Türk Ocaklarının Kapatılma Meselesi (1931)
Bu yazı 15/08/2022 tarihinde kaleme alınmıştır.
*Prof. Dr. Tevfik ERDEM/ SDE İç Politika ve Hukuk Koordinatörü
II. Meşrutiyet sonrası geniş bir örgütlenme özgürlüğü alanının açılması farklı etnik toplulukların dernekleşmesi kadar Türk odaklı derneklerin kurulmasına da zemin sağlamıştır. 1912 Tarihinde Türklüğe hizmet gayesiyle kurulan Türk Ocakları da bu derneklerden biridir. Kuruluşundan itibaren Türklük üzerine çalışmayı amaç edinirken siyaset dışı bir yapı olmayı hedefleyen Türk Ocağı’nın içinde bulunduğu atmosferden dolayı bundan uzak durması mümkün olmaz. Zaten “Türk Ocakları Genel Merkezinin işgal kuvvetleri tarafından ilk basılan ve kapatılan yerlerden biri olması[1]” da ocakların aslında siyasetin ne kadar içinde olduğunun bir işareti olarak okunmalıdır.
Savaş döneminde bir ara kapatılan dernek, Cumhuriyet sonrası yeni kurulan devletin kültür dünyasını inşa etmede oldukça önemli bir işlevi yerine getirmeye çalışmıştır. Genç cumhuriyetin ümmetten millete (ulusa) geçiş sürecinde elbette ki Türklük üzerine odaklanan derneğin ön plana çıkması kaçınılmazdı. Nitekim Sinan Tavukçu, yeni kurulan cumhuriyetin Türk Ocakları ile girdiği organik ilişkiye dair şu bilgileri verir[2]: “Bakanlar Kurulu’nun 02 Aralık 1924 tarihli toplantısında, Türk Ocaklarının “on iki senedir halkçılık ve milliyetçilik düsturlarını memleketin en uzak köşelerinde neşir ve tamime çalıştığı” belirtilerek kamu yararına çalışan bir dernek olduğu kabul edilmiş, 01 Nisan 1925 yılında toplanan Bakanlar Kurulu, “Türk gençliğinin fikir ve seciyesinin inkişafına ve milli benliğinin tebellürüne hadim olan Türk Ocakları”na ihtiyaçlarını karşılamak üzere, Türkiye’den ayrılan Ermenilere ve mübadil Rumlara ait gayrimenkulleri tahsis etmiştir. Ayrıca, Bakanlar Kurulunun 03 Mayıs 1925 tarihli toplantısında, “Harsi ve medeni inkişafımıza başlıca avamilden addolunan Türk Ocakları’nın vazifelerinde muvaffak olmalarını temine çalışmak hükümetin siyaseti icabatındandır” denilerek, Türk Ocakları’na yardım edilmesi kararlaştırılmıştır.”
Türk Ocağı derneğinin cumhuriyet sonrasında yani tekrar faal hale geldiği dönemdeki etkinliklere bakıldığında cumhuriyetin ana ilkeleriyle uyumlu ve hatta onu tamamlayan bir düşünce yapısına sahip olduğu görülmektedir. Yani ocak, cumhuriyetçi, laik, çağdaş uygarlık düzeyinin batı uygarlığına katılmakla mümkün olduğu varsayımını kabullenen, irticaya karşı sert bir muhalefet sergileyen, Türk kadınını kamusal alana dahil etmeye çalışan, ocak binalarında muhasebeden yabancı dil kursuna, oradan tiyatro gösterilerine kadar modernleştirici kimliğiyle temayüz eder.
Eğer Türk Ocağı yukarıda sıralanan özelliklere sahipse, cumhuriyet kurulduktan sonra hükümetle organik bir ilişki içindeyse ve faaliyetlerine bu şekilde devam ediyorsa, yeni bir ulus inşa sürecinde İslam ve Osmanlı baskısıyla yok sayılan Türklüğe yeniden can veriyorsa ve cumhuriyetin kurucu değerleriyle örtüşen bir zihniyet dünyasına sahipse Türk Ocağı’nın kapatılma sebebi ne olabilir?...
