Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Türkiye S-400’den Vazgeçebilir mi?

Doç. Dr. Güray ALPAR

Hava Savunma Sistemleri; bir ülkeye yapılabilecek bir saldırıya karşılık caydırıcılık sağlar, saldırıların etkisini azaltır, sınırlandırır, geciktirir ve önler. Bu sistemler adından da kolayca anlaşılacağı üzere savunma amaçlıdır. Savaşa değil, barışa hizmet eder. Sistemin başka bir ülkeye taarruz etme gücü olmadığından ve sistem sadece bir ülkeye karşı saldırı olması durumunda kullanılacak şekilde tasarlandığından, herhangi bir endişe duymaya da gerek yoktur. Türkiye’ye saldırı amacı taşımayan hiçbir ülke zaten bundan zarar görmeyecektir. Bu bakımdan Rusya’dan alınacak savunma amaçlı S-400 füzeleri ile ilgili tepkileri anlamak mümkün değildir.

Kaldı ki, Rum yönetiminin elinde daha kısa menzilli de olsa Rus yapısı Hava Savunma Füzelerinin var olduğu biliniyor. Dahası Türkiye gibi NATO üyesi olan Yunanistan, daha önce Rusya’dan almış olduğu S-300 Hava Savunma Sistemlerini, bir NATO ülkesi olan Türkiye’ye karşı Girit’e yerleştirirken böyle bir tepkiyle karşılaşmamıştı. Rum gazetelerinde yer alan haberlere göre Yunan Silahlı Kuvvetleri bu sistemleri aktifleştirme ve hatta S-400’lerle modernize etme kararlarını almış durumda. Yunanistan’dan başka, NATO üyesi ülkeler olan, Bulgaristan ve Slovakya’da da S-300 Füze Sistemleri bulunuyor.

Türkiye’nin hemen güneyinde Suriye’nin elinde ise S-200 ve S-300 füzeleri var. Ayrıca Rusya Suriye’nin Lazkiye bölgesindeki hava üssüne S-400 sistemlerini konuşlandırmış durumda. İsrail ise geliştirmiş olduğu Arrow (Ok) anti balistik füze sistemiyle kısa ve orta menzilli balistik füzelere karşı savunmasını sağlıyor. ABD ile işbirliği yaparak Arrow 1’i takiben, Arrow 2 ve Arrow 3 geliştirildi.

Tarihte Türklerin hava savunmasında dünyada bir ilk olma durumları vardır. Uçakların muharebelerde kullanılmasıyla birlikte ilk savaş uçağı 1911 yılında İtalyanlar tarafından Libya’daki Trablusgarp Savaşında Türklere karşı kullanılmıştı. Osmanlıların bu savaşta hiçbir hava aracı yoktu. Ancak tüfeği bir hava savunma uçaksavar silahı olarak kullanan Türkler, 1912 yılında dünyada “ilk defa savaş uçağı düşüren ülke” olarak tarihe geçmişlerdi. Türkiye’nin son zamanlara kadar hava savunma sistemleri konusunda kendi kendine yeterli olduğu söylenemez. Son dönemlerde ise bu konudaki çalışmalar hızlanmış görünüyor. Bu üretimlerin “yerli ve milli kaynaklara dayandırılması” üzerinde özellikle durmak gerekir.

Türkiye’nin stratejik önemdeki askeri ve sivil tesislerini hava tehditleri, uçaklar ve füzelerden korumak amacıyla, atış kontrol ve komuta kontrol altyapılarına uyumlu bir şekilde milli olarak tasarladığı alçak irtifa Hisar-A füzesi, 16 kilometre menzildeki hedefleri başarılı bir şekilde etkisiz hale getirirken, geliştirilen orta menzilli Hisar-0 füzesinde menzilin 25 kilometrenin üzerine çıkarılması hedeflenmiştir. Uzun menzil için tasarlanan Hisar-U füzesiyle ise 20 kilometre irtifa ve 150 kilometre üstündeki hedeflerin etkisiz hale getirilmesi mümkün olacaktır. Yapılan çalışmalarla her geçen gün hem menzil hem de irtifa olarak etkinlik artırılmaya çalışılmaktadır. Bir yerlerden başlanmıştır ve hızla ilerlenmektedir. Aselsan tarafından paylaşılan raporlara göre Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Projesi (SİPER Projesi) kapsamında 2021 yılı sonunda ilk teslimatlarına gerçekleştirilmesi planlanmaktadır.

