Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr
İran'ın, Pakistan, İsrail, Lübnan, Fransa, ABD İlişkileri
Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde 20.01.2024 tarihinde, moderatörlüğünü SDE Başkan Yardımcısı Alper Tan’ın yaptığı “İsrail Gazze’ye, İran, Irak ve Pakistan’a Saldırırken Tespitler ve Tahminler” konulu toplantı düzenlendi.
26 Ocak 2024 15:50

Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde 20.01.2024 tarihinde, moderatörlüğünü SDE Başkan Yardımcısı Alper Tan’ın yaptığı “İsrail Gazze’ye, İran, Irak ve Pakistan’a Saldırırken Tespitler ve Tahminler” konulu toplantı düzenlendi.

Konferansa; Doç. Dr. Omair Anas (AYBÜ-Hindistan), Doç. Dr. Hatice Çelik (ASBÜ), Gazeteci Mehmet Öztürk (TRT Arapça (E) Koord.), Gazeteci Turan Kışlakçı, Muhammad Fahim (Pakistan) ile SDE’nin koordinatörleri ve yazarları katıldı.

Yayına hazırlayanlar: Zeynep Defne YAVUZ - Burak SIRAKAYA

 

Alper TAN: Başlığımız İsrail Gazze’ye, İran Pakistan ve Irak’a Saldırırken Tespitler ve Tahminler. Bu konuda kısaca bazı hatırlatmalarda bulunmak isterim. İran’la ilgili çok ciddi tereddütler ortaya koyan bir takım kanaatler ve iddialar var. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.

İran 1979 devriminden hemen sonra komşusu Irakla savaşa başladı. Suudi Arabistan’ı tehdit gördü. Vekil örgütlerle Lübnan, Yemen ve Suriye’nin istikrarsızlaştırılmasına katkıda bulundu. Türkiye, diğer Türk devletleri, Afganistan, Pakistan ve Balkanlara rejim ihraç etmeye çalıştı. Karşılıklı olarak İsrail ve ABD ile zahiren yüksek perdeden restleştiler ama hiçbir zaman savaşmadılar, birbirlerinin ayaklarına basmadılar. Aksine eylemleri ile bölgede birbirlerine güç verdiler. İran, İsrail ve ABD’nin bölgeye yerleşmesine uluslararası meşruiyet zemini sağladı.

İran, hiç ilgisi olmadığı halde Hamas’ın 7 Ekim Aksa Tufanı taarruzunu yani başarısını sahiplenerek güç gösterisi yapmaya kalkıştı. Devrim Muhafızları komutanlarından birinin bu yöndeki açıklaması Hamas tarafından resmen tekzip edilince geri adım attılar. Hamas liderlerinden Salih el-Aruri, Lübnan’da Hizbullah’ın kontrol ettiği bir bölgede İsrail savaş uçağının hava saldırısı ile şehit edildi. Aruri’nin bulunduğu koordinatları İsrail’e kim vermişti? Çünkü adres, Hizbullah’ın kontrol ettiği bir bölgeydi ve gizli olması gerekiyordu.

2011’den bu yana halkını katleden Şam rejiminin bu katliamına destek olanlardan biri de Tahran’dır. Tahran zahiri söylemlerinin aksine Azerbaycan’ın Ermenistan işgalindeki Karabağ’ın geri alınmasından son derece rahatsızdır. İran, Azerbaycan’ın iki parçalı topraklarının Zengezur Koridoru ile birleştirilmesine karşı çıkmaktadır. İran, ABD ve NATO’nun Afganistan işgaline destek olmuştur. ABD’nin Irak’ı işgaline de destek olmuştur. İşgal sonrası Afganistan ve Irak anayasaları ABD ve İran tarafından ortaklaşa hazırlanmış olup bu durum bizzat İran cumhurbaşkanlarınca itiraf edilmiştir.

Türkiye’ye karşı, PKK'yı Kandil'de barındırıyor. Türkmenistan’a karşı Hazar Denizi'nde sınır muhafızlarıyla çatışmalar yaşanıyor, en son geçtiğimiz Eylül ayında oldu. İran, 1990'ların sonlarında Bakü’ye karşı Hizbullah birimlerini örgütledi ve petrol tesislerine saldırılar yapıldı. ABD-İran ilişkileri, 2 ortağın aynı çizgide olmak için farklı yönlere hareket ettiği bir İspanyol dansı gibi. Irak Başbakanı Sudani Amerikalıların ülkeyi terk etmesini istediğini söyler söylemez Devrim Muhafızları Irak'a saldırdı. İran’ın, Irak’ta öldürdüğü kişi kalkınma yolu müteahhitlerinden biriydi. İran'ın Pakistan'ı bombalaması, Pakistan, Türkiye ve Suudi Arabistan'ın savunma yeteneklerini geliştirme ve paylaşma anlaşmasını etkinleştirmek için İslamabad'da ortak bir toplantı yapmasından birkaç gün sonra gerçekleşti. Bu konuda ilk toplantı birkaç hafta önce Riyad’da gerçekleşmiş ve o hafta Türkiye ile Suudi Arabistan'ı FB-GS maçı ve Atatürk üzerinden karşı karşıya getirme komplosu yapılmıştı.

Şimdi bunları ifade ettikten sonra İranlı gazeteci Emir Taheri’nin bir haberini söylemek istiyorum. “Başkan Macron teslim oldu” başlığı ile yayınladığı haberde “Normalleşme planına dair ilginç ipuçları veriyor.” Yani İsrail, İran, Lübnan normalleşmesine dair bir plandan bahsediyor bu İranlı gazeteci. Plandaki ana başlıkları şu şekilde özetleyebiliriz. Paris'teki siyasi çevrelere göre:

 1- İran, Hizbullah'ın tüm ‎kuvvetleri ve füze rampaları Litani Nehri'nin kuzeyinde kalacak,

‎2- İsrail Hizbullah'a askeri operasyon yapmayacak

‎3- Fransa, Süleyman Frangieh'i Lübnan Cumhurbaşkanı olarak kabul ederek, Lübnanlı partileri devre dışı bırakılacak. 

4- Lübnan ile İsrail arasındaki sınırın çizilmesi, kara ve deniz sınırları BM onayı ile Fransa gözetiminde olacak. 

 5- Fransız enerji devi Total açık denizdeki petrol ve gaz sahalarının geliştirilmesinde İsrail-Lübnan ortak Avrupa konsorsiyumuna öncülük edecek 

 6- İran, Lübnan'daki özel “pozisyonunu” koruyacak. 

1979’dan bu yana İran sadece Müslümanlarla mücadele etti. Bu İslam Devrimi ile işbaşına geçen rejim, Müslüman olmayan ülkelerle hiç savaşmadı. Son 45 yılda İran'ın 2 komşusu hariç tüm komşularına karşı savaştı veya dolaylı saldırı ve terörizme karıştı. Peki bu iki komşu hangisiydi? Ermenistan ve Rusya. Çünkü onlar Müslüman değillerdi.

Gelelim İran-ABD ilişkilerine; İran Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi Başkanı olan ve aynı zamanda eski Cumhurbaşkanı Rafsancani, Irak ve Afganistan anayasalarının ABD-İran görüşmelerinin ardından yazıldığını açıklamıştı: "Afganistan'da Taliban savaşından sonra, yeni konular gündeme geldiğinde biz ABD'yle işbirliği ve görüşmeler yaptık. Irak'ta da böyle görüşmeler oldu. Her iki yerde de görüşmelerimiz faydalıydı ve her iki ülke için iyi bir anayasa yazabildik. Afganistan ve Irak halkının görüşlerini bu anayasalara yansıtabildik" Orada halk yok ama halkın görüşünü İran yansıtmış anayasada!

Eski cumhurbaşkanlarından Mahmud Ahmedinejad: “Afganistan ve Irak'ın işgalinde Amerika'ya yardım ettik.”  “Taliban İran’ın geleceği için tehdittir.” Afganistan'ı işgal edenler 50 yıl daha kalsalar bile rezil rüsva halde memleketten ayrılacaklar.” 2009’da söyledi bunları.

Dini lider Ayetullah Ali Hamaney'in başdanışmanı Ali Ekber Velayeti: "İRAN OLMASA ABD AFGANİSTAN'A GİREMEZDİ" "İran o sırada ABD'yle Birleşmiş Milletler (BM) bayrağı altında Taliban'a karşı ortak mücadelede bulunuldu. O görüşmeler sırasındaki temsilcimiz de o dönemde BM'deki daimi temsilcimiz (İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad) Zarif'ti. O sırada biz Pencşir vadisinde Taliban'a karşı duran Ahmed Şah Mesud'a destek veriyorduk. Afganistan'ın büyük bir bölümü Taliban'ın kontrolündeydi. O şartlarda İran olmasaydı Amerikalılar Afganistan'a giremezdi. Onlar Afganistan'a girme fırsatını yakalayana kadar görüşmelerden yararlandılar ancak Afganistan'a egemen oldukları anda İran'ı şer ekseninin üç ülkesinden biri olarak nitelediler."

Dönemin İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, işgal sırasında, ABD’nin Afganistan işgalini kınasa da meseleyi “BM’nin kararına saygı duyarız” şeklinde geçiştirdi. Muhammed Hatemi: “Taliban’ın Afganistan’da iktidarı tekrar ele alması, istikrarlı ve güvenli bir yaşam ümidi yerine geri kalmışlığı, terörü ve temel insan hakları kaybını dayatmak için Afganistan’ı vuran bir fırtınadır” sözlerini, 17 Ağustos 2021’de söyledi.

ABD ve İran, İsrail ve İran ilişkileri: İran, ABD’nin Afganistan’ı işgalini örtülü biçimde kolaylaştırmış, ABD de işgalden sonra Irak’ın yönetimini dolaylı olarak İran’a sunmuştur. ABD-İran ve İran-İsrail geriliminin önemli bir kısmı “kayıkçı kavgası” gibi görünmektedir.

Macron’un Lübnan Cumhurbaşkanı yapmak istediği Süleyman Antoine Frangieh kimdir?

Marada Hareketi'nin mevcut lideri ve Kuzey Lübnan'daki Zgharta-Zawyie Maronit merkezinin eski parlamento üyesidir. 2022-2024 Lübnan başkanlık seçimlerine adaydı.

1965'te Lübnan'ın Zgharta kentinde, Haçlı Seferleri sırasında Lübnan'a yerleşen Frank soyundan gelen Lübnanlı siyasi bir aile olan Frangieh kabilesine mensuptur. 1978'de Ehden katliamında öldürülen Tony Frangieh'in oğlu ve eski Lübnan Cumhurbaşkanı Süleyman Frangieh'in torunudur. Yani 1000 yıllık hesap kapanmamış. Hala aynı hedefe ilerlemektedirler.

Kısaca, İslam dünyasında İran’la ilgili yaygın iddiaları ve ciddi şüphe uyandıran açıklamaları aktardım.

