa’nın Aryanlığı da o. Afganistan, İran, Hindistan aryandır. Dil bağlantısı olduğu için, evin en kırıntı çocuğunun kendisini en asaletli evlat göstermesi gibi, almanlar da kendini aryan sayar. Onlar sadece aryan kültürün periferisidir”.
*Prof. Dr. Tevfik ERDEM: Avrupa Karşılaştığı Sorunları Kendi Başına Çözebilecek Kapasitede Değil
Avrupa'ya biraz yükleneceğiz ama hakkını da teslim etmemiz lazım.
Avrupa’da ciddi ve güçlü bir sivil toplumun olduğunu ve bu sivil toplumun hükümetleri eleştirme konusunda inisiyatifi ciddi bir biçimde elinde tuttuğunu gördük. ABD’nin Avrupa'daki çeşitli ülkelere kadar kamuoyunun, üniversitelerin ve sivil toplum kuruluşlarının mevcut hükümetlerin politikalarını etkilediğini gördük. Eskiden Filistin bayrağı görmek mümkün değildi. Şimdi her yerde bu bayrağı görüyoruz.
Avrupa'daki temel problem iki şekilde görüyorum;
-Avrupa'nın kendi içinden kaynaklanan problemler.
-Avrupa'nın dışından kaynaklanan problemler.
Dışından kaynaklanan problemlerin arkasında ise iki büyük aktör var. Aktörlerden birisi ABD diğeri de Çin’dir. Bu iki aktör Avrupa'nın geleceğini belirleyen çok önemli bir güçtür. Ukrayna işgali sonrası NATO'nun tekrar ön plana çıkması ve ABD’nin burada baş aktör olarak Avrupa'yı ve Ukrayna'yı domine etmesi, Avrupa için büyük bir krizi karşımıza çıkardı. Enerji krizi en fazla Almanya'yı etkiledi. Enerji krizi, Avrupa Birliği ülkelerini Amerika’ya daha fazla askeri ve ekonomik açıdan bağımlı hale getirdi.
Çin şu anda çok önemli bir aktör olarak görülmüyor. Ama gelecekte Avrupa Birliği ülkelerinin ekonomilerini ve ekonomilerinin yönelişini etkileyecek bir politikayı takip ediyor. Avrupa ülkelerinde benzinli arabalar yerine daha çok elektrikli arabalar ön plana çıkartılıyor. Çin, şu anda elektrikli arabaların bataryaları konusunda dünyanın birçok bölümünde tamamen üretim bölgelerini satın almış ya da fabrikaları satın alan bir politikayı takip ediyor. Dolayısıyla enerjide de önümüzdeki dönemde Avrupa Birliği ülkeleri yüksek olasılıkla Çin'e giderek bağımlı hale gelecekler.
Başka faktörler de vardır.
-Çin kaynaklı Covid-19 virüsü.
Avrupa ekonomisini büyük bir sıkıntıya soktu. Devletler sosyal yardımlar yaptı. Ama halkın oyunu alma konusunda sorun yaşadılar. Halka yardım yaptığınız zaman bu kez de burjuva dediğimiz girişimci sermaye sınıfla bir sorun yaşıyorsunuz.
-Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesi.
Bu işgal ile birlikte Avrupa'nın birçok ülkesinde çiftçi eylemleri başladı. Bunların arkasında yatan temel sebep Kiev’den gelen ucuz tahıl ve Amerika ülkelerinden gelen sığır eti ithalidir. Bunların her birisi Avrupalı çiftçiler için çok büyük bir problemdir. Bundan sonra çevre politikaları konusunda çok daha titiz davranan bir Avrupa Birliği politikasının hayata geçeceğini düşünüyorum. Çünkü maliyet artacak ve Avrupa başka krizlerle de karşı karşıya kalacak.
Göç probleminden bahsetmek istiyorum. Göç problemi aslında sadece Avrupa’nın bir problemi değil. ABD bu problemi yeşil kartla ya da başka şekillerde çözüyor. Çözemediği zaman da Texas'ta karşımıza çıkan sorunlar oluyor. ABD’de bu durum büyük bir problem olarak görülmüyor. ABD ekonomisi göç problemini absorbe edebiliyor. Ama Avrupa için ciddi bir problemdir.
Avrupa’nın 500.000 civarında göçmene ihtiyacı vardır ama kaçak göçmen sayısı çok daha fazladır. Avrupa’nın göçmene olan ihtiyacı ekonomik bir problem olarak karşımıza çıkacaktır. Bunun sebebi ise eşit olmayan bir iş gücüyle karşı karşıya kalınmasıdır.
Avrupa'daki sağ politikacıların ırkçılık ve yabancı düşmanlığı politikalarını giderek daha fazla ön plana çıkartması bir diğer problem arasında yer alıyor. Avrupa'ya göçmenlerin gelmesi demek, çeşitli sorunlarla baş başa kalmak demektir. İnsanlar her ne kadar ırkçı olmasa da beyaz ırkın bozulabileceğini düşünüyorlar.
