Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde 1 Ağustos 2024 Perşembe günü "Asya'nın Kanayan Yarası: Keşmir" konulu toplantı gerçekleştirildi.
Toplantıya, Pakistan Ankara Büyükelçisi Dr. Yousaf Junaid, Emekli Büyükelçi Numan Hazar, SDAV Başkanı Sinan Tavukcu, (E) Tümg. Doç. Dr. Güray Alpar ve Gazeteci Mehmet Öztürk konuşmacı olarak katıldı. Oturuma SDE Başkan Yardımcısı Alper Tan başkanlık etti.
Ayrıca toplantıda konuya ilgi duyan çeşitli alanlardan katılımcılar da bulundu.
“Keşmir Sorununun Çözümü için Beklentiler” konusunu Pakistan Ankara Büyükelçisi Dr. Yousaf Junaid değerlendirdi.
Junaid konu hakkında şunları kaydetti, “Son 77 yıldır oradaki baskıcı rejimden Keşmir halkı ile olan samimiyetimi ifade etmek için konuşuyorum. Şu anda orada çok büyük bir baskı var Keşmirlilerin oradaki baskıya karşı hiçbir şeyleri yok. Keşmirlilerin tek istediği kendi kaderlerini belirleme haklarının olması. Ben bu halkı etrafımda gördüm ve oradaki herkes dayanışma istiyor. Hindistan Anayasası'ndan tek taraflı olarak maddesini kaldırdı ve Keşmirlilere karşı çok zalimce güç kullanmaya başladı. Hindistan 1947'deki anlaşmayı bitirmek için güç kullanıyor. Biz adalete inanıyoruz. Keşmir halkına karşı kuvvet kullanılmasını istemiyoruz. Gazze'de de insanlar topraklarından oluyorlar, baskı görüyorlar. Keşmir meselesi Birleşmiş Milletlerin gündemindeki en önemli meselelerden birisidir. Bu çok ironik bir durumdur ki Birleşmiş Milletler Genel Konseyi kararı ve o dönemki Başbakan plebisiti kesinlikle yapacağını söyledi. Plebisit kararı uygulanmayınca insanlar buna karşı çıktılar. Onlar da karşılık olarak zalimce güç kullandılar. Şu anda bunu yapmalarının asıl sebebi Keşmir'deki demografik yapıyı değiştirmektir. Hindistan'ın diğer bölgelerinden gelen 4.2 milyon kişiye ikametgah belgesi verildi. Bazı araziler kamulaştırıldı. Yasa dışı tutuklamalar yapıldı. En yüksek düzeydeki Keşmirli liderler tutuklandı. Bunların hepsi Keşmir'deki Müslüman nüfus çoğunluğunu değiştirmek için yapıldı. İnsanları baskı altında yaşamak zorunda bırakıyorlar ama bilmiyorlar ki Keşmir onların vatanı. Bütün dünya biliyor ki Keşmir halkı bunu hak etmiyor. Soru şu ki, bunda başarılı olacaklar mı? Yani bu baskı altında başarılı olacaklar mı? Bunun cevabı; hayır, başarılı olamayacaklar. Ne kadar acımasız olursanız ve zalimce güç kullanırsanız kullanın ne kadar uzatırsanız uzatın bu önünde sonunda bitecektir. En sonunda halkın iradesi isteği gerçekleşecektir. Türkiye halkı Keşmir sorunu hakkında güçlü seslerden biri olmuştur.”
“Keşmir Sorununun Arka Planı” konusu hakkında ise Emekli Büyükelçi Numan Hazar konuştu. Numan Hazar konuşmalarında Keşmir sorununun nasıl ortaya çıktığından bahsetti.
