Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Türk Havacılık ve Savunma Sanayii Başarıya Ulaşan Yolcuğuna Nasıl Başladı?

 Bu yazı 13/06/2023 tarihinde yayınlanmıştır.

 *Mehmet Yahya Çiçekli/ Araştırmacı

 

[Bu yazı, Fetullahçı Terör Örgütünün hain ve aşağılık iftira, yalan ve kumpaslarla mağdur ettiği tüm Türk subay ve astsubayları ile mühendis ve bilim adamlarına ithaf edilmiştir.]

Türkiye’nin son yıllarda ürettiği, envantere aldığı ve ihraç ettiği savunma sanayii ve havacılık ürünleri sık sık haberlere konu oluyor. Bir yıl içinde birden çok yeni sistem ile tanışan kamuoyu artık buna şaşırmıyor. Üstelik bu haberler yurt sınırlarını aşıyor, Türkiye ile ilişkileri olumlu ve olumsuz seyreden ülkelerde de o ülkelerin meşrebine göre haber ve analizlere konu oluyor. Türkiye’nin ekonomik ölçeğine göre bu alanda başarılı olduğu hem içeriden hem dışarıdan görülüyor.

Aslında, 21. yüzyılda küçük büyük pek çok ülkenin yerel imkânlarla silah ve askeri araçlar üretmeye çalıştığını söylemek mümkün. Ancak sonradan bu yarışa katılanlar, özellikle sanayi altyapısı da çok güçlü değilse ancak basit ve çok güncel olmayan ürünler ortaya koyabiliyor. Geçmişte başarılı bir savunma sanayi deneyimi olan ülkeler için de çeşitli zorluklar mevcut. Örneğin Soğuk Savaş döneminde dünya çapında silah ihraç eden ilk 10 ülkenin arasına olan Romanya bugün eski görkeminden çok uzak. Dünya sahnesindeki en büyük aktörler dışındaki durumun da anlaşılması, Türkiye’nin somut başarılarının öneminin daha iyi anlaşılması için gerekli.

Manevi Öncüler

Peki, Türkiye bugün geldiği noktaya nasıl geldi? Kayda değer bir savunma ve havacılık sanayi, hele Türkiye gibi ekonomik bakımdan orta ölçekli bir ülkede beş, on, hatta yirmi yılda sıfırdan oluşturulması mümkün olmayan bir birikimdir. Aslında Türkiye’nin savunma sanayii yolculuğu inişli çıkışlı bir geçmişe sahiptir. Bu geçmiş ne yazık ki kesintisiz bir süreç de değildir. Fakat, maddi değil ancak manevi öncüleri mutlaka zikretmek gerekir. 10 Ocak 1921 tarihinde Ankara’da kurulan İmalât-ı Harbiye Umum Müdürlüğü, İstiklal Harbinde tüfeklere süngü, süvarilere kılıç yapmış, silahları tamir etmiş, bir yerlerden temin edilip eldeki toplara uymayan mühimmatın kovanını el tesviyesinde inceltmiştir. İmalat-ı Harbiye önemli ölçüde Devlet-i Âli bakiyesidir. Düşmandan ele geçen uçakları tamir edip uçuran Vecihi Bey (Vecihi Hürkuş) ve İzmirli Ahmet Ali Bey (Ahmet Ali Çelikten) gibi öncüler de Türk Havacılık Sanayinin öncüleri sayılabilir.

Yokluk İçinde Yapılan Yatırımlar

Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Harbinde alınan acı derslerin neticesi olarak Cumhuriyet döneminde yerli savunma ve havacılık sanayiine büyük önem verilmiştir. Kurulan bakım fabrikaları, çoğu bugünkü Makine Kimya Endüstrisi Kurumunun parçası olan onlarca silah ve mühimmat fabrikası, bunlar arasında daha büyük teknolojik yatırımlar olan top ve topçu mühimmatı imalathaneleri, tersaneler, Kayseri ve Ankara uçak fabrikaları vb. o dönem için büyük kamu yatırımlarıdır. Cumhuriyet döneminde ve sonrasında özel sektörde de Nuri Demirağ, Nuri Killigil ve Şakir Zümre’nin isimleri göze çarpmaktadır.