Muhammad FAHİM: Pakistan ve İran arasında eskiden bir sorun yoktu. İran, 4 Ağustos 1947 de Pakistan’ı tanıyan ilk devlet oldu. İran'da İslam Devrimi olduktan sonra da rejimi ve onun hükümetini tanıyan biz olduk.

Sonra Suudi Arabistan ve İran arasındaki ilişkileri çok iyi değildi. Bizim ilişkilerimiz ikisiyle de iyiydi. Biz aralarında bir denge kurduk. Biz dış politikamızı Müslüman bir ülkeyle savaşmama prensibi üzerine kurduk.

Hindistan ve Pakistan’ın kurulduktan sonra aralarında yaşanan savaşlar var. Bunların en belirgini 1965 yılındaki Eyüphan dönemindeki savaş. O dönemde bize İran askeri yardımda bulundu.

Terör meselesinde de Pakistan ve İran arasında iyi bir koordinasyon vardı. Çünkü o bölge hep sıkıntılıydı. Bu arada terör grupları vardı. Belucistan aslında sıkıntılı bir bölgeydi. Ayrılıkçı hareketler oldu. 2 tane temel grup var. Birisi Belucistan Kurtuluş Ordusu diğeri de Belucistan Kurtuluş Cephesi. Bunlar Pakistan’a karşı savaşıyorlar.

Birçok okuma yaptım. Uzmanların yazılarını okudum. Bütün bunlardan hareketle sadece tahminlerimi söyleyebilirim. Nitekim okuduklarımda da hep tahminler var. Öncelikle Pakistan’da bir iç baskı vardı. Gazze’de tabiri caizse kıyamet kopuyor. Ama İran bir şey yapmıyor. Dolayısıyla halkın dikkatini dağıtmak konusunda böyle yanlış bir maceraya atıldı İran. Yani burada İran’ın yanlış düşünmeye sevk eden bazı faktörler unsurlar vardı. Mesela biz de Belucistan'da terör faaliyetleri var. Pakistan önceden ismini söylediğim iki militan gruplarla savaşıyor, Afganistan'la ilişkileri bozup Hindistan tepkisi var diğer taraftan. Yani büyük düşman o tarafta aynı zamanda ekonomi çok zayıf. Yani IMF’den rahmet bekliyorlar. Diğer taraftan da siyasi bir istikrarsızlık var. Seçime doğru gidiliyor. Şu an Pakistan'da bir geçici hükümet var. Seçimleri yaptırmak üzere gelmiş bir geçiş hükümeti. Seçim 8 Şubat’ta.

Özetle, İran’ı bu yanlış maceraya yönlendiren düşünceler faktörler belli. Yani bu yapacağı saldırı ile nasıl olsa Pakistan bize bu zayıf haliyle cevap veremez. Dolayısıyla biz onları vuralım. Hem Pakistan’a hem de Pakistan üzerinden İran’a saldırmak isteyen ABD’ye bir mesaj olsun. Pakistan, ABD ile ilişkilerini yeni baştan kurmak istiyor. ABD-Pakistan ilişkilerinin yeni baştan kurulmasının İran açısından manası, İran sınırındaki Pakistan’ın güçlenmesi. Bunun İran’a olumsuz bir etkisi olacak diye düşündüler. Dolayısıyla İran, bir mesaj vermek istedi ve önleyici bir darbe vurmak istedi. İmran Khan döneminde ABD ile ilişkiler zayıflamıştı. Şimdi bu ilişkileri Pakistan onarmak istiyor. Çünkü bizim Batıyla ticari ilişkilerimiz var. Diğer taraftan Batıyla ilişkileri güçlendirmek istiyoruz.

Son olarak bu işin daha da tırmanacağını zannetmiyorum. İki taraf da açıklama yaptı ve Pakistan milli güvenlik konseyi savaş iki komşunun lehine olmayacak dedi. Aynı açıklamayı İran da yaptı. Dolayısıyla bu durum tırmanmayacak. Pakistan bir yandan Taliban’la mücadele ediyor. Diğer taraftan diğer süper güç Hindistan var. Ekonomi bozuk, siyasi istikrarsızlık var. Bunları kaldıramaz Pakistan. Dolayısıyla tekrar eski statüden devam edecek. Suudi Arabistan’la İran arasında denge oluşturacak. Yani İran yanlış bir hesap yaptı ama daha sonra bu yanlış hesabından dönmek istiyor. Çünkü Pakistan’da derin devlet var. İran’da da var. İran şunu da düşündü. Pakistan’la bir savaşa girecek olursak Pakistan’da ekonomik bir kriz olmayacak. ABD ve Suudi Arabistan onlara destek verecek. Dolayısıyla İran’ın aleyhine olabilecek bir durum var.

Teşekkürler.

 

Turan KIŞLAKÇI: Öncelikle İran cenahından bakalım. İran’da kurulduğu günden beri Kudüs Tugayları Birliği var. İlkokuldan üniversiteye kadar her yıl halktan para topladılar. İran Devriminden beri Kudüs için savaşı bekliyorlar. Kudüs Birliği’nin Kudüs’ü kurtarması düşünülüyor. Fakat bu birlik Kudüs haricinde her yere gitti. İran hükümetinin hepsinin zihninde son 10 yıldır ciddi sorunlar oluştu. Mesela İstanbul'da biraz rejim karşıtı olan İranlılarla dahi oturduğumda son 1-2 aydır ben İranlılara, yahu Filistinliler mazlumdur, mazlumların yanında olalım dediğimde İsrail'i desteklemeyin demeye çalışıyorlar. Mollalar yıllardır bizim paramızı aldılar. Bizi sömürdüler. Hep bizi kullandılar. Biz artık hem Kudüs’ten hem İranlı Mollolardan nefret ediyoruz dediler. Böyle bir algı var. Bu İran’ın içinde de nüksetti. İran, Filistin için bir şeyler yapmıyor. Bu kadar para toplandı. Bu kadar iş yaptınız. Yemen’e girdik, Irak’a girdik, Suriye’ye girdik. Filistin’e niye yardım etmiyoruz? Biz İsrail’den korkuyor muyuz algısı var.

İran buna formüller arıyordu. Bazen Hizbullah üzerinden cevap vererek. Ama bu halkı tatmin etmiyor. İşte bizde de sıkıntı var demeye getirdi. İşte en büyük olaylardan birisi, 3 Ocak'ta galiba Kasım Süleymani'nin vefatının yıl dönümünde Kirman şehrinde bir patlama oldu. O patlamada ölenler genelde çocuklar. Başka şehirlerden anma için getirilen gençlerdi. Şimdi İranlılar şunu soruyor, bu kadar yıldır mücadele edilen bir terör örgütü nasıl askerin ve hatta polisin olduğu bir yere, daha başka bir yerde de yolun kenarına bomba bırakabiliyor? Ve ölenlerin çoğu da çocuk. Tabii Kirman bölgesindeki birçok hastane yetkilileri gazetelere, televizyonlara verdiği röportajda bir hafta öncesinde yönetim bize hazır olmamızı, bir saldırı olacağını söyledi diyorlar. Tam bir saldırı olacak. Kirman da hastaneler hazır olsun, büyük yaralılar çok kişi ölüp yaralanabilir gibisinden. Şimdi bunlar televizyonlarda da açıklamalar yaptılar. Tabii bunlar zavallı, siyasetin İran'ın yürüttüğü siyasetten de haberi olmayan diyelim. Saldırı olacak diye biz de hazırlık yapmıştık ve bu saldırı oldu dediler. Şimdi halkın kafasında bu sefer daha çok şüpheler uyandı. Güvenlik görevlilerine bir saldırı yok, bir hafta önceden hazırlık yapıldı denmiş. Terör örgütü DAEŞ diyelim ve kaydedilen hangi bir saldırı düzenlendi de aynı gün üstleniyor? Neden bir gün sonra? Bu kadar baskılar sonrası bir örgüte İran'da DAEŞ deniyor. Hani bunu hangisi yapabilir? Bu sefer sorular, sorular peşi sıra gelmeye başladı.

Bir ciddi iç sıkıntı yaşadık ve burada işte Erbil'e bir saldırı ve ikincisi Pakistan'a bir saldırı. Peşi sıra. Burada tabii Pakistan'a yapılan saldırı sınırda bir bölgeydi. Bölücülerin oradaki varlığı tabii o da uzun bir konu. Arkadaşlar da kısmen girmedi zaten ona. Oradaki direniş, kurtuluş hareketi 1 milyon nüfusta o kadar büyük bir terör örgütü, bir kamp olması imkansız. Buna zaten Pakistan da izin vermez. İran içinde kısmen belli bir örgüt var ama iki taraf da zaten yıllardır anlaşma yapıyor. Bir terör anlaşması var, birbirine her konuda destek oluyor. Bu anlamda büyük bir çatışmaya yol açacak saldırıyı o örgütlerin yapması imkansız. Peki neden düzenlendi İran’da böyle bir saldırı? Burada birçok sebep zikrediliyor fakat daha çok üzerinde durulan nokta İran'ın kendisine yapılan saldırılara karşı bakın, biz tehdit ediliyoruz, işte bakın Irak'ta MOSSAD'ın yeri vardı vurduk. İşte bir iş adamın evini ve çocuklarını vuruyor. İşte Pakistan'ı vurdu. Zavallı bir köy. Köyde bir ev, ölenlerin çoğu çocuk. Fakir bir aileydi. Fakir bir ailenin evini vurdular. Pakistan'da biz buna cevap vereceğiz dedi ve bir gün sonra cevap verdi. Pakistan'ın vurduğu yer de yine aslında bir köydür. Tamam sert bir cevap verdi fakat ölenler yine zavallı köy ahalisi. Orada da sekize yakın kişi öldü. Yine çoğu çocuktu. İran bunların cinsiyetini söylemedi. Fakat şöyle bir açıklama yaptı. Yabancıları Pakistan vurdu deyip üstünü kapatmaya çalıştılar. Peki neden oldu bunlar? Üç ay öncesi Pakistan Genelkurmay Başkanı, Savunma Bakanı iki defa, ABD Savunma Bakanı, iki defa İran'a gizli gayriresmi ziyarette bulundu. Fakat İran medyası bunu yazdı. Sebebi de şu an İmran Han tutuklandıktan sonra Amerika ile ilişkilerini düzeltmeye çalışan Pakistan yönetimi, Amerikalıların bazı talepleriyle karşı karşıya geldiler. Birincisi Afganistanla ve Talibanla savaşacaksınız. Onlar orada rahat etmeyecek. Fakat Pakistan bir türlü bunu göze alamıyor.

