Yeni Güç Mücadelesi: Birleşme ya da Bölünme
*Bu yazı 30/03/2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Doç. Dr. Güray ALPAR/ SDE Başkanı
Uluslararası alanda, bölünmelere dayalı anlayışın sonucu, bir bunalımın yaşandığı artık oldukça açık. Antropoloji, insan davranışlarının ve toplumların bilimsel çalışmasını konu alan akademik bir disiplin olarak, insanların ve kültürlerin neden birbirine benzediğini veya hangi açıdan birbirinden ayrıldığını inceleyen bir bilim dalı (Alpar, 2014: 4). Bu ise toplumsal barış ve çatışma açısından önemli. Benzerlikler üzerine yoğunlaşıldığında barışı, ayrılıklar körüklendiğinde ise çatışmaları ortaya çıkarıyor. Yapılacak bir analizde sömürgeci ülkelerin, tarih boyunca ayrılıklar yaratma ve ötekileştirme çabasında olduğu görülüyor. Bu açıdan, Avrasya bölgesinde Soğuk Savaş Döneminin başından itibaren gerçekleştirilen onca bölünme ve birbirine düşürerek egemen olma girişimi sonrası, son dönemde Avrasya bölgesinde Çin’in inisiyatifinde gerçekleştirilen; Suudi Arabistan-İran yakınlaşmasına yönelik girişimler ile özellikle aynı ülkenin Rusya ile ilişkilerini, sonuçları itibarıyla iyi değerlendirmek gerekiyor.
Siyaset Bilimci Richard Rosecrance, yazdığı “Action and Reaction in World Politics” isimli eserinde, uluslararası siyasette iki yaklaşım belirlemişti. Bunlardan ilki güç, denge ve yetkinlik gibi kavramların açıklanması ile ikinci olarak diplomatik olayların iyi analiz edilmesiydi (Rosecrance, 1963: 2).
Peki bir ülkenin “güç” olmasını belirleyen şartlar nelerdir ve bir uzman olarak nasıl bir metodoloji kullanarak bazı sonuçlara ulaşabiliyoruz?
Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası sistem ile ilgili paradigmalar sorgulanmaya başlamış ve teorisyenler tarafından yeni yapının nasıl olması gerektiğine dair, doğru ya da yanlış, çeşitli görüşler dile getirilmişti (Jane ve Yılmaz, 2016: 131). Nye ve Keohane, uluslararası sistemi “karmaşıklık” ve “karşılıklı bağımlılık” temelinde değerlendirirken (Eralp, 2009: 147-149), diğer taraftan Yalvaç; mekân ve zaman ilişkilerinin temelden değiştiğini öne sürerek, toplumların iç içe geçtiği global bir ilişkiler ağına vurgu yapmıştı (Yalvaç, 2009: 125).
Doğal olarak günümüzdeki bu karmaşık yapının da Rosecrance tarafından belirttiği şekilde açıklanabilmesi ve iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Oysa çoğu zaman hızla değişen olaylar karşısında, meydana gelen birçok olayın, üstünkörü değerlendirilip geçildiği ve yönlendirmelerin etkisindeki doğru olmayan analizlerin karar vericilerin önüne çıkarıldığı görülmektedir. Soğuk Savaş sonrası dönemde, “dünyanın tek kutuplu bir yapıya dönüştüğü” söylemleri de bunun bir sonucuydu. Mademki tek kutuplu ve tek güç merkezinin bulunduğu bir dünya oluşmuştu, o halde egemen güç elinde bulundurduğu ekonomik, askeri ve kültürel unsurları kullanarak tek başına istediği gibi kurallar koyabilir ve diğer herkesi koyduğu kurallara uymaya zorlayabilirdi (Kantarcı, 2012: 59). Bu paradigma; İngiltere ve Fransa’nın her iki dünya savaşında güçlerini tüketip, güç merkezi olma konumlarını kaybetme hataları kadar, sonuçları itibarıyla tam bir felaketti. Oysa “en tepede olan hangi güç” sorusunun yanında,” hangi güçler ve hangi alanda onun hemen gerisinde” sorusunun da cevaplanması gerekiyordu (Watson, 1992).
Uluslarararası ilişkileri, birçok etkeni ve aktörü dikkate almadan ve derinliğine inmeden, “düz bir mantıkla değerlendirmeye çalışmak”, yapılabilecek en büyük hatalardan birisi (Özlük, 2009: 240). Olayları anlamlandırmada ve sağlıklı sonuçlara ulaşmada, uluslararası sistemdeki, bozucu girdileri, kısıtlayıcıları ve düzenleyici mekanizmaları her zaman dikkate almak gerekmektedir. Galiba, yılların tecrübeli siyaset bilimcisi Rosecrance tarafından yapılan “Çin’in, Rusya ile birlikte hareket etmesinin güç olduğu” savını içeren değerlendirme buna en güzel örnek olsa gerek (Rosecrance, 2010 ve 2013).