Bozkurt olarak anılan bir lider, Türklüğü yeniden canlandıran ve Türk insanına ruh veren Türk’ün yüce başbuğu Mustafa Kemal neden Türk Ocakları’nın kapatılmasını isteyecektir?
Bu yazının oturduğu bağlamın anlaşılabilmesi için okuyucunun bundan önceki birkaç yazıyı[3] da okumasının daha anlamlı olacağını belirttikten sonra kısa bir ipucu verelim. Kapatılmanın arkasında daha önce de vurguladığım öncelik sıralamasındaki pozisyon gelmektedir. Çünkü öncelik, yeni kurulan devleti batılı muasır medeniyet seviyesine ulaştırmaktır, bunu yapacak olan da güçlü bir liderlik ve partidir (muhalefetin olmadığı güçlü bir tek parti ve tek lider). Oluşturulmak istenen devlet ve kimlik, ancak partinin belirlediği sınırlar içinde olabilir; yani eğer Türklük inşa edilecekse parti inşa eder. Türk olunacaksa bu partinin sınırlarını çizdiği bir Türklük olacaktır.
Türk Ocaklarının kapatılma sürecini anlayabilmek için dönemin ruhunu da anlamak gerekiyor: çünkü ocağın kapatılması kendisinden önce meydana gelen olaylardan bağımsız değildir.
Mustafa Kemal Paşa’nın Birinci meclisteki II. Grubu yapay bir krizle tasfiyesi sonrası yeni seçimle birlikte muhalefetsiz bir meclisle baş başa kalması çok da uzun sürmez. 17 Kasım 1924 tarihinde kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile (TCF) birlikte CHF için sert bir muhalefet ortaya çıkar. Bu muhalefet genellikle Kurtuluş Savaşı mücadelesinde yer alan subaylardan oluşur. Nutuk’ta “Paşalar Komplosu” olarak anılan bu süreç bize muhalefete karşı bakışın ne kadar sorunlu olduğunu gösterir. Tabii şimdi şöyle bir cevap verilebilir, “dönemin özgün şartları vardı ve bu dönemde böyle davranılması gerekiyordu”. Bu mantıkla hareket edildiğinde “her iktidar kendi döneminin özgün bir dönem olduğunu bu nedenle de muhalefetin sindirilmesi” gerektiğini söyleyebilir ve bunun için de kendince meşru kanıtlar ileri sürebilir. Muhalefetin ortaya çıkması Mustafa Kemal Paşa tarafından. Şubat 1925 tarihinde başlayan Şeyh Sait isyanı sonrasında 4 Mart 1925 tarihinde ilan edilen Takrir-i Sükûn Kanunu marifetiyle muhalif basının sesini kısma, Haziran 1925 tarihinde de muhalefet partisi TCF’yi kapatma imkânı verecektir. Mustafa Kemal Paşanın giderek tek adam olarak iktidarını pekiştirmesi, İzmir Suikastı (1926) vakasından sonra eski İttihatçı artıklarının tamamen temizlenmesiyle birlikte kemale erer. Bir muhalefet partisine, Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) ancak 1930 yılındaki ekonomik krizin ülke üzerindeki etkisi, CHP’nin mübadeleden kaynaklanan yolsuzluklarla anılması ve tek parti yönetiminden dolayı Mustafa Kemal Paşa’nın Türkiye ile ilgili olumsuz algıdan rahatsızlığı sonrası ihtiyaç duyulmuştur. Ancak bu muhalefet partisi (SCF), sun’i bir partidir ve muhalefet edebileceği alanın sınırı da her ne kadar partililere başlangıçta sınırsız gibi belirtilse de sınırlıdır. Yeni partiden beklenen, “halkın tepkisini üzerine çekebilecek ve bir paratoner olma özelliğine sahip” bir parti olmasıdır. SCF’nin kendisinden beklenmeyen bir performans göstermesi ya da halkın CHP’ye karşı dayanılmaz öfkesi SCF’yi bir anda iktidara doğru yöneltirken kendisi için çizilen sınırları fazlasıyla zorlayan partiye fesih kararı aldırtılarak ilk demokrasi deneyleri sona erdirilir.