Komşuluk ilişkilerinin bozulmaya başlaması sosyal bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Batıya gelen göçmenler, sadece ırk olarak değil dini yönden de tehdit olarak görülüyor. Müslümanları, kendi dinlerini yozlaştıran bir tehdit unsuru olarak gördükleri için artan üreme sayısı ile daha büyük bir sorun olarak gündeme gelmektedir. Müslümanlar kadınlar giderek daha fazla çocuk doğuruyorlar ve bulundukları bölgede de demokratif yapıyı değiştirebilecek bir aktör topluluğu olarak karşımıza çıkabilir. Avrupa'da sağ politikanın ya da ırkçılık politikasının yükselmesinin arkasında da göçmen faktörünü görmek mümkündür.
Fransa'da meydana gelen isyanlar ve Almanya'da oluşan sağ duyulu güçlü bir sivil toplum ırkçılığa karşı ön planda yer alıyor. Fakat bunun yanı sıra hala devam eden ırkçılığın giderek yükselmesi göz ardı edilebilecek bir şey değildir.
Avrupa, aydınlanma düşüncesiyle birlikte başlayan evrenselcilik ve hümanizm gibi temel kavramlara ne ölçüde sahip çıkacak?
Bu teorik olarak mı bağlılığını sürdürecek yoksa pratikte karşılığını görecek miyiz?
Açıkçası bunu görmek mümkün değil.
Geçenlerde Alman felsefeci, sosyolog ve siyaset bilimci Jürgen Habermas, İsrail'in soykırımcı politikasını destekleyen ve bunu meşrulaştıran bir söylemle karşımıza çıkmıştı. Bildiri yazdığı diğer akademisyenlerle birlikte, Avrupa'daki düşünce özgürlüğünün İslamiyet söz konusu olduğu zaman belli bir noktada durmuş olduğunu görüyoruz.
Avrupa'da düşünce özgürlüğü vardır ama bu LGBT’ye ve Antisemitizme kadardır. Fransa'da birçok akademisyen bir araya gelerek antisemitizm söylemlerinin, Avrupa ülkelerinde Yahudilik karşıtlığını artıracak yeni bir politikayı ortaya çıkarabileceğini ve artık bunun durdurulması gerektiğini söyledi.
Avrupa'nın geleceğine dair olumlu bir öngörü yapmak mümkün mü?
Avrupa'nın müstakil ergen bir kıta olarak ön plana çıkması çok mümkün değil. Almanya ya da Fransa öncülüğünde Avrupa'nın müstakil bir politika takip edebilecek konusunda iyimser değilim.
Avrupa'nın, içinde bulunduğu sorunları kendi başına çözebilecek bir politikaya sahip olmadığını düşünüyorum.
*Prof. Celalettin YAVUZ: Avrupa'yı İki Gelişme Çökertti
Özellikle Avrupa Birliği ile ilgili bir şey hatırlatmak istiyorum. Avrupa Birliği'ni ve Almanya’yı çok yakından takip ediyorum. Avrupa Birliği, hatırlanacağı üzere soğuk savaş sona erdikten sonra da Avrupa evi haline geleceği kanaatindeydiler. Siyasi birlik konusunda iddialıydılar. Fakat bu siyasi birliği 2 gelişme çökertti.
Birincisi, 2003 yılında ABD'nin Irak'a müdahalesi sırasında Almanya ve Fransa'nın ayak dirediğini biliyoruz. ABD, Irak’ta kitle imha silahları olduğunu iddia ediyordu. Fransa ve Almanya’da kitle imha silahlarının olmadığını ve Irak’a girmemesi gerektiğini düşünüyordu. Bu olay Avrupa Birliği'ni çatırdattı. Çünkü İspanya, İngiltere, İtalya, Polonya gibi ülkeler Amerika'nın yanında yer aldılar.
İkincisi, 2007 Avrupa Birliği Lizbon Zirvesin’de özellikle ekonomi ve savunmayla ilgili nitelikli oylarla karar alma mekanizması çöktü. 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalinde, Fransa ve Almanya'nın direnç gösterdiğini söylemiştim. Aynı liderliği, Rusya-Ukrayna savaşı sırasında bu 2 ülke gösteremediler. Çünkü bu savaş doğrudan onları etkileyecekti. Özellikle de Almanya etkilenecekti.
Alman sosyal demokratlara gelmek istiyorum.
Bir zamanlar Avrupa’daki yabancı karşıtı politikalara itiraz etmek üzere hepimiz Müslümanız, hepimiz Türküz diyen sosyal demokratlar vardı. SPD ve Yeşiller, bugün Gazze’ye ölüm yağarken seslerini çıkarmıyorlar. Türkiye, Suriye'nin kuzeyinde PKK terör örgütünün uzantısına karşı, sırf kendi istikrarı için yapmış olduğu harekata bile karşı çıkan Almanya Tarım bakanı Cem Özdemir nerededir?
Cem Özdemir konusunu açmışken çiftçi eylemlerinden bahsetmek istiyorum. Almanya’da çiftçi eylemleri var. Çiftçi eylemlerinin hedefinde ise ilk olarak Tarım Bakanı vardır. Her yıl Almanya'da nüfusun doğurganlık oranı azaldığı için yeni çalışanlara, özellikle de kalifiyeli elemanlara ihtiyaç vardır. Almanya'nın her yıl 800.000 kalifiyeli elemana ihtiyacı var. Bu da ancak dışarıdan göçle mümkün olabiliyor.