ABD Tehdit Değerlendirmesi ve Suriye ve Irak Bölgelerine Yönelik Ziyaretlerinin Anlamı
*Bu yazı 13/03/2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Doç.Dr. Güray ALPAR/SDE Başkanı
İçinde bulunduğumuz günlerde, her nedense Suriye ve Irak bölgelerine yönelik ABD üst düzey yetkililerinin ziyaretleri aniden arttı. Bizlere göre konuyu sıradan ziyaret olarak değerlendirmek yapılacak en büyük hata. Şüphesiz bunun bir anlamı ve geleceğe yönelik sonuçları olacak. Bu bölgedeki daha önceki ABD varlığı göz önünde tutulduğunda ise sonuçların olumlu olacağını beklemek de pek mümkün değil. Bu ziyaretlerin bölgedeki sonuçlarını da büyük ihtimalle bugünden başlayarak kısa ve orta vadede görmeye başlayacağız.
ABD’nin, Irak dahil Ortadoğu Bölgesine girişi, geçmişte de bazı istihbarat değerlendirmelerine dayanmıştı. Ancak bütün bu değerlendirmelerin uydurma olduğu, daha sonraları açık seçik ortaya çıktı. Bush yönetimi, Irak’a müdahale öncesi yaptığı açıklamalarda, istihbarat raporlarının sarsılmaz biçimde Irak'ta kitle imha silahı bulunduğunu teyit ettiğini savunmuştu. Bush yönetimi Irak’ı bu ülkenin elinde kitle imha silahları olduğu gerekçesiyle işgal etmiş, ülke etnik ve mezhepsel olarak bölünmüş, insanlar birbirine düşürülmüş ve çıkan kaos nedeniyle yüzbinlerce insan hayatını kaybederken, milyonlarca insan mülteci durumuna düşmüştü. “Irak Araştırma Grubu” yaptığı değerlendirmede “Irak’ın elinde silah yok” hükmüne varmış ancak o dönemin başkan yardımcısı Dick Cheney, “Bu rapor doğru değil” diyerek bulguları reddetmişti. ABD ziyaretinde, danışmanlarının katılmadığı bir ortamda, teke tek ABD Başkanı ile görüşen ve bu işgale aynı gerekçe ile ortak olan, İngiltere Başbakanı Blair ise doğru olmayan uydurma istihbarat raporlarından dolayı daha sonra komisyonlara verdiği ifadelerde "Sorumluluk duyuyorum, ama Saddam Hüseyin'i devirdiğimiz için pişmanlık duymuyorum" demişti. Açıkça görülüyor ki, ihtiyaca göre düzenlenmiş istihbarat raporları, birçok insanın hayatına mal olurken ve bölgeleri yakıp yıkarken, haksız müdahalelere gerekçe olabiliyor.
İşte böylesi bir istihbarat değerlendirmesi yeniden gündemde ve hiç de hayra alamet değil. Rapor 6 Şubat 2023 tarihli ve “Birleşik Devletler Yıllık Tehdit Değerlendirmesi” ismini taşıyor (Annual Threat Assesment of the U.S. Inteligence Community, Office of the National Intelligence, February 6, 2023). Bu raporun 32’nci sayfasındaki IŞİD (DAEŞ) değerlendirmesi de oldukça ilginç. Burada “DAEŞ her ne kadar büyük kayıplar verse ve zayıflatılsa da bölgede ABD’ye yönelik tehdit oluşturmaya devam ediyor” değerlendirmesi yer alıyor. Bu da Irak ve Suriye bölgesine yönelik ABD üst düzey ziyaretlerinin, asıl niyetler farklı olsa da dayanağını oluşturuyor.