Hazar, “Keşmir sorunu Hindistan alt kıtasının bölünmesine kadar gider. O dönemde iki bağımsız devletin oluşması bekleniyordu. Bunlardan biri Hindistan biri Pakistan'dı. Bu bölünmeden, bağımsızlıktan önce Pakistan fikri zaten vardı ve yaşıyordu. Bu fikir şuydu, Pakistan neden bağımsız bir devlet olmalıdır? Halide Edip Adıvar kitabında bu fikirden ilk kez bahseden Türk yazardır. Alt kıtada Doğudan Batıya Kuzeyden Güneye etnik olarak çok farklı bir topluluk vardı. Pakistan da bunlardan biriydi. Pakistan’ın kurucu lideri Muhammed Ali Cinnah Pakistan konusundaki görüşlerini ifade ederken bölgedeki eyaletlerin Pakistan’ı oluşturacağından bahsetti. İngilizler alt kıtaya bağımsızlık vermeye karar verdikleri anda ki alt kıta sadece Hindistan'dan ibaret değildir. Hindistan, Pakistan, Sri Lanka, Maldivler, Butan bu ülkelerden oluşur. Hindistan kendi politikasını (emperyalizmi) ortaya koyduğunda alt kıtaya Hindistan denmesini istedi. Aslında alt kıtada yaşayan ayrı milletlerdir. İngiliz imparatorluğu o bölgeye bağımsızlık vermeye karar verdiğinde güneydeki bütün milletlere bağımsızlık vermeyi düşündü. O zaman alt kıtada Hindistan'da 565 tane yönetici vardı. Bunlara raca, maharaca vs. deniyordu. Bu kişiler sonrasında Hindistan'a mı Pakistan'a mı katılacaklarına karar vereceklerdi. 3 bağımsız prenslik, hükümdarlık vardı. Bu 3 bağımsız prenslik sorun haline geldi. Biri Keşmir, diğeri Haydarabad ve Junagar sultanlığıydı. Keşmir’de ise nüfusun büyük bir kısmı Müslümandı ama yöneticileri Hindu’ydu ismi Harising’di. Sorun şöyle başladı Harising nüfusu çoğunlukta olan Müslümanlara danışmadan Hindistan’a katılma kararı aldı. Bu günümüze kadar süren çok büyük bir problem yarattı.
Şunu söylemek istiyorum ki Keşmir stratejik olarak çok önemli bir yer. Afgan silahlı kuvvetler burayı bir geçit, kavşak olarak kullandı. Keşmir Hindistan'ın eline geçtikten sonra bu sorun devam etti. Bu durum BM’ye taşındı ve BM bir karar aldı buranın hangi ülkede kalacağına dair. Ama ne yazık ki Keşmir’de problem hala devam ediyor. Türkiye olarak biz Keşmir meselesini destekledik ve Keşmir haklarını koruduk. Keşmir'de açıkça bir adaletsizlik yapıldı. Ne yazık ki orada problem hala devam ediyor. Bu mesele Filistin meselesine benzeştirilebilir. Kıbrıs meselesi de aynı şekilde bu meseleye benzer. Bu Müslüman dünyası ve Hristiyan dünyası arasında bir ayrıma yol açıyor. Ayrıca Karabağ meselesi için de böyle.” şeklinde konuştu.
“Keşmir Meselesinin Türkiye-Hindistan İlişkilerine Tesiri” başlığını SDAV Başkanı Sinan Tavukcu değerlendirdi.
Tavukcu konuşmalarında şu ifadeleri kaydetti. “Keşmir meselesi doğrudan Türkiye'nin Hindistan'a olan politikasını etkilemiştir. Türkiye bağımsızlığını kazandıktan sonra iki ülkeyi de tanımıştır. Diplomatik ilişkileri de kısa süre içinde başlamıştır. Dolayısıyla başlangıç itibari ile hiçbir problem yoktur. 1948'de dönemin Hindistan başkanı 1 Ocak 1948'de bu konuyu Birleşmiş Milletler’e götürdüğünde bir iç mesele olarak götürmedi. Bir ihtilaf olarak götürdü. Birleşmiş Milletler de 21 Nisan 1948'de 47 numaralı kararıyla bunu plebisit ile halk oylamasıyla halkın tercihi ile çözülmesi gerektiğine karar verdi. Dönemin Başbakanı Nehru başbakanlığı dönemindeki bütün toplantılarda hem Hindistan'da hem Birleşmiş Milletler'de Keşmir'in kaderini tayin etme kararının Keşmir’e yani Keşmir halkına ait olduğunu vurguladı ve bu taahhüdün de Hindistan için bir “şeref sözü” olduğunu vurguladı. Türkiye'de Birleşmiş Milletler genel kurulunun aldığı bu karara uydu. Dün neyse bugün de aynı Türkiye'nin pozisyonunda herhangi bir değişiklik yok. Şeref sözü veren Hindistan'da durum değişti ve bunu bir iç mesele olarak değerlendirdi. 