Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Türkiye Yüzyılının Anlamı

 

Bu yazı 05/01/2023 tarihinde yayınlanmıştır.

*Prof.Dr. Tevfik ERDEM / SDE İç Politika ve Hukuk Koordinatörü

 

Türkiye bir yandan Jeopolitik konumu, ait olduğu medeniyet dünyası ve bu medeniyet dünyasında yerine getirdiği tarihi misyonun ona yüklediği motivasyonla hareket ederken diğer yandan Tanzimat ile başlayan ray değişikliğinin sonuçlarıyla karşı karşıyadır. Türkiye, Batı medeniyeti karşısında kaybettiği askeri üstünlüğünün yanında ekonomik kalkınmayı yakalayamaması nedeniyle düvel-i muazzamanın ülke ekonomisine abanması nedeniyle hep çeperde kaldı. Bir yandan ekonomik gerilik, diğer yandan modern bilim ve teknikle olan mesafe, askerin siyasete dahli, Batılı devletlerin Devlet-i Aliyye içindeki etnik unsurları kışkırtarak devleti güçsüzleştirmeleri ve ona karşı topyekûn hareket ederek varlığına kastetmeleri bir medeniyet dünyasının önemli bir temsilcisini sahneden sildi. Doğunun sömürülmesini engelleyen ‘kalkan’ ortadan kalkınca da ekonomik ve askeri bir makina olan Batı tüm dünyayı talan etmeye başladı.

SSCB, Batılı kapitalist rejime meydan okuma, eşitsizlik ve sömürüyü ortadan kaldırma iddiasıyla tarih sahnesine çıkmasına rağmen ne ülke içinde ne de sömürgelerinde bunu sağlayamadı. Klasik komünizm eleştirisinde olduğu gibi sağladığı tek eşitlik yoksullukta eşitlikti. İnsanın insanı sömürdüğü bir sistemi ortadan kaldırarak sınıfsız bir toplumu ortaya çıkarma iddiası, bürokratik bir seçkinler sınıfını Komünist Parti ile özdeş hale getirdi. Ekonomik geri kalmışlığın baskısı ile askeri alanda kaba ve hantal gücün ötesinde bir varlık gösteremediği için de ortadan kalktı. Putin ile yeni bir ruhla ama eski alaşım nesneleriyle varlığını sürdürmeye çalışan bir Rusya, Batı karşısında sadece ikincil bir tehdit olarak kalacak görünüyor. Kaldı ki Ukrayna’da uzatılmak istenen savaşın arkasında Rusya’nın yıpratılmak istendiği çok açık. Rusya ringde rakibini kolayca yenebilecek bir güce sahip olan ama rakibinin seyirci, teknik direktör ve lojistik desteği sayesinde bir türlü nakavt edici darbeyi indiremeyen, iri yarı ama yorgun boksör rolünü oynuyor.

Avrupa Birliği, bütün bir Soğuk Savaş döneminde Amerika ve SSCB’nin arasındaki bir mücadele alanı olmaktan öte değildi. Şimdi de hiç farklı değil. ABD ve Rusya arasındaki mücadelede araya sıkışmış küresel rekabette caydırıcı bir askeri güce sahip olamayan bir birlik. Birlik ama sadece ekonomik bir birlik, üyelerini ülkeleri ya da Avrupa için savaşa motive edecek bir unsur var mı? Elbette vardır ancak bunun oranı tartışmaya açık. Daha ciddi bir sorun daha var: Yaşlanan nüfus. Rusya için de aynı sorunlar geçerli, hatta nüfusun yaşlanması ve azalması Rusya’da çok daha dikkat çekici.

Çin ve Hindistan, küresel rekabet için artan ekonomik güçlerine rağmen Çin için demokratik olmayan yönetim biçimi ve her ikisi için adil olmayan gelir dağılımı ve insan haklarının bozuk sicili boyunlarında taşınan birer yafta. Çin kendince bir yumuşak güç oluşturma gayreti içinde ancak katı totaliter rejim uygulamaları ve ağır insan hakları ihlali bu tür bir yumuşak güç için ciddi bir engel. Hindistan yakında Çin’i de geçecek nüfusu ile geri kalmışlığının ve gelir dağılımı uçurumunun baskısını üzerinde daha da fazla hissedecektir. Sadece bu nüfus baskısı bile iki ülkenin kendi iç meselelerinin dış bir mesele olarak gerilim yaşamalarına sebep olabilir. Küresel kutuplaşma arttıkça iki ülkenin ne kadar muhalif oldukları ortaya çıkıyor.