Türk Savunma ve Havacılık Sanayii’nin Karanlık Dönemi

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, bilhassa Türkiye’nin NATO’ya girişinden sonra Türk savunma ve havacılık sanayii çok büyük darbe almış, adeta durma noktasına gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında hızla gelişen askeri teknolojiler sonucu Türk Silahlı Kuvvetleri geniş çaplı teçhizat modernizasyonu ihtiyacı duymuş, bunlar da ABD’den çeşitli sıkı sözleşme ve şartlara bağlı olarak ödünç, hibe ile, taksitli veya kredili olarak, bakım sözleşmesine tabi vb. şekilde, astarı yüzünden pahalı da olsa “bedavaya” “hazır” gelmiştir. Bedava silahlar varken fabrikalarla uğraşmaya ne gerek vardır? Bu dönemde özel sektör girişimleri tamamen yok olurken, devlete ait tesisler de sadece basit mühimmatları üretir olmuştur. Bu karanlık devir 15 yıla kadar sürmüştür.

1964 yılında Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmemesi için ABD Başkanı Johnson’un yazdığı mektup ile Türkiye pek çok bakımdan sarsılmıştır. Siyaseten, uluslararası ilişkiler açısından, milli güvenlik ve savunma sanayii gibi bakımlardan Türkiye kendini kör bir kuyunun içinde bulmuştur. ABD Türkiye’ye, kendisine danışmadan (kendisinden izin almadan) Kıbrıs’a müdahale edemeyeceğini, ABD silahlarını (o dönemde neredeyse bütün envanteri) Kıbrıs’ta veya başka yerlerde kendisinden izin almadan kullanamayacağını, ayrıca böyle bir işe girişen Türkiye’nin Sovyetler Birliği’nin saldırılarına karşı korunmayacağını diplomatik açıdan uygunsuz bir dille ifade etmektedir.

Bugüne Uzanan Yolculuğun Başlangıcı

1964’te Johnson mektubu ile tabiri caize “dost kazığı” yiyerek soğuk duş alan Türkiye, kendi ayakları üzerinde durması gerektiğini hatırlar gibi olmuştur. En temel teçhizat sayılabilecek piyade tüfeklerinden başlayarak tekrar yerlileşme yoluna gidilmiştir. Seçilen tüfeklerde hem ABD hegemonyasından uzaklaşılıp Alman tasarımı (G3) tercih edilmiş, hem de lisans yolu ile yerli üretime geri dönülmüştür. 1974’e kadar Türkiye on yıl boyunca Kıbrıs Harekâtına hazırlanmıştır. Farklı görüş ve partilerden hükümetler bu sürecin uygulayıcısı olmuştur ki devlet aklı da bunu gerektirir. Kıbrıs Harekâtı ile Türkiye askeri kapasite ve kabiliyetini dünyaya hatırlatır. Yunanistan ne bir uçak kaldırabilir ne Kıbrıs’a bir gemi yürütebilir. Fakat ABD de o veya bu sebepten Yunanistan’ın ve Kıbrıslı Rumların çıkarlarının bekçisidir. Türkiye tarihte görülmedik bir ambargoya maruz kalır.

Savaş uçaklarının basit sarf malzemelerinden tekerleklerindeki lastikleri bile Türkiye’ye vermez. Türkiye sahip olduğu savaş uçaklarını rahatça kaldıramayacak duruma gelir. 1964’e nazaran 1974 daha büyük bir sarsılış ve uyanıştır zira ilkinde tehdit, ikincisinde gerçek ve mutlak bir ambargo vardır. Kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz, sözüne yakışır şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri ve diğer devlet organları 1974’ten bugüne bir süreç içinde her bir kuvvetin ihtiyaçlarını git gide artan oranda yerlileştirmek için bir kararlılık göstermiştir. Ufak dalgalanmalar olsa da bu seyir bugüne kadar gelmiştir. Böylece Türk Savunma ve Havacılık Sanayii’nin başarıya uzanan yolculuğunun başlangıcı Kıbrıs Barış Harekâtı’na dayanmaktadır.