Bu arka planın Türk Ocaklarının kapatılması ile olan ilişkisine geçersek, Türk Ocaklarının kapatılma sebeplerinden biri, SCF ile olan ilişkisi olarak gösterilir. Yani siyasetten uzak durması gereken ocak teşkilatı SCF içinde yani muhalefet cephesinde yer aldığı için kapatılmıştır. Gerçekte birebir örtüşme olduğunu söylemek zor olsa da ocakların bazı şubelerinin (İstanbul ve İzmir) muhalefete daha yakın olduğu görülür. Ancak dikkat edilmesi gereken bir hususun altını çizmek gerekir. İlk olarak Türk Ocakları CHP’nin bir parçası olarak tanımlanır. Gazi Paşa’nın 1931 tarihli Aydın Türk Ocağı konuşmasında belirttiği gibi Türk ocakları “CHP’nin hars müessesi” olarak tanımlanır. Konuşma şöyledir[4]: “Türk Ocakları Cumhuriyet Halk Partisinin hars şubesidir. Fırka millete mürebbilik yapacak; ilim, iktisat, siyaset ve güzel sanatlar gibi bütün hars sahalarında vatandaşları yetiştirmek için pişvalık edecektir. Ocaklılar CHP’nin programını vatandaşlara izah etmekle asıl görevlerini yapmış, ülkülerine en büyük hizmeti yerine getirmiş olurlar.” Böylece Türk Ocaklarına ve ocaklılara düşen görev, CHP programını halka anlatmak bu konuda önderlik yapmak olarak tanımlanmıştır. CHF’nin 1927 tarihli büyük kongresinde parti tüzüğünün 40. Maddesiyle Türk Ocakları partinin denetimi altında bir kuruluş sayılır[5]. Yani Ocaklar CHP’ye bağlı örgütlenmelerdir, ocakların görevi cumhuriyetin sahip olduğu mefkûreyi halka anlatmaktır ve ocaklara sadece CHP’ye üye olanlar girebilir ya da siyasette tarafsız olanlar girebilir yani muhalefette (SCF) yer alanların ocak içinde yer alması mümkün değildir. Bugünkü tabirle Türk Ocakları CHP’nin arka bahçesidir. İkinci olarak muhalefet partisi (SCF), Mustafa Kemal Paşa’nın talebiyle kurulduğu için parti kurucuları da paşa tarafından seçilmişlerdir. Haliyle doğal bir muhalefet grubunun kurduğu bir parti örgütlenmesi değildir SCF, bu yüzden de TCF’den ayrılır buna rağmen halkın teveccühünü kazanmada büyük bir başarı elde eder üç aylık ömrü hayatında.
Yukarıda SCF ve Türk Ocakları arasındaki ilişki özellikle İstanbul ve İzmir şubelerinde dikkate değer diye belirtilmişti. İstanbul ve İzmir Türk Ocağı şubeleri 1930 tarihinde yani belediye başkanlığı seçimleri döneminde ciddi bir kapışma arenası olarak ön plana çıkar. İstanbul Türk Ocağı’nda Nezihe Muhittin, SCF lehine bir konuşma yaparken, Meliha Avni( Sözen) ise, CHF lehine bir konuşma yapar. Konuşma CHP için bu gün de çok sık dillendirilen tema ile doludur, 1930’dan beri CHP’ye yönelik oy talebinin aynı olduğu hissini uyandırır: “…reyini, senin hürriyet ışıklarını yakmış olan, demir omuzlarında seni refaha doğru götüren, bayrağının şerefini, istiklalini kazanan, sana can veren Gazi’nin açtığı Fırkaya, Halk Fırkasına ver; istersen yalnız kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm süslü sözlerle seni kucağına çekmek isteyen Serbest Cumhuriyet Fırkasına ver. (...) Türk milletini muhakkak ölümden kurtaran, ona can veren Büyük Gazinin büyük dehasının eseri olan Halk Fırkası senin fırkandır arkadaş.” Meliha Avni’nin yaptığı konuşmanın siyasi propaganda içerdiğini düşünen bir grup üniversiteli genç Yarın Gazetesi’ne bir protesto metni verir. Protesto metninde, “Türk milleti esaret zincirini ölüm boyunduruğunu kendisi kırmıştır. Onun bu kutsi şerefi Türk milletine aittir” denilerek, CHF’nin Türk ulusunu kölelikten kurtardığı şeklinde dile getirildiği iddia edilen açıklamalar reddedilmiştir[6].