12,5 milyon insanın yaşadığı Keşmir’e Hindistan hakimiyet kurmak için 1 milyon asker yığdı. Tıpkı İsrail'in Filistinlilerin devlet kurma hakkını elinden aldığı gibi Hindistan'da Keşmir'deki faaliyetleri “terörist eylem” olarak değerlendiriyor. Konu Müslüman olunca maalesef bu ayrımcı dil Birleşmiş Milletlerde karşılığını buluyor. Batı devletleri tarafından sempati ile karşılanıyor. 2020 yılında Birleşmiş Milletlerin 70. yılı için düzenlenen liderler oturumunda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşması Hindistan'da bomba etkisi yarattı Erdoğan özetle şunu söyledi, “Güney Asya'nın istikrarı ve barışı için de kilit önem taşıyan Keşmir sorunu hala çözüm bekliyor. Bu meselenin diyalog yoluyla Birleşmiş Milletler kararları çerçevesinde ve özellikle Keşmir halkının beklentileri doğrultusunda çözülmesinden yanayız.” Bu konuşma üzerine Hindistan Birleşmiş Milletler yetkilisi ve hükümet yetkilileri kınayan eleştiriler yaptılar. Dediler ki “Bu Hindistan'ın iç meselesidir. Erdoğan'ın konuşması bizim egemenlik haklarımıza müdahaledir.” Tabii Türkiye'nin bu duruşu en son 2020 yılında Cumhurbaşkanı’nın Birleşmiş Milletlerde ilan ettiği şekliyle Hindistan-Türkiye ilişkilerine ciddi şekilde tesir etti. İlk olarak uluslararası Kuzey-Güney ulaşım koridoru var. Bu koridorun 12 ortağından ikisi Azerbaycan ve Türkiye'de. Bizi bypass etmeye kalktılar. Nitekim bunun bir benzeri G7 zirvesinden sonra Hindistan-İsrail üzerinden Selanik'e yeni bir yol ilan edildi. 7 Ekim'de boşa çıkan bu koridorda da Türkiye devre dışı bırakılmak istendi. Türkiye Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan dedi ki “Türkiye'yi devre dışı bırakacak hiçbir projenin yaşama şansı yoktur.” Nitekim öyle de oldu.
Yeni dönemde lojistik hatların değişmesi ile beraber bloklaşma ve yeni ittifakların ve düşmanlıkların kurulduğunu görüyoruz. Ticaretin Asya'ya kaymasıyla orada iki güç ortaya çıktı. Biri Çin diğeri son dönemlerde Hindistan. Her ikisinin de ticareti devam ettirmek için güvenli yollara ve müttefiklere ihtiyacı var. Dolayısıyla bu yollar üzerinde “Soğuk Savaş” döneminde gördüğümüzün aksine yeni ittifaklar ortaya çıkmaya başlıyor. Kıtasından ilk defa çıkan Hindistan yeni yollar ve ittifaklar bulmaya yöneldi. Bunun için de şöyle bir stratejik hamle yaptı. Kafkaslarda, Avrupa'da özellikle Balkanlarda ve Akdeniz'de Türkiye kiminle düşmansa onunla ittifak kurmaya yönelik bir strateji geliştirdiler. Doğumuzda bunu Ermenistan ve İran'la Balkanlarda Sırplar ve Yunanlılar ile Akdeniz'de İsrail ve Kıbrıs'taki Rumlarla bir yandan siyasi ilişkiler kurdular bir yandan silah anlaşmaları yaparak bize karşı silahlandırma yarışına girdiler. Buna uluslararası ilişkilerde “çevreleme politikası” deniyor. Dolayısıyla bu çevreleme politikası Türkiye'yi çok rahatsız etti. Bunun akıllıca olmadığı da ortaya çıktı. Kafkaslarda bizi bu uluslararası Kuzey-Güney ulaştırma yolunda bypass etmeye çalışırken hep şunu düşündüler. Orada Rusya'nın desteğini alan Ermenistan'ın hep ihtilaf konusu olacağı Türkiye'nin Azerbaycan’la sorun yaşayacağını varsaydılar. Fakat olaylar öyle gelişmedi. Rusya, Ermenistan'ın arkasından çekildi. Ermenistan, Türkiye ve Azerbaycan'la yakınlaştı ve kapılar açılmaya başladı. Görünen o ki Kafkaslarda, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan'ın istikrar içinde yer alacağı, Türkiye'nin de garantör olabileceği yeni bir yapılanma hızla geliyor. Dolayısıyla Hindistan'ın Türkiye'nin husumeti bulunan ülkelerle dostluk kurma projesi elinde patladı. Bu nedenle biz diğer yerlerde de benzer şeyler yaşanacağını düşünüyoruz. Biz Hindistan'a şunu diyoruz: ‘Dünya iki kutuplu iken sizin öncülüğünüzde bir “Bağlantısızlar Hareketi” ortaya çıktı. Buna da siz öncülük ettiniz. Irkçılığa dayalı İsrail'i taklit etmekten vazgeçin. Nehru etkisindeki politikanızı yeniden inşa edin bu hem dünya için hem bizler için iyi.’ ”
Tümg. Doç. Dr. Güray Alpar ise “Keşmir Konusunu Doğru Yorumlamak” başlığıyla ilgili sunumunu gerçekleştirdi.