Yaklaşık 50 yıldır milli güvenliği gerçek manada sağlamak için savunma sanayiinin yerli ve milli olmasına öncelik veren tedarik anlayışı Genelkurmay ve Türk Siyasetçileri tarafından sürdürülmektedir. Her geçen on yıl Türkiye’nin savunma sanayii kendi birikimini katlayarak geliştirmiştir. 1980’ler, 1990’lar ve 2000 sonrası gelişmeleri yansıtır şekilde güncel teknolojiye sahip yani teçhizatın geçen zamana nispetle daha az zamanda daha büyük çeşitlilikle üretilerek envantere alınması ve envanterdekilerin de yerli imkânlarla modernize edilmesi Türkiye’nin imkan ve kabiliyetlerini pekiştirmiştir. Üstelik, bu gelişmeler yaşanırken Türk Savunma Sanayii alışıldık devlet fabrikaları yerine özel sektöre öykünen vakıf şirketleri (TSK Güçlendirme Vakfı) ile daha dinamik bir yol izlemiş ve beraberinde ilaveten savunma sanayine yönelik bir özel sektörün doğup büyümesini sağlamıştır.

Yarın için Ne Söylenebilir?

İkinci Dünya Savaşından sonraki tercihleri ile acı deneyimler yaşayan Türkiye, artık ihracatçı bir savunma sanayii aktörü olarak gelecek onyılları kapsayan iddialı planlar üretip uygulamaya geçirmektedir. 21. yüzyılın hız kazanan teknoloji yarışı ve sanayi dönüşümü içinde başka bir on yılı harcayıp kaybetme lüksü yoktur. Bu noktada başkalarının deneyimlerinden ders almak anahtardır. Dünyanın mutlak savunma sanayi devi olan ABD, geçen on yıllarda savunma sanayiini oluşturan özel sektör çeşitliliğini başta havacılık alanı olmak üzere açık şekilde kaybetmiştir. Bir şirket önce diğerini, sonra bir başkasını bünyesine katmış, büyük balık küçük balığı yercesine bu silsile sektörel çeşitliliği daraltmıştır.

Çok büyük meblağların döndüğü savunma sanayiinde verimlilik ve rekabetin sağlanabilmesi için hem ihracata ağırlık verilmesi hem de iç piyasada muadil ürünleri üreten aktörler arasında bir denge sağlanması gereklidir. Bu bakımdan örneğin insansız hava araçları alanında sektöre giren Vestel gibi birkaç üreticinin ürünlerine sembolik de olsa silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri veya başka kurumlar bünyesinde alıcı bulunamamış olması bir kayıp olarak görülebilir. Yine geçmişte Toros füzelerinin testlerdeki başarısına rağmen, benzer kabiliyetteki Kasırga Sistemi Çin’den teknoloji transferi yoluyla Roketsan bünyesinde geliştirilerek üretime alınmıştır. Yalnızca başkalarının hatalarından değil, kendi hatalarımızdan da ders almamız bu gibi deneyimlerin bilincinde olmayı gerçekleştirir. Hakeza yarı yerli Kasırga yerine tam yerli ve milli Toros füzesinin envantere girmesi yalnızca yerel teknolojik birikimi değil, aynı zamanda halkın ve silahlı kuvvetlerin moralini de milliyetçi duygularla yükseltebilirdi.

Savunma sanayii alanında ön almak için uygulanabilecek bir diğer yöntem de devlet destekli olmadan sektörde yer tutmayan çalışan firmalara da onlar siyasilerin kapısını tırmalamadan devlet tarafından ilgi gösterilmesi ve eğer yürütülen proje ve yatırımlar ülke için ciddi bir katkı ve gelecek vaad ediyorsa siyasi referans kaygısı gütmeden destek verilmesidir. Geçmişte Savunma Sanayii Başkanlığı bu yönde gayret göstermemiş değildir ancak yine de bu konuya daha fazla ağırlık verilmesi gereklidir. Yakın tarihimizde, savunma sanayii dışındaki alanlarda, siyasi destek olmadan büyük mühendislik başarısı gösteren bazı firmaların somut başarılarının devlet desteğinin eksikliğinden sınırlı kaldığını ve arz ettiği potansiyeli tam olarak gerçekleştiremediğini görmek mümkündür. Aynı durumun savunma sanayiinde yaşanmaması yetkililerin ve karar alıcıların öncelikleri arasında olmalıdır.