Türkiye’nin gerek ülke güvenliği gerekse Akdeniz ve Ege’deki hak ve menfaatlerini korumak için savunma amaçlı Hava Savunma Sistemlerine ihtiyacı vardır ve bu Türkiye için hayati önemdedir. Türkiye bu ihtiyacının geçmiş dönemde birçok defa açıkça ortaya koymuş ancak fazlaca bir karşılık göremediği gibi en kritik zamanlarda Türkiye’de konuşlanmış hava savunma sistemleri sökülüp götürülmüştür. Bu kapsamda 2013 yılında Türkiye-Suriye sınırına yerleştirilen Almanya ve Hollanda Patriot Hava Savunma Sistemlerinin, “tehdidin ortadan kalktığı ve teknik güncelleme yapılacağı” gerekçesiyle en kritik anda çekilmesini hatırlamak gerekir. Ayrıca Türkiye’nin ısrarla NATO sistemlerine uyumlu Hava Savunma Sistemleri temin etme taleplerinin de bugüne kadar göz ardı edildiği herkes tarafından bilinmektedir. Bugün için İspanya ve İtalya’dan gönderilen Patriot Füzeleri ve SAMP-T bataryaları Adana ve Kahramanmaraş’ta konuşlanarak Türkiye’nin hava savunması sağlanmaya çalışılıyor. Bunların görev süresi dolduğu için Türkiye NATO’dan görev sürelerinin uzatılması talebinde bulunmuştur. Uzatılma talebinin gerekçesi; NATO’nun güneydoğu sınırında istikrarsızlığın devam etmesi nedeniyle hava savunma ihtiyacının bulunmasıdır.  Ortada bir ihtiyaç bulunduğu ve bunun uygun şekilde tamamıyla karşılanamadığı ortadadır. Bu bakımdan daha önce açıklandığı üzere çevresindeki her ülkenin Hava Savunma Sistemleriyle donatılmış olduğu Türkiye’den, “ne zaman alınıp götürüleceği belli olmayan” sistemlere güvenliğini teslim etmesi beklenilmemelidir.

Türkiye’nin almayı düşündüğü S-400 füzeleri alanında dünyadaki en iyi füze sistemlerinden birisi olma özelliği taşımaktadır. Rusya yapımı olan S-400 füzelerinin; ABD’nin Patriot, Çin imali FD-2000/HQ-9 ve Fransız-İtalyan yapımı SAMP-T gibi belli başlı sistemleri ile karşılaştırmasını yapacak olursak bu özellikler daha iyi ortaya çıkar.

RADAR MENZİLLERİ AÇISINDAN

600 kilometreden itibaren uçak ve füzeleri tespit edebilen S-400 Sisteminin 150 kilometre radar menziline sahip Patriot Sisteminden 4 kat daha fazla bir radar menziline sahip olduğu görülmektedir.

UÇAKLAR İÇİN FÜZE MENZİLİ BAKIMINDAN

 

400 kilometrede uçak ve füzeleri etkisiz hale getirme kabiliyetine sahip S-400 Sisteminin 80 kilometre menzile sahip Patriot Sistemine göre bariz bir üstünlüğü olduğu açıkça görülmektedir.

FÜZELERİN ETKİLİ OLDUĞU İRTİFA BAKIMINDAN

Patriot Sistemi 24 kilometre irtifa ile diğerlerinin gerisindedir.

AYNI ANDA İZLENEBİLEN HEDEF BAKIMINDAN

Aynı anda 300 hedefi takip edebilen S-400 Sisteminin diğer sistemlerin 3 katına ulaşarak bariz bir üstünlüğü göze çarpmaktadır.

AYNI ANDA FÜZE ATILAN HEDEF BAKIMINDAN

Aynı anda 36 hedefi ateş altına alma kabiliyetine sahip olan S-400 Füze Sistemi diğerlerine üstünlük sağlamaktadır.      

