Murat Kurt*
İsrail devletinin Gazze’de işlediği yeni olmayan ancak 7 Ekim’den beri durmayan “etnik temizlik” siyasetine, savaşına ve katliamına karşı halk arasından duyarlı on binlerce insan, Avrupa’da olduğu gibi Almanya’da da toplanıp şahitliklerini ortaya koyuyorlar.
7 Ekim’den şu güne kadar tüm dünyada olduğu gibi Almanya’da da protestolar gerçekleştirildi. Halkı Müslüman olmayan toplumlarda duyarlı insanların varlığı gelecek için umut verici bir durum.
Tepkisini göstermek için sadece Londra merkezinde 1 milyon insan sokağa çıkabiliyorsa, Türkiye’de bunun karşılığı 50 milyon insan olmalıydı. Devlet desteği olmayan bu karşı duruşları önemsiyorum. Üstelik toplumun çoğunluğu Müslüman değil ve yöneticilerin bu konuda duyarlı olduklarını söylemek doğru olmaz.
Avrupa şehirlerinde, hatta tüm dünyada bu kadar Filistin bayrağı dalgalanmasını hayal bile edemezdik. Bu zamana kadar cılızca atılan “Free Palestine” sloganları artık toplumun her kesiminden gelmekte, küçük büyük demeden sokaklar yankılamakta. Protestolar sadece hafta sonları sokaklarda değil, statlarda, spor salonlarında, meclis binalarında hatta boykot edilen kahve dükkanlarına gidilmeyerek karşılık bulmuş görünüyor. Bu tepkisellik belirli bir zaman sonra azalsa da bu zamana kadar sürmesi bile önemli bir duruş sergilendiği anlamına geliyor.
Lahey Adalet Divanı’nın 25 Ocak’ta verdiği “İsrail’in savaş suçu işlediğinin araştırılması” kararı beklenmiyordu desek yanılmış oluruz. Çünkü İsrail denince sanki adalet, hak ve hukuk kavramları dünyadan siliniyor ve kimse ağzını aç(a)mıyordu. Antisemit suçlaması tepki gösteren kişilerin, toplumların ve devletlerin üzerine balyoz gibi iniyordu.
Almanya’da İsrail temalı bir şeyi yapmanın çok zor olduğunu hepimiz iyi biliyoruz. Bu konuda tarihten gelen bir hassasiyet söz konusu. Almanya “Nie wieder!” yani “Bir daha asla!”yı haklı olarak baş tacı yapmıştı. Bu söylemin zaman içinde “İsrail ve Yahudilere bir daha toz kondurmayız”a dönüşmesi; Almanya’nın İsrail tarafında yani zulmedenin yanında yer alması onu yine suçlu pozisyonuna düşürdü. Tarihte yaşanan Holokost’u çok iyi kullanan ve endüstriye çeviren İsrail çoğu ülkeyi bu söylemle duvara çivilemiş ve bu endüstrinin oluşturduğu gözlük ile ülkeler kör olmuşlardır. Takmayanlar bir kenara itilmiş ve antisemit olarak suçlanmışlardır. Oysa Yahudiliğe karşı olmayan bu insanlar zulme karşı çıkmakta, hukuksuz ve tek taraflı savaşa tepki göstermektedirler. Masum insanların üzerine aylardır bomba yağdırılmasına, aç susuz bırakılmasına sessiz kalmayanlar susmanın suça ortak olmak olduğunu vurgulamaktalar. Aslında bunu en iyi Almanya Devleti’nin bilmesi gerekirken maalesef tarihi süreç içinde Almanya İsrail’e esir düştü ve İsrail konusu tabulaştı. Almanya’da özgürlük var derken aslında özgürlüğün tek taraflı olduğu artık halk tarafından da anlamıştır.
Almanya’da şu an iki yüz bin Yahudi yaşamakta, bunların yarısı Yahudi Merkez Konseyi tarafından temsil edilmektedir. İkinci Dünya Savaşı sırasında 15 bin Yahudinin olduğu ülkede Perestroykayla birlikte Rusya’dan gelen Yahudi göçü üzerine sayının bu kadar artması söz konusu olmuştur. Almanya İsrail diplomatik ilişkileri 1965 yılında başlamış, ilerleyen süreçte vazgeçilmez bir hal almıştır. Şu an iki ülke arasındaki ticari ilişki 10 milyar dolar hacmindedir.