2018 yılında, dönemin ABD Başkanı Donald Trump, Irak’taki Amerikan birliklerine yaptığı ziyaret sonrası, Suriye’den çekilme kararı almıştı. Trump, trilyonlarca dolar harcadıktan sonra neden hala uçağının gündüz inemediğine mantıklı bir açıklama getirilemediğine kızmıştı. Trump, “Suriye’deki amacımız IŞİD’i güçlü olduğu yerlerden çıkarmaktı. Üç aylığına gittiğimiz yerden hala ayrılamadık. Bugün doğrusunu yapıyor ve bitiriyoruz.” dedikten sonra, her nedense, Beyaz Saray içinden direnişler başlamış, Savunma Bakanı James Mattis erken emekliliğini istemiş, IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett H. McGurk ise istifa kararı almıştı. Fransa’nın eski sömürgesi Çad’ı ve çevresini kontrol altında tutan Fransız askerlerini ziyareti esnasında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’da, Suriye’deki Fransız çıkarları ve Fransız Özel Birlikleri nedeniyle çekilmeye karşı çıkanlar arasındaydı. Suriye’nin özellikle ekonomik yönden doğal kaynaklara sahip büyük bir kesimini, ABD’den aldığı eğitim, silah ve mühimmat desteği ile kontrol altında tutan YPG/SDG terör örgütünün sözde sorumluları ise “ABD çekilirse hapishanelerdeki binlerce IŞİD’liyi serbest bırakacaklarını” ilan etmekte geç kalmadılar. Sonuçta ABD bölgede kalmaya devam etti. Oysa istihbarat raporlarına göre IŞİD artık bir tehdit olmaktan çoktan çıkmıştı.
Bu gerçeği gözeterek 2023 yılı mart ayının ilk haftasında, ABD’de Cumhuriyetçi Matt Gaetz “Kongre Suriye’de askeri güç kullanımına asla izin vermedi” diyerek sunduğu, Amerikan askerlerinin 6 ay içinde Suriye’den çekilmesini isteyen tasarı, ABD Kongresinin alt kanadı olan Temsilciler Meclisi’nde, 103 “evet” oyuna karşı “321” oyla reddedildi. Bu tasarıya, 47 Cumhuriyetçi milletvekili ile birlikte, 56 Demokrat milletvekili de destek vermişti. Tasarıyı sunan Gaetz’in, ABD’nin destek verdiği YPG/PKK’yı kastederek “Bu Kürt grupların NATO müttefikimiz Türkiye ile çatışma halinde olması durumu daha da karmaşıklaştırıyor.” sözleri duyulmazdan gelinirken, Cumhuriyetçi Marjorie Taylor Greene’nin “Birçok ABD askeri yabancı topraklarda yaşamını yitirdi. Şimdiye kadar seçmen bölgemde hiçbir Amerikalı Suriye’de savaşa girmeliyiz” demedi, sözleri de karşılık bulmadı. Buradan, aslında bir terör örgütüne destek vermenin ne anlama gelindiğinin ABD’de en üst düzeyde bilindiği ve halk destek vermemesine rağmen yönetim tarafından kendi kendine birtakım çıkarların gerçekleştirilmeye çalışıldığı sonucu çıkıyor.
Aslında bölgede ABD yönetimleri ile ilgili gündeme gelmesi gereken başka konular da var. Bunlardan en önemlisi yaptırımlar. ABD bu konuda derin bir geçmişe sahip ve bu geçmişin pek temiz olduğu söylenemez. ABD, 1980-1988 yılları arasında süren İran-Irak Savaşı esnasında her iki tarafı da desteklemişti. 1983 yılında Donald Rumsfeld, Reagan’ın bilgisi dahilinde özel bir heyetle Bağdat’a gitmiş, Ticaret Komitesi’nin izniyle Amerikan şirketleri Irak’a şarbon ve böcek ilaçları satmıştı. 1986 yılında ise ABD’nin İran’a silah gönderdiği “İran-gate” skandalı ile ortaya çıkmış ve Başkan Reagan, 13 Kasım 1987 tarihli televizyon konuşmasında bunu itiraf etmek zorunda kalmıştı. Daha da ilginç olan İran’dan, bunun karşılığı olarak alınan paranın, Nikaragua’daki hükümete karşı çarpışan gerillalara aktarılıyor olmasıydı. Buna rağmen olayı soruşturan Komisyon raporu, Reagan’ı “Amerikan halkına yalan söylemekle” itham etmekle yetinmişti.