FÜZELERİN UÇUŞ HIZLARI BAKIMINDAN (mach)

MACH: Bir nesnenin bulunduğu yükseklikte ses hızına oranı olup 1 Mach hız bulunduğu yüksekliği göre 1062 km. ile 1226 km. arasında değişir.

Uçuş hızları dikkate alındığında 12 Mach sürati ile S-400 Füzelerinin hızının diğerlerinin kat kat üstünde olduğu görülür.

Bu değerlendirmelere göre S-400 sisteminin her açıdan bariz bir üstünlükle kendi alanında dünyanın en iyi hava savunma sistemi olduğu açıktır. Patriot füzeleri ise ilk kez 1991 Körfez Savaşı esnasında Suudi Arabistan ve İsrail’i korumak için kullanılmıştı. Uzmanlar Patriot sistemlerinin, diğer hava savunma sistemlerinin kendilerini gelişen teknolojiye uyarlamaları ve giderek geliştirmeleriyle, popülerliğini yitirdiği söylenmektedir. Ancak S-400 sistemini tamamlamak açısından, ilave olarak ihtiyaç duyulursa teklif edilen Patriot Hava Savunma Sistemlerinin de alınması mümkündür.

Dünyanın en etkili Hava Savunma Sistemlerinden birisi olan S-400’lerle Türkiye; gerek Ege Denizi’nde gerekse Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerini tam anlamı ile koruma yeteneğine de sahip olacaktır. Bunun yanında ileriye dönük olarak bu sistemlerin geliştirilmesinin ve Rusya ile başka alanlarda yüksek teknolojili askeri ekipmanların üretilmesinin de mümkün olduğu Rus ve Türk yetkililer tarafından açıklanmıştır. Bu bakımdan özellikle S-500 füzelerinin 600 kilometre uzaklıkta çok süratle uçan hedefleri çok yüksekten vurma kabiliyetinin önemli olduğu düşünülmektedir. Nitekim Rusya Savunma Bakanı Şoygu, S-400’lerin Türkiye’ye teslim edileceğini söylerken, S-500’lerin de ortak üretimle gerçekleştirileceğini açıkladı. Şoygu Türkiye’nin kendisinin de Hava Savunma Bataryalarını geliştirdiğini söylerken, Amerika’nın bu konuda geç kaldığını belirtti. Şoygu’ya göre tek bir S-500 bataryasıyla bile tüm Türkiye hava sahasının saldırılardan korumak mümkün olabilecek.

Türkiye dış politikasında her zaman dengeli ve barışçıl olmuştur. Başkalarının haklarında gözü olmadığı gibi kendi haklarını da korumakta tereddüt etmemiştir. Özellikle Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin 570 yıllık enerji ihtiyacını karşılayacak doğalgaz rezervinin bulunduğu ve keşfedilen 10 trilyon metreküp doğalgaz rezervinin dışında, keşfedilmeyi bekleyen 10 trilyon metreküpün üzerinde doğalgazın da olduğu, milyarlarca varil petrolle beraber geleceğin enerji maddesi olacağı değerlendirilen gaz hidrat yataklarının da bu bölgede yer aldığı göz önüne alındığında, Türkiye’nin geleceği olan bu bölgenin güvenliğini sağlamak daha da önem kazanmaktadır. Ancak tıpkı 1. Dünya Savaşında Orta Doğu petrollerinin paylaşılmasında nasıl Türkler dışarıda tutulduysa, bugün için de aynı şekilde Doğu Akdeniz’e en fazla kıyısı olan Türkiye’nin bir şekilde dışarıda tutulmak istenildiği görülmektedir. Bütün rezervler birtakım ülkelerce kendilerine göre paylaşılmakta, başkalarına verilmekte, haritalar çizilmekte ve Türkiye’nin uluslararası hukuka göre hak sahibi olduğu bölgelerde araştırma yapması engellenmektedir.