Mete Tunçay’a göre[7], Türk Ocaklarının kapatılmasında ocaklara gösterilen teveccüh ve genç cumhuriyetin henüz entelektüel bir kuşağının olmamasından kaynaklanan bir eksiklik ve bu eksiklik karşısında potansiyel bir Türk Ocağı entelektüel hegemonyası tehdidi vardır. “Mustafa Kemal Paşa, bu Türkçü yuvayı kendi iktidarına karşı bir çeşit muhalefet merkezi diye görmüş ve geleneksel taktiğiyle, bölerek bir kısmını etkisiz bırakmayı, bir kısmını da tamamıyla kendisine bağlamayı tasarlamıştır.”
Tunçay’ın bahsettiği bu entelektüel hegemonyanın ne kadar geniş bir alana sirayet ettiğinin açık kanıtını Türk Ocağı Ankara Genel Merkezi binasının mimarı Arif Hikmet Koyunoğlu anılarında şu şekilde dile getirir[8]:
“Bir akşam toplantısında söz Türk Ocaklarına gelmişti. Atatürk ani olarak Hamdullah’a sordu: “ Kaç Ocak şubesi ve ne kadar azası var? “ Ben Merkez Heyetinde aza olup bu işlerle uğraştığım için Hamdullah yüzüme sorar gibi bakmıştı. Söze başladım ve “ 276 şubemiz ve 32 bin üyemiz var, Paşam , “ dedim. Paşa hayret eder gibi biraz düşündü ve: “O kadar çaba sarf ettiğimiz halde bizim Halk Fırkasının bütün üyesi ancak 4 bin kadar. Korkarım, siz hükümete bir beyanname vererek siyasi bir hale geçerseniz, bizim parti ortadan siliniverir.” Hamdullah cevap verdi: “ Paşam, Ocak’ımız siyasetle alakadar değildir. O, bilim, hars ocağıdır. Bizim yegâne amacımız milletimizin medeni sahada yükselmesidir. Biz Ocak duvarları arasında siyasete ait tek bir kelime konuşmayız ve bundan başka bir emelimiz yoktur. “ Bu sözlerden sonra başka konulara girildi ve bu akşam toplantımızda böyle ve biraz düşündürücü olarak sona erdi.”
SCF’nin kapatılmasından sonra Gazi’nin çıktığı yurt gezisinde Türk Ocaklarının kapatılıp Halkevlerinin kurulacağına dair haberlerin yer almasının sebebi de böylece anlaşılmaktadır.
28 Şubat 1931’de Konya’da Cumhuriyet Halk Fırkası’nda yaptığı bir konuşmada Mustafa Kemal Paşa Türk Ocaklarına çok geniş bir görev vermektedir. “Biz bütün vatandaşları fırkamızın kadrosu haricinde tasavvur etmiyoruz. Aralarında maksadı anlamamış olanlar bulunabilir. En nihayet bunlara milli ve siyasi vazifelerini anlatmak fırka teşkilatımıza, fırkamızın bir şubesi olan Türk Ocaklarına ve her yerde behemehâl Türk Ocaklarının içinde memleket gençleriyle beraber çalışmaları icap eden muallimlere teveccüh eder. 18 yaşında ve daha yüksek yaşta rey sahibi bütün gençleri fiilen azamız görmek isteriz. Henüz bu yaşa gelmiyenleri âza namzeti telakki etmek ve onları buna göre hazırlamak lâzımdır. Fırkamızın yüksek mefkûresini ve programının esaslarını bütün vatandaşlara anlatmaktır.” Bu konuşmada Mustafa Kemal Paşa’nın vatandaşları politik birer aktör haline getirmek istediği sonucu çıkarılabilir. Çünkü her bir bireyi hatta 18 yaşından küçük olanların dahi üye namzeti olarak görüldüğü; tek devlet, tek parti ve tek ideolojiye sahip kişilere dönüştürülmek istendiği homojen bir toplum tasarımı ortaya çıkmaktadır. Ocaklara da ideolojik doktrinasyon görevleri verilmek istenmektedir. Ancak anlaşılan o ki Ocaklar bunun için ya yeteri görülmemiştir (ki bu iddianın hem nitelik hem de nicelik açısından doğru olması mümkün değil) ya da Ocaklar içinde yer alan kişilerle düşünsel bir örtüşme sağlanamamıştır. İkincisinin daha doğru olduğunu hem buraya kadar yapılan açıklamalar ve verilen örnekler hem de Falih Rıfkı Atay’ın yaptığı açıklama doğrulamaktadır.