Halen Suriye’ye yönelik yaptırımlar gündemde. Ancak bu yaptırımlar oldukça keyfi bir uygulama alanına sahip. Yani rastgele ülkeye, firmaya göre değişebilen yaptırımlar. Örneğin YPG/PKK terör örgütlerine daha fazla yardım etme adına, geçen yıl Deyrizor bölgesinde petrol alanında faaliyet gösteren bazı Amerikan şirketleri yaptırım dışı tutuldu. Ayrıca tarım ve inşaat işleri de bu gibi muafiyetlerden istifade edebiliyor. ABD yönetimi ise böylelikle örgüte sağladığı yardımı çok daha fazla artırdığını resmi ağızlardan ifade ediyor. Kısacası tüm dünyanın gözü önünde tam bir hukuksuzluk ortamı yaşanıyor.
Şimdi ise bölgeye yönelik diğer faaliyetler gündeme alınmak isteniyor ve bunun bahanesi hazır: DAEŞ. Birbiri ardına yapılan ziyaretleri de incelemeleri de bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor. Bu kapsamda, CENTCOM Komutanı General Michael Erik Kurilla tarafından son 11 ayda YPG/PKK kontrolündeki bölgenin 6. kez ziyaret edilmesini iyi yorumlamak gerekiyor. CENTCOM, 8 Mart 2023 tarihindeki ziyaretinde, SDG’li yetkililer yanında DEAŞ’lıların tutulduğu yerleri ve Roj ve Hol Kamplarındaki DEAŞ’lı aileleri ziyaret ettiğini yazılı olarak açıkladı.
Bölgeye aniden ilgi gösteren bir diğer yetkili de ABD Genelkurmay Başkanı Milley. Suriye’ye gelmeden önce İsrail’e gitmesi de şaşırtıcı değil. Milley’in vurguladığı husus ve bahane de hazırdı: DAEŞ. Ona göre “ABD birliklerine Suriye’de ihtiyaç duyuluyor ve bu nedenle Suriye’de kalacaklar”. ABD Genelkurmay Başkanı sahadaki birlikleri denetledi ve tabi her zamanki gibi PKK/YPG ile birlikte hareket edeceklerini söylemeyi de ihmal etmedi.
Miiley’den birkaç gün sonra ise bu kez ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin; İsrail, Ürdün, Mısır turu kapsamında Irak’a (Tabi ki Irak’ın kuzeyi dahil) bir ziyarette bulundu. Geliş tarihi ABD’nin Irak’ı işgalinin 20. yılının yaklaştığı günlere denk gelmişti. Onun da vurguladığı husus, ABD Genelkurmay Başkanının Suriye’de vurgulaması ile aynıydı: DAEŞ. DAEŞ’in bitirilmesi için Bağdat yönetimine destek sunmaya devam ettiklerini ve bu konuda kararlı olduklarını vurgulayan Austin’in, Irak’ta ABD varlığına yönelik herhangi bir saldırının DAEŞ ile olan mücadeleyi aksatabileceği üzerinde durmasını da akılda tutmak gerekir. Bu İran’ın sözde bu bölgedeki ABD karşıtı faaliyetlerine karşı da bir duruşunu ve gözdağını ifade ediyor.
ABD Savunma Bakanı tarafından verilen en önemli mesajlardan bir diğeri ise ABD’nin Irak’ta kalmaya hazır olduğuydu. Daha güvenli, istikrarlı ve egemen bir Irak’a doğru ilerlerken, ABD-Irak işbirliğini vurgulamak için buradayım” açıklamasına rağmen, ne yazık ki gerçekte bu mesaj, bölge için gelecek günlerde karışıklık, çatışma, birbirine düşürme anlamına geliyor. Bunu gelecek günlerde muhtemelen göreceğiz. ABD Savunma Bakanının PKK/SDG elebaşı Mazlum Abdi kod isimli Abdi Şahin ile Erbil’de bir araya geldiği de söyleniyor ve bu bölgenin karıştırılmasına yönelik sadece bir başlangıç. Açıkça bölgede bundan sonraki karıştırma yapılanması için zemin hazırlanıyor. Austin, Irak’ı işgalden sonra ülkede kalan kuvvetlerin son komutanıydı. ABD’nin Irak’ta 2500 civarında askeri olduğu söylenmesine rağmen, gerçek rakamın bunun iki katından daha fazla olduğu tahmin ediliyor.