Doğu Akdeniz tarihsel jeostratejik öneminin yanında bugün için enerji kaynaklarıyla da bir cazibe ve mücadele alanı haline gelmiştir. Türkiye’nin hiçbir ülke için tehdit olmadığı ve Doğu Akdeniz’deki kaynakların adil biçimde ve uluslararası hukuka uygun olarak bölge ülkeleri arasında paylaşımını istemenin Türkiye’nin en doğal hakkı olduğu bir gerçektir. Bu konuda Türkiye ve KKTC’nin hak ve menfaatlerine saygı gösterilmesi gerektiği en üst düzeyde Türk yetkililer tarafından açıkça dile getirilmiştir. Türkiye müttefiklerinden bağımsız bir ülke olarak kendi egemenlik ve ekonomik haklarına saygı gösterilmesini ve bu konudaki çıkarlarının korunmasını beklemektedir.

Zaten bölgesinde Türkiye’ye rağmen ve Türkiye’nin dışarıda tutulduğu hiçbir projenin de başarıya ulaşması mümkün görülmemektedir. Geçtiğimiz haftalarda Eski Rum Dışişleri Bakanı Nicos Rolandis’in “Doğu Akdeniz’de bizim için hangi filo Türkiye ile savaşacak?” sözünü hatırlamak gerekir. Rumlar Akdeniz’de kendileri için savaşacak devlet ararken ve topraklarında her gelen devlete üsler sunarken, hesapsız hareketleri ile Kıbrıs’ta yaşayan Rumların güvenliklerini tehlikeye attıklarının farkında değil gibiler! Her şeye tek başına sahip olma hırsıyla ve bölgedeki ülkeleri Türkiye’ye karşı kışkırtarak bir yere varmaları ve bölge insanının huzur ve refahına katkıda bulunmaları mümkün değildir.

S-400 sistemlerine karşılık olarak F-35 uçaklarının Türkiye’ye verilmemesi gibi bazı girişimlerin olduğu da görülmektedir. Türkiye F-35 üretim programına başlangıçtan itibaren aktif olarak katılmış ve bir müttefik olarak yükümlülüklerini aksatmadan yerine getirmiştir. Bu uçakların dört tanesi de Türkiye’ye teslim edilmiştir. Uçakların verilmemesi gibi bir hareket tarzının uygun olmadığı ve sorunları büyütmekten ve güvensizlik ortamı yaratmaktan başka bir şeye yaramayacağı açıktır. Bu olay bizlere 1. Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Devleti’nin halktan topladığı paralarla İngilizlerden aldığı Sultan Osman ve Reşadiye savaş gemilerini hatırlatmaktadır. Türkiye’ye getirilmesi için yolda harcayacağı kömür paralarının bile ödendiği bu gemiler Osmanlılar için yapıldığı için bilinçli olarak son derece kötü kalitede inşa edilmişti. Haksız bir şekilde verilmeyen bu gemilere “Agincourt” ve “Erin” isimleri verilerek Osmanlıya karşı savaşa sokuldu. Ancak kaderleri oldukça hazindi. Silahları iyi çalışmadığından ve malzemeleri kötü olduğundan her ikisi de kısa sürede çürüğe ayrılarak hurdacılara satılmıştı.

Doğu Akdeniz ve civarı sanki bir savaşın habercisi olacak şekilde ısınmıştır. Suriye’de “demokratik görünümlü terör örgütlerinin” ABD tarafından silahlandırılıp, eğitilmesiyle de bölgede barışın sağlanması iyice zorlaşmıştır. Bu noktada ABD gibi büyük bir devlete düşen görev; bölge halkını birbirine düşürecek uygulamaları bırakması ve büyük devlet olma gereğini yerine getirecek şekilde bölgenin huzur ve refahına katkıda bulunacak ve barışı sağlayacak projeleri bölge ülkeleri ile beraber ortaya koyabilmesidir. Ne Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi yok sayarak, ne Türkiye ile Rumları ve Yunanlıları birbirine düşürerek, ne de Suriye’nin kuzeyindeki YPG unsurlarını silahlandırarak bölgeye ve dünyaya barış gelmesi mümkün değildir. Bu tür uygulamalar insanlığa ve mutluluğa hizmet etmez, bölge insanını acılar içinde bırakır, fakirleştirir. Diğer taraftan Türkiye’nin; tarihinden gelen bilgi birikimi ve sağduyulu politikalarıyla, insanlığa ve bölgedeki barışa hizmet etmeye her zaman hazır olduğundan kimse şüphe etmemelidir.