“Türkocağı siyasî bir müessese midir, değil midir? Türkocağı inkılâpçıdır. İnkılâpçı demek, siyasi demektir. (...) Rey verecek yaşta gençlerin toplandığı bir müessese yalnız siyasî bir karakter göstermiş olmakla kalmaz; bu ister istemez bir fırka olur. CH. Fırkası sol bir inkılâp fırkasıdır. Solun unsurlarını kendi dışında bırakarak kendini sağlaşmak tehlikesine atamaz. Sol inkılâp fırkasının en tabii unsuru siyasî gençliktir. En radikal müesseseleri kuran bir inkılâp fırkası ile onun içinden ileri ve radikal fikirli unsurları ayıklar görünen bir müessese yanyana nasıl yaşayabilir?[9]”
Atay, CHF’yi solcu bir inkılap partisi olarak tarif ettikten sonra parti için potansiyel bir tehdit olarak gördüğü ocakların kapanmasının neden gerekli olduğunu açıklamış olur. Genç Cumhuriyet gençliğe emanet edilecektir ve bu emaneti işleyecek parti örgütünün (parti hars müessesesinin) cumhuriyet değerleriyle örtüşen bir örgütlenme olması gerekir. Peki Türk Ocakları cumhuriyet değerleriyle barışık değil miydi? Baştan beri vurgulanan hususlardan biri budur. Türk Ocakları cumhuriyet değerleriyle barışıktır ve tıpkı F. R. Atay’ın belirttiği gibi muasır medeniyet seviyesine ulaşmak isteyen, ilerici, laik, irtica karşıtı, milliyetçi hatta batıcı bir Türk milliyetçiliği taraftarıdırlar. Nitekim Türk Ocakları Genel Başkanı Hamdullah Suphi’nin ifadesiyle[10]: “Anadolu istiklâl mücadelesi Asya'nın bu köşesinde vatan istiklâli kadar Türk'ün garpçılık emellerini müdafaa etti. Karşımızdaki Avrupa orduları ne gariptir ki Avrupalılığın mümessili olan yepyeni, mücahit bir zümreye karsı dolayısıyla , hilâfetle beraber Asyalılığı ve Şeriati müdafaa ediyordu. Biz yenilseydik, Avrupalılık mağlûp olacaktı. Biz kazandık, Avrupalılara karşı garp fikirlerini, garp esaslarını muzaffer kıldık. Türk Ocağı dasitanı Anadolu mücadelesinin bu ruhunu kendine bir esas tanımıştır.”
Öyleyse Ocaklar CHF’ye rakip olabileceği endişesi ile kapatılmıştır. Ocakların kapatılıp Halkevlerine geçilmesini oldukça anlamlı bulan Tunçay[11], buradaki ana sebebin, CHF’den ayrı bir örgütün varlığının istenmemesiyle açıklar.
Bu noktada Türk Ocaklarının kapatılmasını 1929 büyük ekonomik bunalımı sonrasında tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de geçilen devletçilikle açıklamak mümkün. Nitekim, SCF’nin kapatılması, Menemen Hadisesinin vuku bulması ve ekonomik buhranla Türk Ocaklarının kapatılması arasında bir ilişki kuran Sarınay[12] tüm bunların rejimin varlığı için bir tehdit oluşturmasından dolayı devletin her alanda etkili olma isteğinin ocakların kapanmasına sebep olduğunu belirtir. 1929 Büyük ekonomik bunalımının etkisiyle devletçi ekonomik politikaya geçilmesi ve bu süreçte CHP’nin icraatlarından kaynaklanan yolsuzluk ve ekonomik eşitsizlikler gibi eleştirileri en aza indirgeyecek devletçilik politikasını hayata geçirerek sadece siyasi ve kültürel alanda değil ekonomik alanda da devletin tam hâkimiyetini sağlamak. Zaten bu konuda İtalya ve Rusya örnekleri yeni rejim için uygun örnekler olarak zaman zaman sunulmaktadır.