Orada olarak seçim yapsa kendi içinde de Peştunlar var, işte Peşaver civarı. Kendi ordusu içinde de bir grup var. Böyle bir şey kendisi yapmak istemiyor. Pakistan'ı İran’a, İran'ı Afganlara karşı kışkırtmak, İran'la Afganlar karşı karşıya getirmek üzere belli dosyalar hazırladılar. Kendisi bunu yapamıyor ama Amerikalılara biz İran'ı kışkırtırız ve bunu yaparız. Böyle bir hedef için İran'ı iki defa ziyaret ettiler. İranlılar bunu kabul etmedi. Kabul etmemesinin sebebi de şu. Çünkü İran zaten ben bu bölgede yaşıyorum. Bir doğu bölgesinde olsun istemiyorum. Nasıl Basra Körfezi İran için bir nefes alma borusu ise gayriresmi petrol ithalatı, ihracatı, doğalgaz ve dolar işini nasıl sağlıyorsa Afganistan'ı da öyle kullanmaya başladı. Afganistan sınırından aslında gayriresmi ticaretin olduğu bir hatta çevirdi orayı. Oradan dolarlar girip çıkıyor. Kaçakçılar üzerinden işte kaçak petrol, doğalgaz şeyleri Afganistan üzerinden yapıyor. Oradan Özbek, Kırgızistan birçok yere böyle şeyler yürütüyor İran. Tabii İran bundan dolayı Pakistan'dan gelen bu talepleri kabul etmedi. Yani ben Taliban'la bir çatışmanın içine girmek istemiyorum. Onlar bir çatışma düşünüyorsa bile ben şu anda düşünmüyorum bunu.

Fakat bundan bir ay önce de Hindistan'dan üst düzey yetkililer İran'ı ziyaret ettiler. İran'la bir anlaşma imzaladılar. Hindistan'da İran'la birlikte çaba var. Limanda İran'ın Basra Körfezi'ne açılan limanında Hindistan, İran'a gelin biz de böyle Pakistan'la Çin'in yaptığını biz de beraber yapalım dediler. İranlılarla bir anlaşma imzaladılar, yeni bir liman anlaşması. Asıl Amerika var bu işin içinde. Amerika Pakistan'ın yanında gözüküyor ama asıl hedefi Çin, Hindistan'la İran arasındaki o yol. Çünkü biliyor ki yarın savaş olduğunda diyelim Çin'le, Amerika savaşında Pakistan kimin yanında yer alır? Çin'in yanında. Hepimiz biliyoruz. Peki, Hindistan kimin yerinde yanında yer alır? Amerika'nın yanında yer alır. Burada bu saldırı aslında İran benzeri böyle büyük bir saldırı olmasa bile bu füzeler geçen yıllarda aslında Pakistan sınırına atıyordu. Fakat her füze attığında hemen İranlı bir yetkili Pakistan'a gidiyor ya özür dileriz çünkü biz kendi içimizi konsolide etmek için böyle yaptık. Siz efendiler lütfen şey yapmayın, siz cevap vermeyin. Pakistan cevap vermiyordu. Yani geçmişte, 20 yılda buna benzer birçok saldırı yaptı aslında İran o bölgelere. Peki, neden Pakistan bu zamanda cevap verdi? Neden önceden cevap vermiyordu da bugün cevap verdi? Şimdi bu da bir tartışma konusu. Deniyor ki, bir Pakistan Afganistan konusunda İran’ı ikna edemedi. İkincisi, Gwadar limanına alternatif orada bir limanın oluşması. Çünkü sen Belucistan’ı vurduğunda aslında o yol güzergahının da tehdit altında olduğunu, güvenli olmadığını gösterdin. Ben de seni vuracağım, ben de senin tarafında olacak şimdi ve gelecek yol haritası o yolun da güvenli olmadığı mesajını vermeye çalışacak gibisinden.

Şimdi bunlar tabii tartışma konusu ama ana hedefler bunlar deniliyor. Yani Pakistan’ın bugün geçmişte de benzeri saldırı olmasına rağmen cevap vermesinin ana sebeplerinden bir tanesi bu alternatif yola karşı bak biz de varız demesi. Peki, Pakistan ve İran savaşır mı? Bu devam eder mi? Hem Pakistanlı hem İranlı yetkililer de çok iyi biliyor ki böyle bir savaş olmayacak Pakistan ve İran arasında. Olması da şu anda şu şartlarda mümkün değil. Çünkü ikisinin de daha büyük sorunları var. O sorunlar ikisini bir araya getirdi ve diğer büyük sorunlarını bir yana bırakmış olacaklar, ikisi için de büyük bir kabus olacak.

Alper TAN: Peki çok kısa olarak Turan Bey, İran'ın bu Kuzey Irak'ta bir müteahhidi, iş adamını vurması, ailesiyle onun bir anlamı var mı? Çünkü onun da Basra Körfezi'nden Türkiye'ye İstanbul üzerinden devam edecek kalkınma yolunun müteahhitlerden birisi olduğu ifade ediliyor. Yine yol meselesine geliyor. Böyle bir alaka kurulabilir mi? O konuda ne düşünüyorsunuz? Çok kısa olursa sevinirim.

Turan KIŞLAKÇI: Birincisi İran'ın o iki saldırısı da aslında onla alakalı. Tabii iyi tetkik edilmesi gerekiyor, iyi araştırılması gereken konular daha doğrusu. Mesela bugün de,  şimdi İranlı üst üste iki yetkili, daha doğrusu Devrim Muhafızlarından iki üst düzey yetkili Şam'da öldürüldü bugün. Bu sabaha doğru İsrail saldırdı, iki kişiyi öldürdü. Hem de üst düzey iki yetkili. Bu da büyük ihtimalle yine İran için ayrı bir sıkıntı olacak. Çünkü burada Amerika'nın ana hedefi Pakistan'ı Afganistan'da bir savaşın içine sürüklemek. Çünkü Pakistan Afganistan ile meşgul olursa Amerika bir taşla dört beş kuşu birlikte vurmuş olacak.

Alper TAN: Bu işin arkasında, yine büyük şeytan görünüyor, Amerika görünüyor.

Turan KIŞLAKÇI: Kesinlikle hocam. Yüzde yüz bakın yüzde yüz. Hem İran cenahında da, hem Pakistan cenahında da.

Alper TAN: Böylece İsrail, Gazze meselesi de gündemden düşürülmüş oluyor.

Turan KIŞLAKÇI: Evet, böylece Gazze'nin gündemini de düşürmüş oldular iki ülkede. Bu iki ülkenin de işine geldi. Çünkü halkların baskısı var. Bir de, en çok Amerika'nın işine geldi aslında Gazze olayını unutturmak için. Tabi birçok şey sıralanabilir. İsrail'in tarafından da farklı şey, Amerikan tarafına farklı okunabilir bu. Fakat ana şey Amerika'nın tamamen Gazze olayını unutturmak için yaptığı bir eylem iki ülkenin de işine geldi. Hem Pakistan'da hem İran da işine geldi bu olay.

Sinan TAVUKCU: Kasım Süleymani’nin ölümünün dördüncü yıl törenine ailesi ve devletin üst ricalinden hiç kimsenin katılmadığına dair bilgiler var. Nitekim bir gün öncesinden dini lider Hamaney aileyi ziyaret etmişti. Siz dediniz ya bir hafta öncesinden hazırlık yapılmıştır diye, onu teyit eden bir bilgi.

Turan KIŞLAKÇI: Bakın o bilgiler de doğru, onlar da doğru. Zaten İran'da yapılan tartışmanın bir tanesi o. Bunların nereden haberi vardı. Yetkililerin katılmamış olması. Neden katılmadılar dördüncü ölüm yıldönümüne? Aileden kimse ölmüyor. Üst düzey güvenlik görevlilerden kimse ölmüyor. Sadece oraya anma için gelen farklı şehirlerden gençler, onlar ölüyorlar.

Alper TAN: Oraya bir de şunu ekleyelim. Irak'ın eski başbakanlarından Nuri El Maliki de o saldırıyı, Kirman’daki saldırıyı düzenleyen örgütle ilgili. DAEŞ'i Amerikalılarla biz ortaklaşa kurduk açıklamasını yapmıştır.

Turan KIŞLAKÇI: Ama orada DAEŞ diye bir şey yok. Fakat İran zaten onu da diyor. İlk başta DAEŞ dediler. Bu sefer belli örgütler yaptı dediler. Belli örgütler de, o kadar kuvvetli bir örgüt yok. Zaten bir milyonluk bir halkı, bir nüfusu olan bir halk. Pakistan'ın desen zaten halledecek onu halleder çözer böyle bir şey. Tabii orada az önce zikrettiğim ana şey Pakistan, Hindistan, o çıkar kavgaları.

Teşekkürler.

İhsan BAŞBOZKURT: Şimdi Amerika'nın Ortadoğu'da, Körfez'de, yanı başınızda, Afganistan'da neler yaptığını sadece terör üretmekten ve ülkeleri kan gölüne çevirmekten başka bir amacının olmadığını biliyorsunuz. Fahim bey, Pakistan’ın yönünü bu ABD’ye çevirmek istediğini söylediniz.

Şimdi Çin'le Pakistan'ın her konuda ekonomik, askeri, savunma sanayi konusunda müthiş bir ilişkisi var. 2021 yılında JF 17 savaş uçağından elli tane sipariş verdiniz. Hatta Çin'in yaptığı beşinci nesil savaş uçağının da ortağı oldunuz. Peki, bunları nereye koyacaksınız? Şimdi koca bir dev, Çin var. Çin ile Pakistan'ın müthiş bir ilişkileri var. Yani siz Amerika'ya yöneldiğiniz zaman Çin'le bu ilişkinizi nereye koyacaksınız? Devlet ne diyor?

Muhammad FAHİM: İran, Suudi Arabistan meselesinde olduğu gibi Pakistan, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri arasında bir denge oluşturmaya çalışıyordu. Ama İmran Khan geldiğinde Çin ve Sovyet bloğuna yaklaşmak istedi. Daha doğrusu o son Moskova ziyareti vardı. Petrol ve buğday anlaşmaları olacaktı, onu da yapamadı. Dolayısıyla o dengeyi bozdu.  Şimdi bu yeni, daha doğrusu ifade ettiği Pakistan'ı yönetenler bunu tekrar kurmak istediler. Olay bundan ibaret. Tekrar Çin ve Amerika Birleşik Devleti arasında bir denge oluşturmaya çalışıyor Pakistan.

Doç. Dr. Omair Anas: Öncelikle, niye düzen değişiyor biz biliyoruz. O değişen düzende her devlet ve her devlet dışı güçler kendisinin etkisini genişletmek için çalışıyor. O bağlamda İran, Pakistan tabii ki Türkiye, aynı zamanda Suudi Arabistan ve her ülkeler çalışıyor. Yani İran ve Pakistan arasındaki ilişkiler her zaman çok iyi değil. Ama aynı zaman İran ve Pakistan arasında rekabet ilişkileri de var. Orta Asya'da çok rekabet var. Kim daha etkili bir devlet olacak? İran, Orta Asya'da Şiileştirmek için çalışıyor. Ve Pakistan bir Sünni devlet olduğu için o kadar mutlu değil. O yüzden biraz rekabetli bir ilişkiler var aralarında.