Alpar konuşmasında “Keşmir'in Çin ve Hindistan arasında bulunması çok önemli. Dünyadaki nüfusun neredeyse üçte ikisi burada ve civarında yaşıyor. Hem coğrafi hem de iktisadi açıdan çok önemli. Demiryolları su kaynakları bakımından basit bir bölge değil çok önemli bir bölge ki savaşlara da yol açabilecek bir bölge. Küresel iklimin nereye gittiğini hepimiz biliyoruz. 5000 yıl öncesine gittiğimizde Keşmir, Pakistan'ın tarihi ve kültürel olarak bir parçasıdır. Sadece dini değil biraz geriye gittiğimizde görüyoruz ki herkes bu bölgeyi ele geçirmeye çalışıyor. Keşmir'in kuzeyinde Fergana bölgesi var. Fergana bölgesi geçiş yolları itibarıyla Çin'e giden bölgeyi kontrol eden yapısıyla oldukça önemli ve bunu Keşmir'den ayıramayız. Türklerin “su destanı” var İskender ile mücadeleyi anlatan. İskender'in izlediği yola da baktığınız zaman öncelikle bu Türkistan bölgesinden Fergana'ya gelmiştir. Orada yaralanmış, kontrollü Türklere bırakmış, tekrar anlaşma yapmış ve güneye Pakistan bölgesine inmiştir. 1885 yılında “Kuşka” savaşı var. İngilizler ve Ruslar arasında. Ruslar kazandı. 1979-1989 yılları arasında Rusya'nın Afganistan'ı işgali var. 2001-2021 yılları arasında ABD'nin Afganistan'ı işgal girişimi var. Bunları anlamadan bölgeyi anlayamıyoruz. Jeopolitik ve jeostratejik teorileri hatırlatmakta fayda var. Kara Hakimiyet teorisi İngiliz düşünürler tarafından ortaya konmuştur. 2. Dünya Savaşı'nda aynı teori isim değiştirerek “Spykman” teorisi olarak ortaya çıktı. Teorisyene göre bu bölgede olan bütün olayların temelinde şu cümle yatıyor, "Nüfus ve doğal kaynaklar yönünden elverişli bir konuma sahip olan Rimland bölgesi güç Merkezi potansiyelini taşır ve buraya hâkim olan güç ABD'nin kontrol ettiği yeni dünyayı kuşatabilir ve ele geçirebilir.” Hindistan yönetimini demiyorum ama Hintlilerin burada bir kurban olduğunu düşünüyorum.