Ocakların kapanmasının arkasında Ocaklarda Turancılık düşüncesinin işlenmesinin SSCB’de yarattığı tepki gösterilir ancak zaten 1927’de alınan karar sonrasında Ocaklarda dış Türkler konusunun işlenmeyeceği kararlaştırılmıştır. Bu çok etkili olmayan gerekçe Ocakların ittihatçı Türkçülük-Turancılık davasını devam ettirdiğinin altını çizmek ve suçlamak için bir gerekçe olabilir, esas gerekçe tek parti yönetiminin hedeflediği toplumsal örgütlenme ve doktrinasyona Türk Ocakları gibi geniş ve nispeten liberal bir kültür odağı ile ulaşılabilmesinin mümkün görünmemesidir. Devletin sadece ekonomik alanda değil siyaset ve kültür alanında da tekelciliğe doğru giden politik yönelimi Ocakların sonunu getirmiştir. Mustafa Kemal’in Hâkimiyet-i Milliye gazetesine1931’de yaptığı konuşma son noktanın konulduğunu gösterir: “Milletlerin tarihinde bazı devirler vardır ki, muayyen maksatlara erebilmek için maddî ve manevi ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı istikamete sevk etmek lâzım gelir. Yakın senelerde milletimiz böyle bir toplanma ve birleşme hareketinin mühim neticelerini idrak etmiştir. Memleketin ve inkılâbın içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı masuniyeti için, bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması lâzımdır. Teessüs tarihinden beri ilmî sahada halkçılık ve milliyetçilik akidelerini neşir ve tamime sadakatle ve imanla çalışan ve bu yolda memnuniyeti mucip hizmetleri sebk etmiş olan Türk Ocaklarının, aynı esasları siyasî ve tatbikî sahada tahakkuk ettiren fırkamla bütün manasıyla yekvücut olarak çalışmalarını münasip gördüm. Bu kararım ise, millî müessese hakkında duyduğum itimat ve emniyetin ifadesidir. Aynı cinsten olan kuvvetler müşterek gaye yolunda birleşmelidir.”
Ocakların kapatılmasında dönemin ruhunu anlamak gerekir sözü biraz daha açılırsa iki önemli sorun alanının kapatılmada etkili olduğu da görülecektir.
Menemen Vakası, Ağrı İsyanları gibi gerekçelerle rejimin kendisini tehdit altında görerek siyasi ve kültürel her alanda devlet-yeni rejim gücünü göstermek istemektedir. Bu bağlamda Türk Ocakları yeni rejimin ana ilkeleriyle örtüşme konusunda üstün bir performans gösterme konusunda kendisine çok fazla güvenilmeyen bir örgütlenme olarak görülmektedir. Çünkü Türk ocakları daha liberal ve SCF örneğinde olduğu gibi muhalif partilerle ortak hareket etme potansiyeline sahip yapılar olarak görülmektedir. Mustafa Kemal Paşa, Türk Ocaklarının kapatılmasının konuşulduğu 1930 yılının sonunda başladığı yurt gezisinde, genç cumhuriyetin karşı karşıya kaldığını düşündüğü iki tehditle mücadele konusunda Ocakları başarısız görerek suçlar. İki tehditten biri irtica tehdididir (Memen Vakası-23 Aralık 1930). Mustafa Kemal Paşa, 3 Şubat 1931 tarihli Aydın Türk Ocağı ziyaretinde ki Menemen Vakasından bir ay sonradır, vasıtaları olmadığı için köylere gidemediklerinden şikayet eden Ocaklılara, şeyhler ve müritlerin bunu yaptıklarını belirttikten sonra, “… bir mefkûreye bağlananların gayeleri uğrunda her türlü zahmet ve fedakârlıktan zevk alacaklarını…” belirterek Ocaklara yönelik bir eleştiri yapar.