Oysa aynı uzman, güç dağılımına ilişkin değerlendirmelerinde, ABD yanında; Rusya, Çin ve AB’nin etkisini artırdığından bahisle “hiçbir gücün tek başına sisteme hâkim olma kapasitesine sahip olmadığını” da söylemişti. Vurgulanan ancak güç zehirlenmesi altında görmezden gelinen diğer tavsiyeler ise şunlardı:
-Büyük güçleri, tehdit ve cezalandırmaya dayalı güç ilişkilerinden kaçınmalıdır.
-NATO, Rusya ve Çin’i açıktan tehdit etmeyecek şekilde yayılmalıdır.
-ABD kendi çıkarları için diğer güç unsurlarını dışarıda bırakan girişimlerden kaçınmalıdır (Rosecrance, 1990: 83).
Bütün bu hatalar yapıldı. Üstelik, İslam Dünyası ve Çin Medeniyeti, çökmekte olan Batıyı kurtarmak için ötekileştirilip, düşman ilan edildi. Amerikalı Siyaset Bilimci, Samuel P. Huntington, Fukuyama’nın bıraktığı yerden (Fukuyama: 1992) ele alarak “Uygarlıklar Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması” isimli eseriyle (Huntington: 1996) yeni yüzyılın din ve uygarlık ağırlıklı bir çatışma ile belirleneceği tezini ortaya attı. Güç zehirlenmesi altında bir yanılgıyla, bu tez Ortadoğu Coğrafyasında uygulama alanına sokuldu, insanlar, çocuklar öldürüldü, her yer yakılıp yıkıldı. Afganistan, Irak gibi coğrafyalara saldırılar için gerçekte olmayan gerekçeler uydurulmuştu ancak hepsinin uydurma olduğu sonradan yapılan soruşturmalarda ortaya çıktı. Ülkeler bölündü, mezhepsel ve etnik çatışmalar körüklendi. Esas olarak strateji bölme ve parçalama üzerine kurgulanmıştı. Ancak sonunda güçlerini ve imajlarını kaybedenler de yine saldırıyı başlatanlardı.
Ardından başka hatalar da yapıldı. Bunun en bariz örneği ABD’nin, Türkiye’ye ihtiyaç duyduğu hava savunma sistemlerini ve satın aldığı uçakları vermeyerek, giriştiği zayıflatma mücadelesi idi ve aslında bu bölgede zayıflayan ABD ve NATO oldu. Bir ülke güçlü bir müttefikine ancak bu kadar zarar vermek isteyebilirdi. Üstelik kendisine müttefik olarak bulduğu terör örgütü (YPG/PKK), kendi müttefiki olan ülkeye açıkça terör saldırılarında bulunuyordu ve bu görmezden geliniyordu.
Diğer bir hata ise AB’nin gelişmesinden rahatsızlık duyarak, zayıflatmak adına, Baltık Denizinden başlayarak Akdeniz’e uzanan hattı kontrol altına almak suretiyle, AB ile Rusya ve Çin’in bağlantılarını ve enerji koridorlarını kendi kontrolü altına almak olmuştu (Bkz. Alpar, G. (22 Eylül 2020). Üç Deniz Hattı: Enerji Koridorları ve Yeni Kuşatma Stratejileri, SDE Makale).
Bunlar yapılırken, daha Ukrayna krizi ortada bile yoktu ve Biden, daha başlangıçta “Bölen değil, birleştiren bir başkan” olacağını söylemişti (Ancak bunu sadece kendi ülkesi için söylediğinden kimse şüphe etmiyordu). Nitekim, Rusya’nın Ukrayna üzerindeki harekâtına başta izin verir gibi görünmek (Biden bu krizde başında, ABD'nin savaşmak istemediği konusunda net bir tavır sergiledi. İş o noktaya gelirse de ABD vatandaşlarını kurtarmak için bile Ukrayna'ya güç göndermeyi reddetti. Dahası ülkede askeri danışman ve gözlemci olarak görev yapan birlikleri geri çekti. Usher, P. Barbara: 25 Şubat 2022) ve harekât sonrası, “Rus Korkusunu” kullanarak Avrupa kamuoyunun kontrol etmek, başlangıçta bir başarı gibi görülse de bu stratejinin Avrupa ülkelerinde yarattığı sorunları giderek arttığı da ortadadır. Avrupa insanının ekonomik sıkıntıları büyüdükçe, ABD’nin Avrupalı hükümet liderlerine söz geçirmesinin daha da zorlaşacağını değerlendirmek hiç de zor olmasa gerek. Kaldı ki ülkelerin bu kadar birbirine bağımlı olduğu bir dönemde, ülkeler arasındaki sistemi zorlamanın sonuçlarını tahmin etmek de zor değil.