Aynı zaman da İran ve Pakistan arasında bir sınır var. O sınır o kadar güvenli bir sınır değil. Yani mesela milisler, iki taraf da var. İran'da Sünni güçler var ve Pakistan'da komünist güçler var. Komünist güçler İran devleti tarafından destek aldı. İran'daki Sünni milisler de biraz Pakistan tarafından destek aldı. Yani Pakistan ona destek veriyor özellikle. Ama bence o Amerika'dan daha fazla destek alıyor bence.  Amerika ve Suudi Arabistan da aynı zamanda destek veriyor. Pakistan’dakiler Sovyetler tarafından destek alıyorlardı. Son dönemde Pakistan, Ortadoğu'da ve tüm dünyada etkisini kaybediyor. Yani ekonomi çok kötü olduğu için ve istikrarsız olduğu için Pakistan her alanda güç kaybediyor.

Ama şimdi İran neden böyle bir karar aldı? Bence bu saldırı iyi bir şekilde düşünülmüş bir karar değildi. İran'da askerî yapı biraz kompleks. Devrim Muhafızları var ve asker var. Devrim Muhafızları sadece dini lidere bağlı, asker ise cumhurbaşkanına bağlı. İran ne yapmış? Geçen senelerde aynı askeri yapıyı Irak'ta oluşturmaya çalıştı. Aynı yapı Lübnan'da var. Bir yanda asker var aynı zaman da Hizbullah da var. Irak'ta da oldu. Ordunun yanı sıra Haşdi Şabi de var. İran öyle istiyor. Hatta Irak’ta Haşdi Şabi resmi ordudan daha güçlü.

Peki, son zamanda ne oldu? Bence asker ve devrim muhafızları arasında koordinasyon yoktu. Koordinasyon olmadığı için biraz iletişim eksikliği oldu. Bu büyük bir hata oldu. Bu kaza her şeyi değiştirdi. İran ve Pakistan arasındaki güvene zarar verdi. Daha önceki gibi olmayacak. İran bu saldırılardan sonra daha da çok şeyler kaybedecek. Pakistan, İran için çok önemli bir ülke. Devrim Muhafızları istikrarı bozan bir güç. İran böyle bir yapıyı her ülkede oluşturmaya çalışıyor. Pakistan’da da vardı. Pakistan’da Sünni ve Şii güçler arasında çok çatışma oldu. İran’da asker de var, Devrim Muhafızları da var. Tek bir silahlı güç olması gerekiyor. Aksi takdirde koordinasyon olmuyor. Devrim Muhafızları devlet dışında bir güç olarak görünüyor. Bölgedeki istikrar için büyük bir tehdit. İleride daha tehlikeli olabilir. Pakistan, Devrim Muhafızlarıyla ilişiğini azaltabilir. Devrim Muhafızları PKK’ya da destek veriyor. Son olarak bu çatışmada Amerika’nın büyük bir rol aldığını görüyorum. Ama Pakistan, Amerika ile konuştu. Öyle İran’a karşılık verdi.

Teşekkürler.

 

Doç. Dr. Hatice ÇELİK: Meseleyi İsrail-Gazze özelinden aslında bu tarafa, İran-Pakistan meselesine getireceğim. Çünkü genel olarak Asya Pasifik ülkelerinin bu meseleye bakışı sadece İran ve Pakistan arasındaki bu son gerilimden değil, doğrudan İsrail-Filistin meselesiyle ilgili. Şimdi öncelikle biraz Asya-Pasifik ülkelerinin İsrail'in Gazze'ye başlattığı bu büyük savaşın onlar tarafından nasıl algılandığı hususunda genel birkaç şey söylemek istiyorum. Sonra da meseleyi İran-Pakistan çatışmasına nasıl baktıklarına getireceğim.

Aslında Asya-Pasifik tabii ki çok geniş bir coğrafya. Belki biraz bölgesel olarak bilmemiz gerekiyor. Çok temel olarak bildiğimiz üç ana bölge var Doğu Asya, Güney Asya ve Güneydoğu Asya. Doğu Asya dan kastım Çin, Japonya, Kore, Tayvan ve Kuzey Kore. Güney Asya'dan kastettiğim Hindistan, Pakistan ve Afganistan. Güney Doğu Asya da genel olarak ASEAN ülkeleri. Yani Endonezya, Malezya, Brunei Singapur, Tayland, Filipinler, Kamboçya, Laos, Vietnam gibi kabaca özetleyebiliriz. Şimdi burada İsrail'in Filistin'e açtığı bu büyük ve yıkıcı savaşın, saldırının genel olarak buraya nasıl yansıdığı meselesi önemli. Yine aynı şekilde bu bölgesel bölünme üzerinden analiz edilebilir.

Burada en temel noktalardan bir tanesi, belki de en başta söylememiz gereken şeylerden biri, uluslararası toplumun belki de şimdiye kadar hiç görülmemiş ölçüde Filistin'e bu kadar açık destek vermesi. Belki de günümüzde teknolojinin, sosyal medyanın bu kadar gelişmiş olması, ilerlemiş olması bunda büyük bir etken oldu. İnanılmaz bir boykot var. Çünkü sıradan insanlar olarak bizlerin yapabileceği biliyorsunuz ki çok fazla şey yok. Sonuçta biz siyasi liderler değiliz, ülkeleri yönetmiyoruz. Ama sıradan vatandaşlar olarak sıradan insanların yapabileceği en temel şeylerden biri boykot ve özellikle sosyal medyada bu meselenin daha görünür kılınması. Bazen,  ölen çocuklar, kadınlar, yaşlılar gibi çok hassas içerikli görüntüleri de maalesef paylaşmak zorunda kalıyoruz. Bunda etik kaygılarda duyuyoruz. Ama, diğer yandan da maalesef ne kadar çok insan bu görüntüleri görürse bu yaşanan zulmün büyüklüğünü, trajedinin büyüklüğünü, algılamaları açısından bir faydası var. Bu noktada büyük uluslararası toplum baskısı Asya ülkelerini de etkiledi. Özellikle Çin, Japonya ve Kore'ye baktığımızda bunlar daha itidalli davranmaya çalışan, özellikle Çin tabii ki biraz daha içişlerine müdahale etmeme prensibi güden bir ülke olmakla birlikte, Filistin konusunda tabii çok net bir tavrı var. Yani Filistin halkının kendi kaderini tayin etme hakkını en başından beri destekliyorlar. Şöyle bir genel denklemden bahsetmek lazım, Filistin meselesi Asya ülkelerinin bazılarında daha anti emperyal bir noktadan ele alınıyor. Yani sadece bunu bir din savaşı olarak görebilirsiniz. İsrailliler, İsrail'in bir kısmı bunu din savaşı olarak görüyor olabilir. Filistin'in bir kısmı bunu din savaşı olarak görüyor olabilir ama bir de belki biraz daha sol eğilimli ya da genel olarak geçmişinde emperyal sömürgeciliğe maruz kalmış ülkeler bunu daha anti emperyal bir noktadan ele alıyor ve İsrail'i bir emperyalist güç ve bütün Filistin coğrafyasını ele geçirmeye çalışan bir işgalci güç olarak tanımlıyorlar.

Çünkü Ukrayna meselesinden son derece farklı. Sanıyorum ikiyüzlülüğe varan bir yaklaşımları söz konusu. Fakat bu anti emperyal bakışa sahip olan ülkeler daha çoğunlukla Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkeler. Endonezya, Malezya benzer şekilde Brunei, belki Pakistan vesaire. Bunlar daha hem anti emperyal bir yerden hem de Müslüman bir nüfusa sahip oldukları için aynı zamanda. Tabi ki bu dini hassasiyet, insani hassasiyet. Fakat Kore ve Japonya gibi ülkeler sonuçta biliyorsunuz Amerika Birleşik Devletleri'nin çok güçlü müttefikleri ve Birleşmiş Milletler'de ki oylamaya baktığınızda da aynı öneriyi ABD getirdiğinde desteklerken, mesela Rusya bu öneriyi getirdiğinde, yani acil insani ateşkes çağrısını Rusya getirdiğinde çekimser kalıyorlar. Bir anlamda Amerikalı müttefiklerini gücendirmemek için Rusya'nın getirdiği o önerileri ya da önergeler için daha çekimser oy kullanıyorlar. Kore ve Japonya gibi ülkeler bu coğrafyaları çok bilmeyen insanlar aslında. Herkesi böyle bir aynı ırktan ya da böyle bir genel Müslümanlık üzerinden tanımlıyorlar. Ve dediğim gibi çok genel bir bölge bilgileri olmasına rağmen oralarda bile çok ciddi protestolar, Filistin lehinde Filistin halkına destek olmak için çok çok ciddi protestolar gerçekleştirildi.

Fakat Güneydoğu Asya ülkeleri bu noktada biraz daha ön planda. Özellikle Endonezya, Malezya açıkça Filistin'e yönelik bu zulmün bir an önce bitmesi için hem uluslararası topluma çağrı yapıyorlar hem de kendileri Filistin halkına maddi manevi desteklerini gönderiyorlar. Kaldı ki Endonezya’yı en fazla rahatsız eden ya da Endonezya toplumunda çok tepkiye sebep olan noktalardan bir tanesi de Endonezya yardımlarıyla yapılan Gazze'deki Endonezya Hastanesi'nin vurulması oldu. Orada tabii bir sürü yer bombalanıyor, bir sürü yer ateş altında. Ama Endonezya Hastanesi'nin vurulması, sembolik de olsa halkın bütün o tepkisinde, tek vücut olmasına yardımcı olan noktalardan biri olarak karşımıza çıkıyor.

Güney Afrika zaten Uluslararası Adalet Divanına bu davayı götüren, daha doğrusu bu meseleyi bir uluslararası dava olarak sunduğu için öne çıktı. Küresel Güney'i, yani gelişmekte olan ekonomileri, gelişmekte olan ülkeleri, bütün bu küresel kuzeye karşı sanayileşmiş kapitalist ve emperyalist ülkelere karşı savunan ülkelerden biri olarak çok büyük bir yumuşak güç unsuru da elde etti diyebiliriz.

Güney Afrikalı yargıçların, avukatların bu davayı, duygusallığa götürmeden, gayet kanıtlara dayalı olarak Lahey'de nasıl savunduklarını gördük. Ama tabi ki işin duygusal boyutundan kaçmak da çok mümkün değil. Tam bir trajedi söz konusu. Bütün bir uluslararası toplumda Güney Afrika mazlumların sesi oldu, mazlumların o yükselen acısını uluslararası arenaya taşıdığı için çok büyük bir etki kazandı.