Kavanozdaki karınca teorisi örneğini vermek istiyorum. Bir kavanoz var. Kavanozun içine 100 tane karınca koyuyorlar. Karıncaların 99 tanesi kırmızı bir tanesi siyah. Kavanozun kapağını kapatıyorlar. Karıncalar bir dış müdahale olmadan gayet sakin duruyorlar. Sonra kavanozu dışarıdan birisi sallıyor ve tüm karıncalar birbirine giriyor. Sonra kendi içlerinde kavga ediyorlar. Çünkü her biri kavanozu bir karıncanın salladığını düşünüyor. Biz görüyoruz ki dış müdahale olmasa bu bölgedeki insanlar da gayet sakin kendi yerlerinde duracaklar. Yani şunu soruyorum: Bu kavanozu bölgemizde kim sallıyor? 1300'lü yıllardan itibaren 1320 yılında o bölge Müslüman olmaya başlıyor. Müslüman olunca Keşmir bölgesi 1819 yılına kadar gayet özgür bir şekilde kendi dinlerini inançlarını yaşıyorlar ama son 200 yıldır yaşayamıyorlar ne kültürlerini ne inançlarını. Çünkü Sing Miracesi orayı ele geçiriyor. İşgalciler bu bölgeyi yönetebilmek için bir strateji geliştiriyor, insanları birbirlerine düşürüyor, inançları istismar ediyorlar, kültürleri istismar ediyorlar. 1846 yılında yapılan anlaşma ile bu bölge satılıyor. Muhammed İkbal'in çok güzel bir sözü var, “Köylüyü, tarlayı, ırmakla caddeleri sattılar. Bir ulusu sattılar. Hem de ne ucuza sattılar.” Siz insanları satamazsınız. Biz insanı satan bir sistemi bir ideolojiyi kabul etmiyoruz. 1947 yılında buradan çekilirken İngilizler bir sınır çizdiler. Bunu maksatlı olarak yaptılar ve bugünkü acılara da bu durum sebep oldu. Bu duruma o dönemki Hindistan Genel Valisi sebep oldu. Bu vali daha sonra Pakistan'ı da yönetmek istedi fakat Pakistan bunu reddetti. Vali bölgede birçok karışıklığa sebep olmuştur. Keşmir'in, Hindistan yönetiminde olan kısmı stratejik bir konumda. Burada önemli su kaynakları var ve Hindistan bu su kaynaklarını kullanarak baskı yapmak istiyor. Bu sorun 77 yıldır devam ediyor.
Hindistan bölgede tek güç olmak istiyor. Bu sebeple tüm agresifliğini Pakistan'a yönlendiriyor. Sonuç olarak şunu diyebiliriz, bölgede çatışmalar devam ediyor ve bu bölgesel istikrarı da etkiliyor. Hindistan mevcut hareket tarzına devam ederse önümüzdeki 77 yılda da bu durum çözülmez. Bu durum sadece Pakistan'ın ve Hindistan'ın değil bölgedeki diğer ülkelerin de geri kalmasına ve zor şartlar geçirmesine sebep oluyor. Yönetim hatalarını sokaktaki Hintlilerden yani Hint halkından ayırmak lazım. Çünkü Hint halkı da bu durumdan memnun değil.” ifadelerini kullandı.
“Özerkliğin Kaldırılması Sonrası Camu ve Keşmir’in Hindulaştırılması Adımları” konusunu ise Gazeteci Mehmet Öztürk konuştu.
Öztürk konuşmasında, “Bu mesele bölünmeden kaynaklanan bir mesele. Bölünme yapılırken Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgeler Müslümanlara Hinduların çoğunlukta olduğu bölgeler Hindulara verildi. Onun dışında iki ayrı statü vardı. Biri Müslümanların çoğunlukta olduğu ama yöneticilerinin gayrimüslim olduğu Keşmir gibi ya da yöneticisi Müslüman ama halkın çoğunluğu Müslüman olmayan Haydarabad, Nizamiye gibi. Oraları bir şekilde Hindistan baskıyla halletti. Ama Keşmir’de özellikle Keşmir’in Pakistanla da sınırı olduğu için orada adaletsizlik yapıldığını düşünen kabileler Keşmir’e girdiler baya da ilerlediler. Mihrace Keşmir’i Hindistan’a bağlayan bir katılım anlaşması imzaladı. Keşmir’in büyük bölümünü Pakistan tarafından gelen “mücahit” olarak nitelendirdiğimiz insanlar ele geçirdikleri için bu nokta önemli. Hindistan BM’ye kendisi başvurdu ve dedi ki “buranın halkı kendi geleceğini kendi belirlesin. O dönemin Hindistan Başbakanı Nehru Birleşmiş Milletlere gitti ve karar çıktı. Halk oylamasına gidilsin ve bir karar çıksın Keşmir halkı kendi geleceğini belirlesin. 2 seçenek vardı ya Hindistan ya Pakistan yani bağımsızlık gibi bir seçenek yoktu. Ama Hindistan'ın amacı başından beri oyalamak zaman kazanmaktı hiçbir şekilde bugüne kadar bir plebisit yapılmadı. Çünkü o dönemde böyle bir plebisit yapılsaydı netice belliydi Müslüman çoğunluktan dolayı Pakistan'a katılım olacaktı ama Hindistan bunu bugüne kadar engelledi, olmadı.