ABD yönetiminin, Suriye ve Irak başta olmak üzere, bu bölgede geleceğe yönelik teşkilatlanmaya karar verdiği ve buna yönelik yapılanmaya zemin hazırladığı açıkça anlaşılıyor. Bunun bir nedeni Türkiye ile Suriye yönetimi arasındaki görüşmelerin, ABD’nin bu bölgedeki askeri varlık sebebini tamamen ortadan kaldıracak olması olabilir. ABD, genelde ülkelerin bir araya gelmesini değil, ayrışmasını ve birbirine rakip olmasını teşvik eden politikaları tercih ediyor. Ancak bunun dışındaki asıl neden, bugüne kadar birçok bölgede rekabet halinde olan, daha doğrusu ABD tarafından rekabet halinde olması istenilen, İran ve Suudi Arabistan’ın “diplomatik ilişkileri yeniden tesis etme” kararları gibi gözüküyor. İran lideri Ali Hamaney’in askeri danışmanı Tümgeneral Yahya Rahim Safevi’nin, ülkesiyle Suudi Arabistan arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılmasını, bölgedeki ABD hegemonyasının sonu olarak değerlendirmesi yanında, bu yakınlaşmanın Çin tarafından sağlanması da ABD açısından, ayrı bir mücadele alanı oluşturduğundan, ayrı bir endişe kaynağı ve bu duruma dair ABD düşünce kuruluşlarının birçok yorumu mevcut. Kendisi bir istihbaratçı olan Jonathan Panikoff’a göre, Çin’in egemen olduğu bir Ortadoğu, ABD’nin ticaretini, enerjisini ve daha da önemlisi güvenliğini temelden etkileyecektir.
Kısacası, bu kadar ziyaret ve görüşme trafiğinin bir anlamı var ve birileri düğmeye basmış gözüküyor. Bunun bölge için sıkıntıların yaşanacağı bir dönem olacağı değerlendirmesini yapmak da yanlış değil. Bugüne kadar, ABD’nin müdahale ettiği bölgelere barış ve istikrarın geldiğinin fazla bir örneği yok. Geçmiş tecrübelere dayanılarak, bundan sonraki süreçte, açıkça Suriye, Irak ve civarındaki ülkelerde birtakım karışıklıklar, olaylar, çatışmalar, patlamalar beklenebilir. Diğer taraftan alınacak tedbirlerle de bütün bunların önlenmesi mümkün olabilir. Bunun için de bölgedeki grupların, akil insanların ve devletlerin tehlikenin farkına varıp bu sefer beklenildiği gibi hareket etmemesi gerekir ki bunun da zamanı çoktan gelmiştir.
Kelime Ara
Konular
- Uluslararası İlişkiler
- Savunma-Güvenlik
- Teknoloji-Siber Güvenlik
- Enerji
- Ekonomi
- İklim-Çevre
- Sağlık
- Toplum
- İnsan Hakları
- Çatışma
Bölgeler
- Asya
- Afrika
- Avrupa
- Amerika
- Okyanusya
- Orta Doğu ve Mağrib
- Türkiye
- Rusya
- Körfez Ülkeleri
- Avustralya
- Kuzey Amerika
- Batı Afrika
- Batı Avrupa
- Kafkasya
- Merkez Asya
- Doğu Avrupa
- Doğu Afrika
- Latin Amerika ve Karayipler
- Yeni Zelanda
- Levant Bölgesi
- Kuzey Afrika (Mağrib)
- Diğer Okyanusya Ülkeleri
- Orta Afrika
- Balkanlar
- Doğu Asya
- Güney Afrika
- Çin
- Güney Asya
- İskandinav-Baltık Ülkeleri
- Güney Doğu Asya