Belki bu Endonezya üzerinde de etkili olmuş olabilir diye düşünüyoruz. Birkaç ay önce Kasım ayının sonunda Güney Afrika'ya gitme fırsatım olmuştu ve orada Cape Town'da Müslümanların tarihsel süreç içinde Müslümanların biraz daha yoğun yaşadığı bir bölge var. Orada mesela bütün evlerin sokaklarında neredeyse Filistin'e özgürlük, Gazze'ye özgürlük afişleri asılı. Bunun İngilizcesini o renkli evlerin üzerlerine yazmışlardı. O yüzden Güney Afrika Cumhuriyeti'nde büyük bir destek var Filistin halkına karşı. Asya ülkeleri de, özellikle Müslüman nüfusa sahip ülkeler bunu önemli bir mesele olarak görüyorlar. Fakat burada biraz daha çekimser ya da daha sesini çok yükseltmemeye çalışan bazı ülkeler de var. Bunlardan birkaç tanesi Filipinler, Tayland. Bunların özellikle biraz daha seslerini çok yükseltmemesinin temel sebeplerinden biri şu. Çünkü kendi içlerinde Müslüman ayrılıkçı hareketler var. Özellikle Filipinler'de, Mindanao adasında. Ayrılıkçı hareket ya da onları rahatsız eden bir durum söz konusu. Filipinler'de böyle bir durum var. Tayland'ın da güneyinde, Müslümanların yine yoğun yaşadığı bir bölgede. Bunlar tabi ki böyle. Yani kendi iç meseleleri kendi iç sorunları gibi görülmekle birlikte bir yandan da Filistin'de yaşanan durum o kadar trajik ki çok da gözlerini kapatamaz olacakları bir durumda. O yüzden kendi içlerinde böyle bir kaygı yani iç mesele olsa bile uluslararası toplumun ya da genel olarak ülke insanlarının baskısına çok da yönetimler göz ardı edebilecek gibi değil.

Alper TAN: Oylamalarda o dediğiniz ülkeler nasıl tavır koydular?

Doç. Dr. Hatice ÇELİK: Çoğunlukla çekimser kalmadılar. Özellikle bir şeyi hatırlıyorum. Japonya, Amerika'nın çağrısına destek verirken yine aynı Japonya mesela Rusya'dan gelen önergede çekimser kaldı diye hatırlıyorum. Bir de genel tavırları şu. Öncelikle bu 7 Ekim'de Hamas'ın saldırısından sonra ilk etapta biliyorsunuz hani bütün ülkeler önce Hamas'a yüklendiler ve Hamas'ı kınadılar. Asya ülkelerinin çoğu da benzer bir tavır sergiledi aslında. Ama sonra ne zaman ki çok orantısız bir şekilde saldırmaya başlayınca İsrail, pek çok Asya ülkesi artık şunu demeye başladı. Hamas'ı eleştirebiliriz bu saldırıdan ötürü ama İsrail'in yaptığı çok orantısız bir güç kullanımı ve burada çoluk çocuk ayırt etmeden, hastane sivil alan ayırt etmeden bombalıyorsunuz.

Asya ülkeleri çok hızlı bir şekilde aslında biraz da dediğim gibi uluslararası toplumun baskısıyla insani ateşkes çağrısına başladılar. Bir an önce bu saldırıların durmasını istemeye başladılar vs. Yani biraz da dediğim gibi toplum, uluslararası toplum baskısı onları hizaya getirdi diyebiliriz. Zaten Endonezya, Bangladeş bildiğim kadarıyla İsrail'i tanımıyor. Bazı ülkeler İsrail pasaportlarının ülkeye girişinde zaten sıkıntı çıkarıyor. Malezya, İsrail pasaportuna girişte izin vermiyor diye biliyorum. Genel olarak, özellikle Güneydoğu Asya'nın çok ciddi bir desteği var Filistin meselesine.

Şimdi burada bu İran ve Pakistan arasındaki gerilime baktığımda ne görüyorum? Tabii ki coğrafi bir uzaklık söz konusu ama bu ikisini birbirinden çok bağımsız düşünmeyecek ya da bu ikisini çok alakasız olaylar gibi değerlendirmeyeceklerdir diye düşünüyorum. Burada birkaç temel nokta var. Özellikle İran Pakistan meselesine dönecek olursak. Asya ülkeleri, İran, Pakistan meselesinde bence temel olarak Amerika'nın Asya'dan çekilip Ortadoğu'ya kendini yönlendirecek mi? Yani biraz daha gücünü o tarafa mı kaydıracak? Güçten kastım ilgi aslında siyasi ilgi aynı zamanda. Tabi askeri güç yoksa Asya Pasifik'te kalmaya devam mı edecek şeklinde bir denklem üzerinden okuyacaklar bence. Yani onların asıl derdi İran ve Pakistan'ın çatışması değil. Fakat Amerika burada nasıl bir pozisyon alacak? Askeri, ekonomik ve siyasi olarak ilgisini Asya Pasifik'ten tekrar Orta Doğu'ya mı kaydıracak? Çünkü Obama döneminde aksine Ortadoğu'dan Asya Pasifik'e kayan bir ilgi söz konusuydu. Burada tabi en temel dertlerden bir tanesi özellikle Doğu Asya ülkeleri için inanılmaz bir enerji bağımlılığı var. Güney Kore'nin, Japonya'nın ve genel olarak Asya ülkelerinin Ortadoğu'dan, özellikle İran'dan  enerji ithal ettikleri için buradaki istikrarsızlık onları doğrudan ekonomik meselelerle ilişkilendiriyor. Yani buraya bir şey olursa enerji güvenliği, enerji arzı riske girerse biz ekonomik kalkınmayı, ekonomik istikrarımızı sürdürmemiz nasıl devam ettireceğiz gibi bir mesele üzerinden yapacaklardır diye düşünüyorum. Amerika'nın Ortadoğu'ya yönelmesini isteyen devletler olabilir Asya Pasifik'te. Ama kalmasını isteyen devletler de var. Çünkü burada da en temel aktör Çin oluyor. Yani Çin'e karşı sürekli Amerika'yı bir dengeleyici unsur gibi görüyorlar. Ama benim kişisel görüşüm aslında Asya ülkelerinin, Asya Pasifik ülkelerinin pek çoğu ne Amerika'nın ne de Çin'in kendilerini sürekli böyle bir seçim yapmak zorunda bırakmasından çok mutlu değiller.

Aslında ellerinden gelse, hem Amerika'yı hem Çin'i bence komple bölgeden atmak isterler ama bu mümkün değil hiçbir açıdan. Fakat bir şekilde ne Amerika'nın ne de Çin'in çok öne çıkmasını da tercih etmiyorlar. Yani ikisinin de biraz dengede durmasını istiyorlar. Az önce Pakistan meselesinde de konuşurken, yani bir tanesinin herhangi bir sebeple öne geçmesi aslında oradaki ülkeler için, Asya Pasifik ülkeleri için her zaman bir sorun. Çünkü bir tanesinin daha ön plana çıkması demek ya da biraz daha kendini fazla göstermesi demek. muhtemelen o ülkelerden daha fazla taviz elde etmek istemesi ya da onları kendi çıkarlarına yönelik politikalara biraz daha çekmeye çalışması anlamına gelecek. O yüzden biraz Türkiye'nin durumuna da benzetiyorum. Türkiye'de de yani Türk dış politikasında da sürekli böyle bir baskı var. Sanki ABD ile ölümüne beraber olmalıyız, işte Rusya'yı karşımıza almalıyız ya da Rusya'yla ölümüne ortaklığımız devam etmeli. Yani sürekli bir taraf seçmek zorundaymış gibi Türkiye'ye de böyle bir bakış açısı var. Ya da Türk dış politikası belki çok bilmeyenler böyle bir seçim yapmak zorundaymış gibi idrak ediyorlar. Benzer bir durum Asya Pasifik ülkeleri için de geçerli. Fakat benim genel görüşüm ne ABD'nin ne Çin'in çok ön plana çıkmasını istemedikleri yönünde. Ortadoğu'daki meselelere de en temelde bence bu çerçeveden bakıyorlar.

Filistin meselesi özelinde son kapanış cümlem bu olsun. Uluslararası toplumun baskısı o kadar güçlü ve o kadar tek bir ses olarak çıktı ki, Asya Pasifik ülkeleri bu meselede çok da sessiz kalmadılar. Bundan sonra da kalabileceklerini çok zannetmiyorum. Yani bu desteği özellikle halklar düzeyinde devam ettirmek zorunda kalacaklardır.

Teşekkür ederim.

Gazeteci Mehmet Öztürk: Birçok şey söylendiği için ben birkaç noktayla iktifa edeceğim. Bunlardan bir tanesi İran neden müdahale etti? Benim görüşüm biraz farklı. Yani komplo teorileri gibi bir şeyler dolaşıyor.

Bir kere daha önceden de İran’ın sıcak takip amaçlı müdahaleleri oldu. Araları iki ülkenin limoni oldu ama sonradan diplomasi üzerinden çözdüler. Yani öncelikle birinci maddeden dolayı sıcak takip edildi. Evet, Suriye'de yaptığımıza benzer. Evet ama rahatsız oldular, ama aralarını buldular. Pakistan'la İran arasında olumsuz bir tablo bulunduğunu kurulduğundan beri ben hatırlamıyorum. Yani iyi komşuluk üzerine güzel bir ilişki var.

Bir tek bu Belucistan meselesi önemli bir mesele. Yani aynen bizdeki Kürt nüfusun bölünmesi gibi orada bölünmüş bir durumda. Pakistan, Afganistan ve İran, Pakistan, Afganistan, İran, Türkmenistan ve Umman. Umman'da da bir 500, 600 bin civarında Beluc yaşıyor. Beluclar başından beri Pakistan'a ısınamadılar. Yani Pakistan yapay bir devlet. Burada Pakistanlı arkadaşlar var. Yapay bir devlet derken yani öncesi yok. Aynen Ürdün gibi. Önceden Ürdün diye bir yer yok. Geliyor İngilizler bir devlet veriyorlar, burası senin diyorlar. Orada bir devlet oluşuyor. Pakistan da o şekilde. Yani alt kıta bölüşülürken Müslümanların kendi inançlarına daha iyi bir şekilde yaşayacakları bir toprak parçası olarak planlanmış ve iki devlet teorisi üzerine oturan bir şey. Yani Hindular o tarafa, Müslümanlar bu tarafa. Bunu kabul etmeyenler de var. Yani diyorlar ki biz niye Hindistan'ın tamamına talip olmuyoruz şeklinde şeyler. Nitekim nüfusa bakacak olursak resmi rakamlarla çok da haksız değiller. Resmi rakamlarla eğer son dönemde değişmedi ise Hindistan'ın yüzde 14'ü Müslüman. Bu ne demek? 1.35 milyarı 14'e çarparsanız 200 milyondan fazla belki dünyanın üçüncü büyük nüfusu. Yani evet, İslam ülkeler arasında da ikinci büyük nüfus olabilir.