Tüm bu gerilimli küresel pozisyonda, neredeyse bir yüzyıl kendi iç sorunlarıyla uğraşmakla meşgul, kendisine Avrupai görünümlü Ortadoğulu ülke olma rolü biçilen Türkiye, 20. yüzyılın başındaki sorgulamalarını tekrar yapıyor. Gökalp’in söylediği gibi, hem Batılı ülkeler gibi gelişmiş, kalkınmış olmak yani muasırlaşmak, hem kendi kültürünü yani Türklüğü muhafaza etmek hem de Müslümanlığını muhafaza etmek. Türkiye’nin kendine biçtiği rol bu gibi görünüyor. Türkiye bunu yapabilecek potansiyele sahip, bu potansiyeli harekete geçirecek bir ruha da.

Bu ruh bir şeyleri yapabilme, değiştirebilme inancıdır. “Ben yapamam, biz yapamayız, elin oğlu yapıyor, ne güzel yapmışlar, biz niye yapamıyoruz …” gibi hayıflanmaların yerini “yaptık, çok da iyi yaptık, daha iyisini yapacağız…” gibi özgüven ifadelerinin alması gerekir ki bunlar yavaş yavaş gerçekleşiyor. Türkiye canlı ve dinamik bir nüfusa sahip. Bu canlı ve dinamik nüfusun başarılı ve verimli olmasını sağlayan unsur, onların bir ideal, bir hedef ve bir ahlak etrafında ve doğrultusunda hareket etmeleridir.

Türkiye, yeni yüzyıla enerjisinin tamamını kendi iç sorunlarına vererek girmemeli ve girmiyor. Kendi milletiyle barışık, sorunlarını çözme konusunda kararlı ve bunu yaparken de kendi yerel dinamik ve kaynaklarıyla evrensel hukuk ve insan hakları ilkelerini harmanlayarak bir sentez ortaya koymalıdır. Türkiye askeri alanda ispat ettiği gücünü siyasi gücü ile pekiştiriyor bunları kültürel gücü ile de parlatabilir.

Türkiye küresel ve bölgesel sorunların çözümünde artık ihmal edilmeyecek kadar önemli bir aktör. Askeri açıdan caydırıcı bir güç, savaş teknolojisinde ise kuralları değiştiren bir özelliğe sahip. Ancak Türkiye bu gücünü bölgede sömürgeci bir güç gibi kullanmıyor. Türkiye, mazluma Yavuz zalime Selim, ilkesi doğrultusunda hareket ediyor. Afrika ülkeleri, Türk dünyası ve Balkan coğrafyasında eğer önemli bir karar alınacaksa bunun içinde muhakkak Türkiye’nin olduğu görülüyor.

Türkiye küresel güç mücadelelerinde taraflardan birinin lehine ya da aleyhine bir politika izlemeyeceğini (Ukrayna-Rusya Savaşında) göstererek uluslararası alanda da takdir topladı. Bu tür tarafsız ve kararlı bir duruş ise Türkiye için yeni bir kapı açtı: Türkiye’nin enerji üssü olması.

Türkiye’nin izlediği dış politika, bölgesindeki olaylara müdahale tarzı ve sonuçları etkileme gücü bu ülkenin insanını gururlandırdığı ölçüde milli şuurunu da arttıracak ve ülkenin gücüne ayrı bir dinamizm katacaktır çünkü Türkiye Yüzyılı sadece askeri, sadece ekonomik değil aynı zamanda milli şuura sahip olma ve onu hissetme ile ilgilidir. Bu şuur Kızıl Elma’nın nerede olduğunu değil oraya kiminle ve nasıl gidileceğini ortaya koyan bir şuurdur.