Plebisit meselesinden sonra Şeyh Abdullah ile bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma Delhi anlaşmasıydı bu anlaşmaya göre plebisitten yarı bağımsız bir şekle dönüştü. 1964'e kadar Keşmir'in hem devlet başkanı hem başbakanı vardı. Yani devlet gibi bir şeydi. Daha sonra 1950'deki Hindistan anayasasına 370. madde konuldu yani özerklik verildi. Bu madde, Hindistan gibi kotası çok yüksek bir ülkede nüfusu az olan Keşmir'in demografisini korumaya yönelik bir şeydi. 1964'ten sonra genişletilmiş özerklik verildi. 5 Ağustos 2019'da Hindistan bunu kaldırdı.
370. madde Keşmir'in otonomisini ve demografik korumasını sağlıyordu. Keşmir ikiye bölündü ve Hindistan birliğine doğrudan bağlandı. Sonrasında Keşmir'in yapısını değiştirmek üzere değişiklikler oldu. Arazi alım satımıyla ilgili kanun kaldırıldı, artık arazi alıp satabiliyorlar. Orada uzun süre yaşayıp da ikametini alamayanların önü açılmış oldu. Önceden kendi memurlarını kendileri seçiyorlardı. Hindistan bunu da kaldırdı. Böylece Hindistan'ın her yerinden memurun gelmesinin önü açıldı. Yerleşimciler söz konusu oldu, Filistin'de gördüğümüz gibi.
Önemli noktalardan bir tanesi de seçim bölgelerine müdahale ettiler. Seçim bölgelerinde müdahale ettikleri için Hindistan'a müzahir olan milletvekillerinin parlamentoya girmesi daha kolay oldu. Kotalar yükseltildi yani sandalye sayısı yükseldi. Burada değineceğimiz nokta oradaki önemli liderlerin siyasilerin şu an hapiste olması. Hindistan bu kararı uymayarak Keşmir'i zor bir durumda bıraktı. Çünkü Keşmir gibi azınlıkta olan bölgeler zorluk çekti. Aynı şey bizim başımıza gelir mi diye son dönemde özellikle Camu bölgesinde silahlı eylemlerde hareketlilik görünüyor. Bu normal bir şey değil. Çünkü genelde Keşmir bölgesinde Keşmir vadisinde Müslüman çoğunluk var ve militan hareketler daha çok orada görünüyordu. Fakat şimdi bu hareketlilik Camu’da görünüyor Camu’da %60-70'lik bir gayrimüslim var. Bu bir taktik gibi görünüyor. O yüzden önemli ve zannediyorum ki kısa ve orta vadede bu bölgede daha çok militan hareketler göreceğiz. Keşmir büyük ve Türkiye'nin dörtte biri kadar bir alan. Dünya’nın damı olarak tabir ediliyor. Birleşmiş Milletler 'in tanımlamasına göre bölge “nükleer parlama” noktası.” ifadelerini kullandı.
Keşmir Sorununun Çözümünü Uluslararası Camiadan Beklemek Zaman Kaybıdır
SDE Başkan Yardımcısı Alper Tan ise konuyu şu şekilde değerlendirdi: “77 senedir Keşmir sorunu İslam dünyasının gündeminde. Ancak Batı dünyasının çok da umurunda değil. Ben 35 yıldır gazetecilik yapıyorum. Genel olarak toplantılarda Keşmir Sorununun çözümünü uluslararası camiadan beklediğimizi ifade ediyoruz. Bu bana hiç gerçekçi gelmiyor.