Yeni rejim için tehditlerden diğeri de, 1925‘te başlayan Şeyh Sait isyanı sonrasında bir türlü nihayete erdirilemeyen Ağrı İsyanları (1926-1930) ile gündemdeki varlığını sürdüren Kürt (dili) meselesidir. Mustafa Kemal Paşa’nın Türk Ocaklarına yönelik eleştirisi dil konusunda Adana Türk Ocağında 17 Şubat 1931’de yaptığı konuşmada şöyle dile getirilir[13]: “…Türkçe konuşmayan bir insan Türk harsına, camiasına mensubiyetini iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz. Halbuki Adana’da Türk Ocağı buna müsamaha gösterirse, gençleri, siyasi, İçtimaî bütün Türk teşekkülleri bu vaziyet karşısında bihis kalırsa en aşağı yüz seneden beri devam edegelen bu vaziyet yüzlerce sene devam edebilir. (...) Efendiler, herhangi bir felaket günümüzde bu insanlar başka dille konuşan insanlarla el ele vererek aleyhimize hareket edebilirler. Türk Ocaklarımızın başlıca vazifesi bu gibi unsurlara -ki bunlar Türk vatandaşıdırlar, halde ve atide talih ve mukadderatımız birdir- bizim dilimizi konuşan hakiki Türk yapmaya çalışmaktadır....” Türk Ocaklarına yönelik bu eleştiri ocak faaliyetlerinin yetersizliğine dairdir ancak zaten Ocaklar bulundukları yerlerde çeşitli kurslar açarak faaliyetlerini yürütmektedirler ve dil sorununun ana çözümü eğitim kurumları aracılığıyla olacaktır. Kaldı ki Türk Ocakları hem yeni alfabe sonrası eğitim faaliyetlerine hız vermiş hem de Türklük uğruna çalışmayı ana gayeleri edinmişlerdir ancak görünen o ki bu yurt gezisi sırasında Gazi Paşa, Ocakların kalemini zihninde kırmıştır.
[1] https://sinantavukcu.com/2009/03/09/ataturk-turk-ocaklarini-niye-kapatti/
[2] https://sinantavukcu.com/2009/03/09/ataturk-turk-ocaklarini-niye-kapatti/
[3] https://www.sde.org.tr/tevfik-erdem/genel/bir-medeniyet-projesi-olarak-milliyetcilik-kose-yazisi-27255
[4] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (2006), I-III, Ankara, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, s. 393
[5] Tunçay, Mete (2012), Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, s. 306
[6] Üstel, Füsun (2010), Türk Ocakları (1912-1931), İletişim yayınları, İstanbul, S. 346-347.
[7] Tunçay, 2012: 306
[8] https://sinantavukcu.com/2009/03/09/ataturk-turk-ocaklarini-niye-kapatti/
[9] Üstel 2010:371
[10] Üstel 2010:323-324
[11] Tunçay 2012 306-308
[12] Sarınay, Yusuf (1994), Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişimi ve Türk Ocakları, Ötüken, İstanbul, s. 320
[13] Üstel 2010:366
Kelime Ara
Konular
- Uluslararası İlişkiler
- Savunma-Güvenlik
- Teknoloji-Siber Güvenlik
- Enerji
- Ekonomi
- İklim-Çevre
- Sağlık
- Toplum
- İnsan Hakları
- Çatışma
Bölgeler
- Asya
- Afrika
- Avrupa
- Amerika
- Okyanusya
- Orta Doğu ve Mağrib
- Türkiye
- Rusya
- Körfez Ülkeleri
- Avustralya
- Kuzey Amerika
- Batı Afrika
- Batı Avrupa
- Kafkasya
- Merkez Asya
- Doğu Avrupa
- Doğu Afrika
- Latin Amerika ve Karayipler
- Yeni Zelanda
- Levant Bölgesi
- Kuzey Afrika (Mağrib)
- Diğer Okyanusya Ülkeleri
- Orta Afrika
- Balkanlar
- Doğu Asya
- Güney Afrika
- Çin
- Güney Asya
- İskandinav-Baltık Ülkeleri
- Güney Doğu Asya