Kurulduktan sonra bazıları, mesela Hayber denilen bir eyalet var. Daha önceden Kuzeybatı Sınır eyaleti ismi. Onlar bir bağımsızlık istediler, referandum yaptılar, kabul olmadı. Beluçlar aynı şekilde buraya, federasyona girmek istemediler ve başından beri söylediğim gibi bir soğukluk var ve bunu da zaman zaman dışa vuruyorlar. Yani Beluçları da memnun etmek için zaman zaman mevki makam veriyorlar. Şu anki geçici hükümetin başındaki kişi Beluç. Pakistanlı tabii ki. Yani önceden de bu tür yüksek makamlara geldikleri oluyordu. Eyalet sistemi var, eyalet meclisi var, Federal meclise milletvekili gönderiyorlar. Yani Pakistan'da her türlü eylemden istifade ediyorlar. Ama bir geri kalmışlık var ve önceden yani Pakistan ordusunun ve yönetimlerinin özellikle Zülfikar Ali Butto zamanında oraya yapmış olduğu baskılardan dolayı bir hoşnutsuzluk var.

Kabileler de var tabi. Kabile falan geri bıraktırılmış bir bölge ve çoğunluğu çöl. Yani Pakistan, İran tarafından başlayıp, biz mesela geçip gidiyorduk. Yani eyalet başkenti orası. Oraya kadar çöl. Pakistan'ın Hint Okyanusu'ndan başlayan sınırını, işte Afganistan'ın kuzey doğusuna doğru çekecek olursak 2.000 kilometrelik bir sınır. Pakistan İran sınırı bin kilometreye yakın. O bölge tamamen müsait olmayan bir bölge ve dolayısıyla her türlü kaçakçılık faaliyetleri de var. Kontrol etmek zor. Uyuşturucu kaçakçılığı var. İnsan kaçakçılığı, silah kaçakçılığı var. Önceden bize de ucu ulaşıyordu. Çünkü İran'dan geçiyor, Türkiye'ye geliyor, Türkiye üzerinden Avrupa'ya dağılıyor uyuşturucu. Daha sonra bu işte göç meselesi var mesela. Oradan yine gelip o koridor üzerinden Türkiye'den Avrupa'ya gidiyor. Karışık bir bölge. Pakistan aleyhine istikrarsızlaştırma unsurları olageldi.

Şu anda bir iki tanesi zikrediliyor ama yine de var. Belucistan Kurtuluş Ordusu, Belucistan Kurtuluş Cephesi,  Pakistanlıları öldürüyorlar, askerleri öldürüyorlar, kan dökülüyor, dökülen kan var. Pakistan da bundan İran'ı suçluyor. Dolayısıyla bunları kontrol edin diyorlar. İranlılar da Pakistan'a söylüyorlar. Çünkü orada da özellikle Afganistan'daki Sovyetler Birliğine karşı verilen mücadele sonrasında bazı gruplar cesaretlendi. Mesela Keşmir'de bir militan hareket başlatıldı 89 itibariyle. Hem Hindistan açısından hem o Keşmir bölgesindeki insanlar için ağır bir faturası da oldu. Aynı şekilde bazı Sünni gruplar. İran'da böyle bir mesele de var. Çünkü İran'ın kendi anayasasında bu ülkenin mezhebi Caferi mezhebidir maddesi var. Sünnileri dışlayan bir anayasa. Diyorlar ki kardeşim bir fark yok ki bizim camilerimizde namaz kılın. Bildiğim kadarıyla mesela Tahran'da bir Sünni camisi yok. Şimdi ben bunu söyleyince İran diyor ki kardeşim niye ayrımcılık yapıyorsun? Ama burada, özellikle İran İslam Devrimi'nden sonra Türkiye'de Şii camileri oluşturuldu. Ezanların da bir fark var, belki ondan fark edersiniz. Sovyetler Birliği'nin sözü geçti. Aslında Sovyetlerin Afganistan'ı işgal ettiği dönemde Sovyetler Birliği'nin tarihi boyunca sıcak sulara en yakın noktası burasıydı. Yani Belucistan üzerinden sıcak sulara inebilirlerdi. Üzerine iyi düşülmesi gerekiyor.

İran konusuna iki noktadan gideceğim. Bir tanesi, İran oradan kendisine çok kısa bir süre veya orta dönemde bir tehdit hissediyor. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri'nin önceki dönemde Pakistan'da gizli üsleri vardı. Bunlardan bir tanesi Nalbandyan diye bir bölge var. Orada Amerika'nın bir SİHA üssü vardı. Oradan özellikle Afganistan'daki Taliban'la mücadele esnasında bir sistem oluşturdular. O silahlarla gözünü kırpmadan sürekli o bölgeyi vuruyorlardı. Sivil farketmiyor yani. Yüzlerce militan da vuruyor, sivil de vuruyor. Daha sonra Pakistan ordusunu vurdular, sivilleri vurdular. Pakistan'da bir şey oluştu. Hatta bir casus yakaladılar. Onu da şöyle yakaladılar. Adam kendisini takip eden casusları öldürdü, öyle yakaladılar. Diğer taraftan Pakistan düğünlerini falan vurdular. Dolayısıyla Pakistan buradan çıkardı bunları. Yani Amerika'nın gizli, CIA üssünü çıkardı. Şimdi Pakistan'da bu dönüşümler oluyor ya İmran Han'ı gönderdiler. İmran Han biraz Rusya’ya yaklaşmak istiyordu. Kardeşim adam bana ucuz petrol veriyor, ucuz buğday veriyor. Niye yaklaşmayım? Bir şekilde İmran Han gitti. İmran Han gittikten sonra hani reset diye söylendi ya, Pakistan ilişkileri yeni baştan düzenlemek istiyor. Bu çerçevede benim tahminim, Amerika Birleşik Devletleri gizli şekilde İran aleyhine veya Afganistan aleyhine bir sistem kurmak istiyor. Çünkü orası hem İran'ı hem de Afganistan'ı gözetleyen bir bölge. Yani Afganistan'ın, İran'ın ve Pakistan'ın birleştiği bir bölge orası. Oradan hem Afganistan'a denetleyebilir, saldırılarını yapabilir. Sİ̇HA saldırılarına önceden zaten alışkındır.

Söyleyeceğim ikinci bir nokta; İran ilk dönemlerde Gazze'deki bu soykırımlar olurken sesini çıkarmamasının sebebi Türkiye'de belli bir dönem sessiz kaldı. Sebeplerinden en temel unsur olarak ben şunu görüyorum. Bu gündeme gelmiyor, kimse getirmiyor. İran biliyorsunuz nükleer silah yapmanın eşiğinde olan bir ülke. Uranyum zenginleştiriyor İran. En son bildiğim kadarıyla zenginleştirme oranı yüzde 60. Önceki pazarlıklarda yüzde 5, yüzde 10'lar bahsediliyordu. Şimdi yüzde 60'lara çıktı. Belki İran bu eşiği geçmiş olabilir. ABD İran'a müdahale için oranın yükselmesini bekliyor olabilir.

Son saldırı bence sadece Pakistan'a yapılmadı. Önemli bir saldırı. Efendim tuttu bizim dibimize bir füze fırlattı gerçi. Yani oraya bir füze fırlatması gerekmiyor. Füze fırlatacak Bizim Hoy şehri var İran'ın. Oradan atabilir bir kilometre yani uzak bir yer değil ve daha da uzun menzilli silahları var. Yani uzun menzilli füze balistik füzeleri var. İran Avrupa'yı vurabiliyor nükleer silah sahibi olduğu zaman. Bu eşiği ben geçmiş olduğunu düşünüyorum. Ve yani yakın bir dönemde eğer İran bir nükleer deneme yaparsa benim için sürpriz olmayacak. Bunu da zaten füze sistemleri var, onlara takılabilir.

İkinci bir şey. İran'ın Mehdi Ordusu diye bir ordusu var. Bu en üst düzeyden Devrim Muhafızları Komutanı tarafından 2-3 sene önce ben Anadolu Ajansı'nda iken açıklama yaptı. Dedi ki Bizim bir buçuk milyonluk bir Mehdi ordumuz var dedi. Ordu var, Devrim Muhafızları var vs diye gönüllüler var. Şimdi bakın önemli bir şey söyleyeceğim. İran, Afganistan'ın tarlasını sürdü, sürüyor. Pakistan'ın tarlasını sürdü, sürüyor. Yemen'in tarlasını sürdü, sürüyor. Irak'ın tarlasını sürdü, sürüyor, Suriye'nin tarlasını sürdü, sürüyor, Lübnan'ın tarlasını sürdü belki de Türkiye’nin de. Yani Türkiye'nin de bu konuda bir şey yapması lazım. Bakın mesela İran'la bir şey söyleyeceğim, medya içinde olduğum için. İranlılar kendi toprakları içerisinde bizim Farsça yayın yapmamıza kesinlikle müsaade etmiyorlar. Bizde ne kadar adam var ki Türkçe yayın yapıyorlar. Televizyon kanalları var, radyoları var. İran'da biz yapıyoruz zaten. Kurduk ve vurduk yani öyle söyleyeyim. Bir haber yapıyorduk, yalan haber de değil, onlar gibi. Ertesi gün Büyükelçilikten arıyorlar. Bir haber yaptığımda hemen arıyorlar. Niye falan. Şimdi bu önemli bir silah. Bir de Şiilik de bir takiyye meselesi var. Bunu bazen şey olarak, farz olarak da görüyorlar. O yüzden bir güven biraz söz konusu değil. Yani buradaki Caferiler ki daha çok Iğdır bölgesinde falan varlar. Aynı şekilde Şiileşen Aleviler var, Şiileşen Sünniler var. Onlar gidiyorlar, eğitim görüyorlar, geliyorlar burada beşinci kol faaliyetleri yürütüyorlar. Yani büyük bir şekilde var. Dolayısıyla bir tarla sürme durumu var. Bu Mehdi meselesi, Mehdi ordusu meselesi önemli. Dördüncü bir ordu ve bunu pratikte İran yapıyor. Neden?  Suriye'de mesela İran adına çatışan milisler bunlar. Zeynebiyun tugayları var, Fatımiyun Tugayları var. Bunlar Pakistan'dan, Afganistan'dan, Hindistan'dan, belki Türkiye'den. Yine Türkiye de katıyorum. Tabi ki onları kendi amaçları için kullanıyor. Sadece bunların şeyleri, subayları falan İranlı. Belki bu mesele önemli, gündeme gelmesi lazım.