Gerek son 2 yıl içerisinde düzenlenen “Güvenlik Konferansları”, NATO Zirve Bildirileri” gerekse “Ulusal Strateji Belgeleri” ile ortaya açıkça konulan Rusya ve Çin’i düşman ilan etme ve ötekileştirme çabalarının da sonuç vermesi pek öyle sanıldığı ve planlandığı gibi kolay olmasa gerek.
İç Hat Manevrası, bir savaş esnasında birden çok düşman veya saldırı ile karşı karşıya kalındığında, öncelikle daha zayıf olana karşı savunmada kalınırken, öncelikle “güçlü olanı bertaraf etmek”, sonra da “zayıf olana yönelmek” esasına dayanır. ABD Başkanı Joe Biden daha 2001 yılı şubat ayında icra edilen Münih Güvenlik Konferansında; “ABD geri döndü!” mesajı ile Çin ve Rusya’ya gözdağı vermişti. Biden’e göre Moskova, transatlantik ittifakı için Çin’den daha yakın bir tehditti. Öyleyse öncelik Rusya’ya verilecekti. Biden bütün bunları defalarca söylerken sık sık tekrar ettiği bir söz daha vardı, “Bütün bunları müttefiklerimizle birlikte gerçekleştireceğiz”.
Aslında “Müttefiklerimizle birlikte” sözünün sahadaki gerçek anlamı “Biz planlayacağız. Siz yapacaksınız” anlamına geliyor. Burada özellikle ABD’nin Afganistan’dan çekilişi ertesinde, Ukrayna ve Suriye gibi yerlerde olduğu gibi bariz bir strateji değişikliğinden söz edilebilir. Kısaca, ABD artık kendisi direkt olaya müdahil olup askeri kayıp yaşamak istemiyor. Planlama hariç icra görevlerini müttefiklere bırakıyor. Rusya sonrası, Hint-Pasifik bölgesine yönelik strateji belgelerinde de bu hususun aynı olacağının bariz işaretleri var (Indo-Pacific Strategy of the United States (Washington, DC: The White House, 11 February 2022). Burada planı bozan, şimdilik sadece Hindistan yönetiminin, daha tutarlı hareket ederek, doğrudan ABD yanında hareket etmeye yanaşmaması gibi görünüyor.
2019 yılında düzenlenen Münih Güvenlik Konferansının raporu “Düzen Dağılıyor: Parçaları Kim Toplayacak” başlıklıydı. Dağılma ve bölünmeyi durduracak, toparlayacak ve birleştirecek birilerinin arandığı kesindi. Batıdan başka bir aday bulunamayınca Çin bu role aday gibi görülmekte gecikmedi. Bir bıkkınlık vardı ve belki de herkesin beklediği bölenler değil, birleştirenlerdi.
İran ve Suudi Arabistan arasındaki sorunların çözümünde aracı olmasının ardından, bu sefer Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Moskova ziyaretinde Rusya ile ortak yayınladıkları “Yeni Dönemde Kapsamlı Stratejik İşbirliği Koordinasyonunun Derinleştirilmesi ve Ukrayna Krizinin Diyalog Yoluyla Çözülmesi" başlıklı bildiri gerginliği azaltma, çatışmaların ve krizlerin kontrolden çıkmasını önleme ve diyalog vurgusu yeni döneme dair işaretleri taşıyor ve şüphesiz, Rusya sonrası sıranın kendisine geleceğinin bilincinde olan Çin, Rusya ile yakınlaşıyor.
Oysa Çin’in tarihin derinliklerinden gelen, zenginliğini diğer güçlere karşı koruma güdüsü, Çin’de tarih boyunca devam etmiş ve her seviyede içine kapanma ve böylece korunma düşüncesi geliştirilmişti. Hatta Çin imparatorları bile sırf bu nedenle, insanlardan uzak yaşayacakları 270 civarında saray inşa ettirmişlerdi (Harman, 2009: 69). Bu durum daha sonraki yıllarda da devam etmiş, Çinliler; Mozambik, Madagaskar gibi yerlere de seyahatler yapmış ancak gittikleri bölgelerde Avrupalıların 16. yüzyılda davrandıklarından farklı olarak, dini düşüncelerini zorla kabul ettirmeye çalışmamışlar ve ele geçirdikleri yörelerde kölelik müessesesi oluşturmamışlardı. 1421 yılında Çin gemileri yeniden Doğu Afrika’yı ziyaret ettiler. Ancak Çin imparatoru 1433 yılında uzun denizlerde yapılan yolculukları benzer nedenlerle yasakladı (Dünya Tarihi, 2010: 69) ve Çin en güçlü olduğu dönemde yeniden içine kapandı. Peki, bu sefer Çin’i dışarı açan sebep sadece güvenlik kaygısı olabilir miydi?