Bu toplantıda ilk defa uluslararası camiayı göreve davet etmedik. İyi ki davet etmedik. Niye biliyor musunuz? Bu sorunları peydahlayanlar, ortaya çıkaranlar, sorun haline getirenler uluslararası sistemi kuran devletlerdir zaten. Bu sorunun devam etmesinden yararlanıyorlar. Sorun ne kadar devam ederse, sorunun tarafı olan ülkeler onlara muhtaç kalmaya devam ediyor. Sorun çözüldüğü takdirde manipüle edebilecekleri bir konudan mahrum kalacaklar çünkü. O nedenle biz uluslararası camiayı göreve davet etmekten vazgeçmeliyiz.
Keşmir sorunu 77 senedir çözülmediği gibi Filistin meselesi de 76 senedir çözülmedi. Çözüm talep ettiğimiz uluslararası camia, Birleşmiş Milletler ve ilgili kuruluşlar binin üzerinde İsrail'i kınayan, İsrail'e yaptırım uygulayan kararlar aldılar. Ancak hiçbirisi hayata geçirilmedi. Ama İsrail'e hiçbir yaptırım da uygulanmadı.
Ermenistan, Azerbaycan topraklarında Karabağ’ı, haksız yere işgal etti. Uluslararası hukuk Karabağ'ı Azerbaycan toprağı olarak kabul ediyor. Uluslararası kuruluşların hiçbirisi çözüm için gerçek bir gayret sarf etmediler. Sonuçta çözüm kılıçla gerçekleştirildi. Yani silahla.
50-60 yıldır Kıbrıs sorunu devam ediyor. Uluslararası camia çözecekmiş gibi yapıp hiçbir sorunu çözmedi. 1974 yılında sorun kılıçla yani silahla çözüldü. “Arap baharından” sonra Libya istikrarsızlaştırıldı. NATO müdahale etti ve Libya'yı parçalamaya kalkıştı yani çözüm beklediğimiz uluslararası camia egemen bir devleti, Libya'yı parçalamak istedi. Sonunda Türkiye'nin desteği ile sorun kılıçla yani silahla çözüldü. Bugün Afrika'daki işgalci Batılı devletler sömürge karşıtı orduların yönetimi ele almasıyla, silahla uzaklaştırılıyorlar.
Dünyanın gözleri önünde katil İsrail Başbakanını, Amerikan Kongresi 80 kez ayakta alkışlayarak karşıladı. Bütün bebeklerin, masumların, kadınların öldürülmesine rağmen. Dünyanın gözünün içine bakarak bunu yaptılar. Uluslararası camianın tepesindeki en egemen devlet Amerika Birleşik Devletleri’dir, İngiltere'dir, Fransa'dır. Hepsi katil, soykırımcı devlet İsrail'in arkasındalar. Biz bunların Keşmir meselesini çözmesini mi bekleyeceğiz? Dolayısıyla bu beklentiden vazgeçmeliyiz. Keşmir sorununun çözümünü uluslararası camiadan beklemek kuzuyu kurda teslim etmektir. Sorumluluğu başkasının üzerine atmak topu kaleye atmak yerine taca atmak gibidir bence. Dolayısıyla biraz önceki örneklerde görüldüğü gibi ben savaş yapalım demiyorum ama bu sorunu devam ettiren devamından yararlanan güçler başka dilden anlamıyorlar. Arkasında silahlı bir kuvvet yoksa diplomasinin etkisinin olmadığını görüyoruz. Biz Pakistan'ı dost ve kardeş bir ülke olarak görüyoruz. Bizim için Hindistan halkı da birçok konuda tarihi ve kültürel bağlarımız olan dost bir halk. Ancak mevcut Hindistan Hükümeti uluslararası hukuku yok sayarak zorba bir şekilde güç kullanarak bölgenin huzur ve istikrarını bozuyor. Pakistan ve Hindistan halkları tarihi, toplumsal ve kültürel ortaklıkları çok fazla olan haklardır. Hindistan Hükümetlerinin bu halkların arasına düşmanlık tohumları eken politikalardan vazgeçmelidir. Umut ederiz ki Keşmir Sorunu daha fazla uzamadan barışçıl yöntemlerle çözülür. Benim anlayabildiğim kadarıyla aksi halde savaş ve askeri yöntemlerin dışında başka bir yol kalmıyor.”
Yayına hazırlayan: Esin Çoştu