Nükleer mesele önemli. İran Pakistan'ı hafife aldı. Bir maceraya girişti, yanlış hesap yaptı ve hafife aldı. İran Dışişleri Bakanı saldırı yapıldıktan sonra Pakistan Dışişleri Bakanlığı’nı aradı. Dedi ki Ya işte nasılsın, iyi misin? Biz bu operasyonu veya saldırıyı Pakistan halkına yönelik olarak yapmadık. Biz teröristlere karşı yaptık. Yani bir ülkenin dışişleri bakanı saldırıya uğramış ülkenin dışişleri bakanına söylüyor. Onlar da açıklama yaptı. Dışişleri Bakanlığı dedi ki, saldırı hakkımızı saklı tutmakla birlikte bunu kınıyoruz. Ondan sonra da çok hızlı bir şekilde karar verdi, iki misilleme yaptı. Birisi diplomatik misilleme içerisinde retorik misilleme. Onu açıklayacağım. Dedi ki Büyükelçiyi çekiyorum. İkinci retorik misilleme de saldırıdan sonra saldırıyı yaptı. Ondan sonra açıklama yaptı, dedi ki bizim İran halkıyla herhangi bir düşmanlığımız yok, iyi komşuluk ilişkilerine gayet de önem veriyoruz. Ama biz teröristleri vurduk dedi. Yani Pakistan saldırısı 9 tane yabancıyı öldürdü diyor. O yabancılar muhtemelen Pakistanlı Beluçlar. Bu da itiraf manasına da geliyor bir yerde. Yani İran'da Pakistan'a karşı çalışan militanlar öldürüldü, işte o Belucistan Kurtuluş Ordusu, Kurtuluş Cephesi’ne mensup insanlar muhtemelen. Yani Pakistan çok hızlı bir şekilde hem nükleer bir ülkeye yaraşan vakarla ve hem de bir sorumlulukla.

İran aslında Pakistan'a saldırı yaparak kendi surunda bir gedik açtı. Çünkü buna İsrail de cesaret edemiyordu şimdiye kadar. Yani İran Irak savaşı bittikten sonra İran topraklarına ilk saldırı bu. Bunun peşinden belki başka saldırılar gelir. Özete, İran'ın aslında zaafı ortaya çıkmış oldu diyerek sözü bitirmiş olayım.

Teşekkürler.

SDE Başkanı Abuzer PINAR: Hocalarımızın anlattıklarıyla aslında örtüşür büyük fotoğrafta. Bu jargonu biz Marksizmden ödünç alıyoruz. Bu hegemonya krizi dedikleri bir kavram var. Daha çok o cenah kullanıyor ama ben önemsiyorum bu kavramı. Kapitalist sistemde bir hegemonya ilişkisi var, mesela 1800'lerin sonlarına kadar işte İngiliz ve sterlin hakimiyeti işte bu. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ki düzende IMF, Dünya Bankası ve Amerika Birleşik Devletleri ve doların öncülüğünü yaptığı bir yapı. Bunlar şu anlama gelmiyor. Amerika ve İngiltere'nin dirsek temasını, güç birliğini ortadan kaldırmıyor. Ama ekonomik anlamda baktığımız zaman Amerika ve doların öncülüğünü yaptığı bir sistem ve şu anda bu sistem ciddi zarar görüyor. Yani ciddi çöküşe geçti. Şimdi çöküş deyince bizim liberal kanattan gelen arkadaşlardan inanılmaz tepki alıyoruz. Ama şöyle bir gerçek var, Amerika'yı çok ciddi irrite eden, harekete geçiren, hatta büyük yanlışlar yapmasına neden olan. Amerika, dolar ve Amerikan hakimiyeti dünya sisteminde ciddi zarar görüyor. Bunu destekleyen devlet politikaları var tabii ki. Yani mesela Rusya gibi bir ülkenin Rusya'ya yatırım fonunda ki bütün dolarları sıfırlaması ve ağırlıklı olarak altına geçmesi. Doğu ülkeleri ağırlıklı olarak rezervlerinde altına geçerken, Batı ülkelerinde tam tersine altın eriyor, altın transfer oluyor doğuya doğru. Bu önemli bir şey aslında. Yani dolara olan güvensizlikten kaynaklı bu. Ülkeler dijital para üzerinde çalışıyorlar. Türkiye de çok ciddi çalışıyor bu konuda. Merkez Bankası öncülüğünde çalışıyor ki doğru olanı bence buydu. O anarşist para diyorum ya o anarşist para üzerinden olmaz. Hakikaten devletin kontrolünde, dijital de olsa devletin kontrolünde bir para yapısına doğru hızlı bir geçiş var.

Şimdi bunun içerisinde nereye oturuyor dersek mesela parça parça tabi ben anlamaya çalışıyorum. Yeni dünya sisteminde Çin'i göz ardı edemeyiz. Mesela Rusya mı Çin mi derseniz, ekonomik anlamda bana göre şu anda Çin bir adım önde. Bu çok açık. Amerika'da bunun farkında. Şimdi Sovyetler Birliği-Amerika ikilisine baktığımız zaman aslında bu ülkeler evet doğrudur, birbirlerine rakip gibi görünüyorlardı ama birbirlerinin güçlerini de sürekli destekliyorlardı. Sovyetler Birliği Amerika'nın rakibidir. Teorik olarak bilemem ama yok etmesini de hiçbir zaman desteklemez. Çin şu anda doların çökmesini istememesi gibi bir şey. Şimdi bir taraftan Amerika çöküyor, dolar çöküyor diyoruz ama bir taraftan da mesela Çin dolar sisteminin çökmesini istemez. Çünkü en büyük rezerv Çin’de. Hocam 3 trilyon civarında ama hani şöyle bunu zaman zaman Çin üzerinde oynuyor. Bunu bir miktar kullanıyor. Piyasalarda, Afrika ülkelerinde, diğer ülkelerde yatırım yaparken bir miktar kullanıyor ama 3 trilyon üzerinde kontrol ettiği para var. Bu ciddi bir paradır. Şimdi Çin bunun çökmesini ister mi? Tabi ki istemez. Amerika ister mi? Amerika da istemez tabii ki. Yıllardır 40 yıldır mal satıyorlar, karşılığında bir kağıt alıyorlar o da dolar. Şu anda Çin, Dolar'ı en çok kontrol eden ülkelerden bir tanesi. Amerika bunun farkında. Avrupa bu konuda sıkıntılı.

Mesela Almanya'nın bu son bir iki gündür biz hazırlıklı olmalıyız. Rusya'dan gelen tehditler var açıklamaları var. Sanki Avrupa'da, biz Amerika'nın sırtından çok yaşamayacağız bu dünyada bizim kendimiz de bir şey yapmamız lazım noktasındalar. Şimdiye kadar Avrupa biraz rahata alıştı. İlk defa Trump söylemişti elinizi cebinize, ben sizi korumak zorunda değilim diye. Dolayısıyla Çin-Amerika gerginliğini dikkate almadan ben bu olayların hiçbirini tam olarak doğru değerlendirilemeyeceğini düşünüyorum. Pakistan'ın Çin'le olan ilişkisi, Hindistan'ın daha çok Amerika yanlısı ilişkisi gibi. Hani İran olayında tabi şöyle.

Bir kere Amerika için ideolojinin çok önemli olduğunu zannetmiyorum. Amerika ve Avrupa, bu son yüz yıldır büyük ölçüde hegemon olan bu takım, kendi içinde bir kurallara dayalı bir sistem kuruyor. Liberal olduklarına bir şüphe yok yani. Çünkü bu kapitalist sistemin hayatiyetini için de önemli, tercihleri de bu. Geldikleri noktada bu kullandıkları kavram da bu. Ama dünya ilişkilerine baktığınız zaman Amerika için solculuk, sağcılık, Marksistler şu etnik köken, bu mezhep hiç umurunda olduğunu sanmıyorum. O hegemonyasına hizmet ediyorsa biraz önce arkadaşlarımız söyledi ya. Yani düşünün ki Marksist Leninist PKK'yı Amerika destekliyor. Şimdi biraz önce arkadaşlarımızın söylediği işte oradaki o seküler takım mesela diyelim ki o taraf destekliyor, bu taraf şeriatçı İslamcı imiş gibi görünüyor. Amerika destekliyor. Benim İranlı öğrencilerim var. Onlar diyorlardı ki o sokak hareketleri olunca İran'da, Amerika devlete destek veriyor, bu sokak hareketlerini bastırın diye. Çocuklardaki genel kanaat buydu, genel algı buydu. Yani Avrupa ve Amerika uluslararası ilişkilerde çok ilkesizdir. Onların hiç umurunda değildir ideoloji. Burada yok Marksist, yok liberal falan. Bu umurlarında değildir. Bir gün bir ülkeye demokrasi götürmek gibi bir dertleri hiçbir zaman yoktur. Bu gerçekçi de değil zaten, olamazda ama hep onun üzerinden gidilir. Batının demokrasi götürdüğü bir ülke örneği yok. Bizim bildiğimiz kadarıyla yok yani.

Şimdi İran ve Pakistan arasındaki çatışmaya gelince, benim uzmanlık alanım değil ama Amerika'nın içinde olmaması zor görünüyor. Çin politik olarak sessiz duruyor. O bir taktik aslında. Ben sadece ekonomi ile teknoloji transferi ile ilgileniyorum diyor ama mümkün değildir bu. Geride durması imkansız bir şey. Almanya örneğini benzetiyorum, bir dönem bu Almanya çok hızlı ekonomik atılımlar yaptı ama siyaseten hep geride duruyormuş gibi bir pozisyonu vardı. Amerika ve Avrupa ülkelerinin dolaylı ya da dolaysız olarak bundan haberdar olmadığını düşünmek ciddi saflık olur. Yani İran-Pakistan ya da işte İran-Irak arasındaki bu gerilimle ilgili olarak bunların hepsinin de ben bu büyük fotoğrafın bir parçası olduğunu düşünüyorum.

Amerika'nın ciddi bir kaybı var kapitalist sistemde. Dolayısıyla önümüzdeki dönem dünya yeniden şekilleniyor. Peki hangi ülke nasıl bir pozisyon alacak? Mümkün olduğunca onların pozisyonlarını kendi lehine bozmak istiyorlar.

İşin İran kısmında da girmek istemiyorum ama düz mantıkla İran'ı ben hiçbir zaman anlayamadım. Yani İran, İslam Cumhuriyeti ise eğer bu daha çok İslam dünyası için, Müslüman dünya için daha somut adımlar, duruş, söylem beklerken duruşu her zaman kafa karıştırıcı olmuştur. Oradaki pozisyonu anlamak için gerçekten bir İslamcılık dan, bir İslam davasından mı bahsediyoruz yoksa burada bölgesel, farklı bir egemenlik, hegemonyadan mı bahsediyoruz? Herhalde bunu anlamak için yeterli diye düşünüyorum.

Teşekkür ederim.

İhsan BAŞBOZKURT: Bir devletin güvenlik sistemi içerisinde çok başlılık varsa orada güvenlik açısında büyük zafiyet var demektir. Bunu İran'da görüyoruz. Şimdi İran yanı başında bir sürü olayları oldu fakat bunların hepsini görmezden geldi. Gitti Afganistan'a bir tane mermi attı. Şimdi bakın bu ayın 4'ünde Haşdi Şabi lideri Bağdat’da öldürüldü. Kasım Süleymani’yi anma törende Kirman da bir sürü insan vefat etti. Devrim Muhafızları lideri Suriye Şam'da öldürüldü ayın 25'inde. İran’ın askeri açıdan 80'den bu tarafa ordu olarak herhangi bir yere müdahalesini göremezsiniz. İran ordusunun içerisindeki bu çok başlılık nedeniyle kimin nereye ne şekilde müdahale edeceği karmakarışıktır.