Sonuç olarak, yeni dönem “birleştirici” ve “bölen” tarafların mücadelesi olarak yorumlanabilir. Diğer taraftan Çin’in bu uygulamaları şu soruları da akla getiriyor: İçinde bulunulan dönemde içe kapalı devletçi ekonomik modelden, dışa açık piyasa ekonomisine geçme becerisini gösteren Çin için dış politikada da benzer bir durum söz konusu olabilir mi? Çin böyle bir birleştirici rolü oynamaya hazır mı? Dahası yeni model için Çin, öncekilerden farklı olarak tüm dünyaya ne öneriyor? Bütün bu soruların cevapları zaman gösterecek.
Kaynaklar:
Alpar, G. (2014). Antropolojik Bakış Açısıyla, Stratejik Dünya Tarihi, Palet Yayınları: Konya.
Dünya Tarihi. (2010). NTV Yayınları: İstanbul.
Eralp A. (2009). “Sistem”, Devlet ve Ötesi, der. Atila Eralp, İletişim Yayınları: İstanbul.
Fukuyama, F. (1992). Tarihin Sonu ve Son İnsan, Çev. Zülfü Dicleli, Frofil Kitap: İstanbul.
Harman, C. (2009). Halkların Dünya Tarihi, Çev. Uygur Kocabaşoğlu, Yordam Kitap:İstanbul.
Huntington, P. Samuel. (1996). Clash of Civilizations and Remaking of World Order, Simon&Schuster: USA.
Jane, M., Yılmaz, S. (2016). Post-cold war era and stability in international system in the perspective of system approach of Richard Rosecrance. International Journal of Social Sciences and Education Research, 2 (1), 131-143.
Kantarcı Ş. (2012). Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Sistem: Yeni Sürecin Adı “Koalisyonlar Dönemi mi?”. Güvenlik Stratejileri Dergisi. 2012; 8(16): 47-84.
Özlük, E. (2009). Uluslararası İlişkiler Disiplininin Soy Kütüğü, Sosyal Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 9 (17), 237-260.
Rosecrance, R. (1963). Action and Reaction in World Politics: International Systems in Perspective, Little, Brown and Company: Boston.
….………, R. (1990). “Must America Decline?”, The Wilson Quarterly (1976-), Vol 14, No 4, pp. 67-83.
…………., R. (2010). “Bigger Is Better: The Case for a Transatlantic Economic Union”, Foreign Affairs, Vol. 89, No. 3, pp. 42-50.
…………., R. (2013). The Rusergance of the West The Resurgence of the West: How a Transatlantic Union Can Prevent War and Restore the United States and Europe, Yale University Press: New Haven
Usher, P. B. (25.02.2025), Rusya'nın Ukrayna'yı işgali: ABD medem Ukrayna'ya asker göndermiyor?- BBC News Türkçe https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-60521286.
Watson, A. (1992). The Evolution of International Society: A Comparative Historical Analysis, Routledge: New York.
Yalvaç F. (2009). “Savaş ve Barış”, Devlet ve Ötesi, der. Atila Eralp, İletişim Yayınları: İstanbul, s. 251- 286.
Kelime Ara
Konular
- Uluslararası İlişkiler
- Savunma-Güvenlik
- Teknoloji-Siber Güvenlik
- Enerji
- Ekonomi
- İklim-Çevre
- Sağlık
- Toplum
- İnsan Hakları
- Çatışma
Bölgeler
- Asya
- Afrika
- Avrupa
- Amerika
- Okyanusya
- Orta Doğu ve Mağrib
- Türkiye
- Rusya
- Körfez Ülkeleri
- Avustralya
- Kuzey Amerika
- Batı Afrika
- Batı Avrupa
- Kafkasya
- Merkez Asya
- Doğu Avrupa
- Doğu Afrika
- Latin Amerika ve Karayipler
- Yeni Zelanda
- Levant Bölgesi
- Kuzey Afrika (Mağrib)
- Diğer Okyanusya Ülkeleri
- Orta Afrika
- Balkanlar
- Doğu Asya
- Güney Afrika
- Çin
- Güney Asya
- İskandinav-Baltık Ülkeleri
- Güney Doğu Asya