Tarihten gelen bir hassasiyetten bahsetmiştik. İlginçtir Hitler rejiminin katliamlarına sadece Yahudiler maruz kalmadı. Yahudilerin yanında Roma-Sintiler ve bedenen özürlü olan insanlar da Alman ırkına uymadığı için etnik temizliğe uğradılar. Ama Yahudiler sadece kendilerinin zulme uğramış olduğunun altını çizmektedirler. Aynı cümlede başkalarının da katledilmiş olduğundan bahsedilmesi onları çok rahatsız etmekte ve hemen tepkilerini ortaya koymaktadırlar. Bu durum halk arasında rahatsızlığa sebebiyet vermekte.
1952’de imzalanan Lüksemburg anlaşması (İsrail-Almanya Tazminat Anlaşması)na göre Batı Almanya İsrail’e tazminat ödeyecek ve mülkünü kaybeden her Yahudinin kayıpları telafi edilecekti. Sözleşme gereği ilk etapta 1.53 milyar € ödeme yapıldı, geride ailesi kalmayanların tazminatını İsrail devleti kendisi aldı. Bu ödemelerle ekonomik sorunlar aşıldı. Tazminatlar İsrail’in gayri safi milli hasılasını yüzde on beş oranında büyüttü ve kırk beş bin yeni iş imkanı yarattı.
Şu ana dek İsrail’e Almanya tarafından toplamda 82 milyar € (2022) tazminat ödenmiş bulunuyor. Bu tür ödemeler “İyileştirme / Özür ödemeleri” şeklinde adlandırılıyor. Bunun bir gün biteceği de yok gibi. Halen İsrail’de yaşayan ve kamplarda bulunmuş olanlara ya da yakınlarına Almanya bütçesinden yine tam 1.44 milyar € ödendi. Senelik 300 milyon € gibi bir miktar da emeklilik adı altında yakınlarına akıtılmakta. Bu tür ödemeler Almanya’da hiçbir zaman tartışma konusu olmamış, olması da beklenmiyor. Çünkü Almanya “Ewige Schuld” yani “sonsuz suçlu” batağına saplanmış ve bitmeyecek olan borcunu ödemeye razı olmuş. Aslında Almanya’nın sadece bu Aksa Tufanı’nda İsrail’in arkasında durması ve desteklemesi borcunun ödenmesine yetecek durumda.
Birkaç sene önceye gidelim. İsrail parlamentosu Knesset’te 2008 yılında dönemin şansölyesi Merkel bir konuşma yapmış ve şu tarihi sözleri söylemiştir: “Tarihsel sorumluluk benim ülkemin‚ devlet ilkesi”dir. Almanca bunun adı “Staatsräson”dur. Bu kelime ile sürekli karşılaşacağımız için Almancasını söylemek istiyorum. Kısaca anlamı “İsrail’in güvenliği tar-tı-şı-la-maz!” İsrail’e yapılan saldırı Almanya’ya yapılmış gibi görülür ve asker talebinde bulunulduğunda Almanya asker yollar, maddi destek istendiğinde bu da koşulsuz yerine getirilir. Yani her zaman Almanya İsrail’e koşulsuz yardım edecektir. Aksa Tufanı’nın akabinde Şansölye Scholz’un on gün sonra İsrail’e gitmesi ve açıklamalarda bulunması bunu desteklemektedir. İsrail demokratik bir ülke olduğu gibi kendini savunma hakkı vardır.
Almanya halkı bu hassas konu hakkında ne düşünüyor diye merak edilebilir. 2022 yılında yapılan bir araştırmaya göre halkın yüzde 46’sı İsrail hakkında pozitif, yüzde 34’ü ise negatif düşünceye sahip. Geri kalan yüzde 20’lik kesimin burada görüş belirtmemesi ise İsrail hakkında konuşmaktan çekindiğindendir. Böyle bir araştırma hükümet hakkında yapılsaydı muhtemelen beğenmeyenlerin oranı yüzde 80 gibi çıkardı.
İsrail halkının yüzde 63’ü ise koşulsuz yardım sağlayan Almanya hakkında olumlu düşünceye sahip. Halkın yüzde 19’u Almanya’yı reddediyor, halen Nazi devleti olarak görüyor. Buna bölgeye çok kez gittiğim zamanlar konuşmalarında şahitlik ettim.
2000 yılında Almanya Cumhurbaşkanı Johannes Rau’enin Knesset’te yaptığı Almanca konuşma İsrail’i ikiye bölmüştü. Konuşma esnasında bile ırkçı partilerin karşı çıkışları olmuş Almanya Cumhurbaşkanına tepki göstermişler, o da konuşmasını birkaç defa bölmek zorunda kalmıştı.