Stratejisi çözemediği için İran esas düşmanlarını görmüyor. Garip, zavallı devletlerle ilgili bazı planlar, programlar veya stratejiler yapıyor. Dolayısıyla İran'ın korkaklığı burada. Bakın Azerbaycan-Ermenistan savaşında ne yaptı? Ermenistan'a devlet olarak Fransa, Almanya, Amerika ve diğer bazı devletler açık olarak destek verdi ama o zahiri olarak ortada kaldı. Ama gerçekte desteği İran verdi.

PKK terör örgütünü dahi kendi sınırlarından geçirerek Karabağ'a gönderdi. Şimdi İran'ın böyle şeytanî planları var. Onun için İran bu coğrafyada gerçekten çıbanbaşı. Amerika'nın ötesinde çıban. Ne zamanki İslam, Müslümanlık adına strateji kurar ve hareket ederse o zaman kazanır. Mezhepsel ideoloji ile hareket ederse o zaman kaybeder. Şu anda İran bu coğrafyada kaybeden ülkedir. Biraz önce vurguladığımız çok önemliydi. İran Pakistan saldırısı ile kendini deldirdi. Bundan sonra her ülke İran'ı delebilir. Yani, İsrail mermi atabilir, Amerika atabilir veya başka ülkeler de atabilir.

İran'ın elinde uzun menzilli balistik füzeler olabilir. İran herhangi bir şekilde bir devlete yahut Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi bir devlete asla ve asla yanına bile yaklaşamaz. Çünkü savaşan bir ordu ve dünyanın en tecrübeli bir ordusuyla asla karşı karşıya gelmez ki. Amerika gelmiyor zaten. Bu konuda Türkiye'ye karşı geri adım attırdı.

Onun için İran'ın gücünü bu kadar abartmayı doğru bulmuyorum.  Doğrudur ordusu vardır ama sınırlıdır.

 

Mithat IŞIK: İran her zaman Türkiye'yi hedef olarak seçmiş olan bir ülke. Tarihi geçmişe baktığımız zaman da o şekilde. Türkiye'nin yakın PKK ile mücadelesine baktığımızda, Türkiye Kandil bölgesine operasyon yaptığı zaman Kandil'deki lider kadronun İran'a geçirildiğini görüyoruz. Yani şu an nasıl YPG, PKK'nın Suriye kolu diyorsak, PJAK'da İran’da öyle. İran'ın terörle mücadelemizde bizimle iş birliği yapmadığını biliyoruz.

Diğer yandan, Türkiye'nin Irak'taki menfaatlerini de yani Türkmen hareketini de parçaladığını görüyoruz. KDP, KYP’nin yanı sıra bölgede onlarla ittifak içinde bir Türkmen cephesi oluşturma çabasını mezhep üzerinden engellediğini görüyoruz. Kurdurduğu Haşdi Şabi güçlerin içerisinde daha çok Şii Türkmenleri komuta kadrosuna getirdi. Aralarına mezhep ayrımını soktu. Bununla birlikte, Son Kerkük seçimlerinde Irak Türkmen Cephesi -8 parti birleşerek- tek bir parti halinde seçimlere girdi ve tahmin ediyorum 74-84 bin civarında bir oy aldı ve üç tane temsilci çıkardılar Kerkük Meclis için.

Az önce bahsedildiği gibi Devrim Muhafızlarının oluşturduğu Mehdi ordusu bölge için büyük tehdit oluşturuyor. Bu açıdan bakıldığında, bu sene Rusya'dan sonra en çok Kıbrıs'a giden 70 bin kişi ile İran ikinci sırada. Suriye'de, Irak'ta yaptığı gibi Kıbrıs'ta da İran'ın bu yönlü hesapları mı var, düşünmek lazım.

Az önce dendiği gibi İran'ın ordusunun bir komuta birliği yok. Yani prensiplerinin sadeliği, prensibi de yok. Mesela bir ara incelemiştim, onların böyle milis ordusu diye söylediği şeylerden bir tanesi, belki bizim koruculara benziyordu.

Burada ülkelerin insanları ile ilişkisi, demokrasi de çok önemli. Celal Talabani beni İran'a mahkum ederseniz bu İran daha acımasız, daha çok rejim olarak bize zarar verir derdi. Dolayısıyla Süleymaniye bölgesini de Talabani'nin oğlunun da İran'ın ve Amerika'nın etkisinden kurtarılması lazım. Zaten Dışişleri Bakanı da son konuşmasında da bunu ifade etti.

Teşekkürler.

Şeref SIRAKAYA: Şimdi iki jeopolitik eksenden de yay çizeceğim. Birincisi batı yayı kuzey kutbundan başlıyor. Baltık, Ukrayna, Karadeniz'in batısı, Doğu Akdeniz yol burada ikiye ayrılıyor. Kızıldeniz, Babül Mendep Boğazı ve Hint Okyanusu. Diğer güzergah ise Doğu Akdeniz'den Basra Körfezi, Aden Körfezi, Yine Hindistan'ın güneyi. Diğer tarafta Alaska. Alaska önemli çünkü burada ABD'nin füze savunma radarları var. Bunlar önemli. Japonya adaları, buradan Tayvan Adaları ve Filipinler Malay Boğazı. Yine geldik Hindistan'ın güneyine. Burada tabii bu iki jeopolitik eksende batıda Türkiye, doğuda Hindistan öne çıkıyor. Aslında İran hiçbir şey yapmıyor, rol çalıyor. Bir ülke düşünün. Hem batıya füze atıyor, hem doğuya füze atıyor. ABD'nin Ortadoğu'daki üslerine 75 yakın füze attılar. Abd açıklama yaptı. Sürekli askerlerimizin beyin sarsıntısı oldu. Tek olay bu. Bir askeri yara almadı. Daha önce de 2020'de açıklaması oldu. İşte bu Süleymani'nin ölümünden sonra halkta bir tepki var. Size bir şey olmayacak. Trump da diyor ki O gece rahat uyudum ben diyor ve bunu söylüyor. Herhalde doğrudur denir. Başka türlü inanmamız lazım. Karşılıklı bir oyun ile İran rol çalıyor. Batı ekseninde Türkiye, doğu ekseninde Hindistan başroldedir. İran yerinde sayıyor. Aslında dediğim gibi rol çalıyor. Belucistan’da pimler çekildi. Artık Pakistan-İran bölgesinde istikrar olmaz. O bölge karıştırılacak.

Teşekkürler.

Sinan TAVUKCU: İran’ın son eylemlerinden bahsederken aslında Devrim Muhafızlarını konuşuyoruz. Irak’taki saldırıda da o var. Pakistan saldırısında da o var. Resmi devletin içinde kontrol edemediği bir yapı bu.

Devrim’in ardından başlayan Irak savaşı sırasında Besiç gençlik hareketi içerisinden Devrim Muhafızları oluşturuldu ve Irakla savaşta bu yeni güç çok da başarılı oldu. Savaş bittikten sonra ve vefat etmeden önce dini lider Ayetullah Humeyni bir vasiyette bulundu. Devrim Muhafızlarının tasfiye edilmesini, katılmak isteyenlerin orduya katılmasını, katılmak istemeyenlerin de sivil hayata dönmesini istedi. Muhtemelen ikili yapı sürerse İran İslam Cumhuriyeti’nin başına gelecekleri tahmin ediyordu. Ancak, bu vasiyeti halefi Ali Hamaney yerine getirmedi. Zira, Hamney’in Humeyni gibi karizmatik bir gücü yoktu. Dolayısıyla bir güce yaslanması gerekiyordu. Bu sebeple Devrim Muhafızları’nı arkasına aldı ve onları büyüttü. Ayrıca bu tasfiyenin getireceği muhtemel kaosu da göze alamadı denilebilir.

Devlet içindeki diğer kurumlarla Devrim Muhafızları’nın çatışması uzun süredir devam ediyor. Birkaç yıl önce Basra Körfezi’nde yapılan ortak tatbikatta Devrim Muhafızlarına ait bir gemiyi genelkurmaya bağlı donanmadan bir geminin vurduğu haberleri medyada yer almıştı. İki başlı bir ordu yapısı var ve aralarında gücü elinde tutma ve ülke üzerinde hakimiyet kurma kavgası sürüp gidiyor. Devrim muhafızları gücünü esas olarak diğer ülkelerdeki Şii diasporadan alıyor. Irak, Suriye, Lübnan gibi ülkelerdeki şiilerden kendi kontrollerinde paralel ordular kuruyorlar. Genellikle Batılılara ya da başka din mensuplarına saldırmıyor, Ortadoğu coğrafyasında Sünni Müslümanlara saldırılar yapıyorlar ve toprakları işgale uğradığında işgalci batılı güçlerle işbirliği yapıyorlar. Devrim Muhafızları, Şii Hilali içerisindeki ülkelerde oluşturduğu vekil milis yapılardan devşirdiği güçle ve ürettiği kahramanlık hikayeleri ile kendisini İran’da ayakta tutmaya çalışıyor.

Tabii ki bunun sürdürülebilir bir yanı yok. Geçen sene yaşanan geniş protesto gösterilerinden sonra sistem içinde kaybetmeye başladıkları hakimiyeti yeniden sağlamayı başardılar. Suriye, Lübnan üzerinden geldikleri Akdeniz’den kopmak istemiyorlar. Lübnan’ın yeniden yapılandırılmasını Sünnileri dışarıda bırakarak Fransa ve İran birlikte yapmak istiyor. Aynısını Irak’ta Amerikalılar ile yaptılar. Bu bölgelerin Devrim Muhafızları elini çekmeden istikrara kavuşacağını zannetmiyorum.

İran halkı elbette bizim düşmanımız değil. Tarihi olarak komşu coğrafyalarda yüzlerce yıldır beraber yaşıyoruz. Oradakilerin %40-50'si bizim soydaşımız. Ama orada rasyonel davranmayan bir yönetim olduğunu hepimiz fark ediyoruz. Bu iki başlı yönetim, çevre ülkeler için de güven vermiyor ve güvensizliği derinleştiriyor. Çevresindeki ülkelerde istikrarsızlığa yol açan ne faaliyet varsa arkasında, yanında bunları görebiliyoruz. Biran önce, İran Cumhuriyeti’nin isminde yer aldığı gibi “İslam” ülkeleri ile ve bölge halkları ile güvene dayalı bir ilişki kurmasını, emperyalist devletlere sureta söverken arkadan işbirliği yaptığı algısını ikna edici şekilde ortadan kaldırmasını diliyorum.

Bu güzel program için SDE’ye teşekkür ederim.