Almanya’ya dönecek olursak Aksa Tufanı’ndan altı ay önce ne hikmetse Almanya Yahudiler Merkez Konseyi’nin senelik aldığı 13 milyon €’luk destek hükümet tarafından 22 milyon €’ya çıkarıldı. Açıklamalarda bu desteğin “Yahudiliği Almanya’da görünür hale getirmek, Yahudilere yapılan katliamın hatırlatılması, gündemde tutulması ve Yahudi cemaatinin güvenliği” için verildiğini okuduk. Bu rakamların resmi rakamlar olduğunu biliyoruz. Televizyon ve yazılı basında talep edilen desteğin de altını çizmeliyiz. Bir örnek vermek gerekirse 200 bin Yahudinin bulunduğu bir ülkede devlet kanalları Yahudi temsilcilerine yayınlarını kontrol eden etik kurulda yer vermekte. Bu temsilciler Yahudilik veya İsrail geçen her uygunsuz yayına itiraz edebilir ve yayının kaldırılmasını isteyebilir. Buna karşılık şu soruyu sormadan geçmek istemiyorum: En az 6 milyon Müslümanın yaşadığı Almanya’da basın yayın organlarında Müslümanların hassasiyetleri gözetiliyor mu?
Almanya’nın bu iki yüzü maalesef şu olayda da gözükmekte. İsrail aleyhine yapılan ilk protestodan sonra “Nehirden denize kadar” sloganı antisemitik olarak değerlendirildi ve yasaklandı. Yani Fırat nehrinden Kızıldeniz’e kadar Filistin topraklarının kastedildiği belirtilip Yahudi toplumunun yok sayıldığı iddia edildi. Sloganın Hamas ile bağlantısı kuruldu. Hamas ile bağlantı teröre destek sayıldığından suç unsuru sayıldı. Hadi diyelim buraya kadar tamam. Bu olay Almanya hükümet sözcüsüne basın toplantısında soruldu. Soru bir hayli ilginçti: “Aynı slogan İsrail destekli protestolarda da atılıyor. Bu slogan orada da mı yasak?” Dört beş defa tekrar edilen bu soruya iki yüzlü bir şekilde, “Hamas bu sloganı kullandığından Hamas bağlamlı protestolarda yasak!” cevabını verdi. Yani Filistin’i destekleyenler slogan attığında diğer tarafı yok sayma oluyor ve yasaklanıyor ama İsrail taraftarları tarafından atıldığında olumlanıyor. İşte halka rağmen Almanya siyaseti tam da budur. İsrail tarafında bir kişinin burnunun kanama ihtimali ile dünya yakılır ama çocuk kadın demeden binlerce Filistinli öldürülebilir, yerlerinden edilebilir.
Gazze’de yaşanan soykırım ilk başlarda neredeyse her gün, şimdilerde her hafta olmak üzere binlerce insanın sokağa dökülmesiyle protesto edilmiş, gösterilere halkın duyarlı her kesiminden katılım sağlanmıştır. Maalesef bunu hazmedemeyen siyasetçiler garip gerekçelerle protestoları iptal etmişlerdir. Göstericileri yıldırmak için gözaltılar yapılmış, organize edenlere polis tarafından çok büyük yükümlülükler getirilmiştir. Aksa Tufanı akabinde Hamas’a destek çağrısı yapanların sınır dışı edilmeleri, Alman vatandaşlıklarının geri alınması gibi tehditlerle insanların gözleri korkutulmuş ve demokratik hakları ellerinden alınmıştır. Almanya’dan Filistin’e gönderilen insani yardımlar (340 milyon €) kesilmiş ve bazı dernekler kapatılmıştır. Birçok dernek basılmış ve haklarında dava açılmıştır.
An itibariyle yılmayan, insan hakları konusunda duyarlı olan insanlar halen her hafta sokağa çıkıp yapılan katliamlara karşı koymakta ve şahitliklerini yerine getirmektedirler.
*Murat Kurt-Araştırmacı-Yazar
1971 yılında Balıkesir Bandırma doğumlu, ilkokulu Türkiye’de bitirdikten sonra 1980 yılında daha önce işçi olarak Almanya’ya gelip yerleşen ailesinin yanına göç eder. Eğitimini Almanya’da tamamlar. Metalurji bölümünden mezun. An itibariyle otomobil sektöründe aktif olan bir şirketin müdürlüğünü yapmakta. Dünyanın bir çok yerini gezip fotoğraflayan, Kudüs üzerine iki fotoğraf albümü çıkarmış bir fotoğrafçı. Almanya’da Human Dignity&Rights İnsan Onuru ve Hakları Örgütü'nde Genel Başkan Yardımcılığı görevinde bulunmuştur.
Türkiye’de yayımlanan dergilerde yazıları yayınlanmış bir aktivist.