Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Fransa Suriye’ye Asker mi Yoksa Vaat mi Gönderiyor?

Kösal Çiftçi

19 Haziran 1986'da trafik kazasında hayatını kaybeden ünlü Fransız güldürücü Coluche’ün kendi halkıyla alakalı çok isabetli bir benzetmesi vardır. Öyle ki aşağıdaki tespiti ölümünden sonra literatüre girmiştir.

“İki ayağı pislikte iken, başı dik halde öten horozu, Fransızlardan başka kim sembol olarak seçebilir?” Usta sanatçı veciz bir şekilde Fransız’ın hem kibrine hem kendini “olduğundan daha güçlü” görme alışkanlığına dikkat çekiyor. Suriye’de yaşanan son gelişmeler Coluche’ün görüşünü kanıtlar gibi.

ABD’de Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den çekilme kararının hemen ardından, Emmanuel Macron alelacele şu açıklamayı yaptı:

“ABD’nin bıraktığı boşluğu Fransa doldurarak Kürtlerin güvenliğini sağlamaya hazırdır.”

Eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’a atfedilen, şu sözü hatırlatarak girelim mevzuya:

“Vaatler, sahibini değil ona inananları bağlar.”

Zira Emmanuel Macron’un bu cömert desteğinin söylemden eyleme dönüşmesi pek olası görünmüyor. Bunun ekonomik ve maddi sebepleri kadar siyasi ve jeopolitik zorlukları vardır. Şu anda yaklaşık 36 Milyar Avroluk Fransız Ordusunun bütçesi gayri safi milli gelirinin %1,81’ine tekabül ediyor. Bu oranın 2025’e kadar kademeli olarak %2’ye çıkması öngörülüyor. Oysa yıllardır kemer sıkma politikalarının en büyük kurbanı olmaktan yakınan askerler, bu rakamları çok yetersiz buluyorlar. Hatta bazı meclis komisyonu raporlarına göre bu bütçe ile ülkenin, özellikle yurtdışında milli menfaatlerini korumak imkânsız.

Mali destek yetersizliğinin ordu ile yeni seçilen Cumhurbaşkanı arasında 2017 açık krize dönüştüğünü ve Macron döneminin Genelkurmay Başkanını görevden aldığını unutmayalım. İnsan kaynağı bakımından da durum parlak değil. Profesyonel askerden oluşan Fransız Ordusu 33000 operasyonel personele sahip.

Bu kapasiteye dayanarak askeri planlamalar kâğıt üzerinde şöyle:

-Eş zamanlı ve uzun süreli yurt dışı operasyon sayısı en fazla üç,

-Farklı Yurt Dışı operasyon sahasında 6000 ile azami 7000 asker birden bulundurma imkânı.

Peki mevcut tablo ne gösteriyor, bir de ona bakalım:

-Sadece “Barkhane Operasyonu” çerçevesinde, Moritanya, Mali, Nijerya, Çad ve Fil Dişi Cumhuriyetinde toplam 4500 asker,

-“Chammal Operasyonu” çerçevesinde 4050 asker Irak ve Suriye’de ki bunların büyük çoğunluğu Deniz Unsurları (Charles de Gaulle uçak gemisi),

-Birleşmiş Milletlerin Lübnan’da Barış Gücü çerçevesinde 900 asker,

-İkili Antlaşmalar çerçevesinde Gabon, Senegal ve Birleşik Arap Emirliklerinde 3500 asker bulunuyor.

Bu veriler projeksiyonların ne kadar aşıldığını net ortaya koyuyor.

33000 kişilik uzman personelli ordunun yaklaşık 13000’i Yurt Dışı Operasyonlarda bulunuyor. Bu sayının üzerine, ABD’nin çekmesi muhtemel iki bin askerin yerini doldurmak bu şartlarda imkânlar dâhilinde sayılamaz.

Dolayısıyla şu sonuca varmak mümkün:

Gerek maddi ve ekonomik açıdan, gerek insan kaynağı bakımından Macron’un manevra kabiliyeti oldukça sınırlı.

Kaldı ki bu işin birde siyasal boyutu vardır. Bilindiği gibi Fransa son yılların en “sıcak kışlarından” birini yaşıyor. Sarı Yeleklilerin fitillediği protestoların ardı arkası kesilmiyor. Şiddetin dozu artarak büyüyen gösteriler İktidarı, iyice köşeye sıkıştırdı ve sonunda birçok noktada geri adım attırmayı başardı.

Muhaliflerin yükselen özgüveni ölçüsünde, Cumhurbaşkanı ve Hükümetin gücü düşüyor. Bu ortamda Suriye’ye asker göndermek “bir gündem değiştirme çabası” olarak nitelenecektir. Ayrıca her çıkışı çok tartışılan, toplumun çok büyük kesim için meşruiyeti dahi kalmamış Macron’un bu adımı atması olanaksız gözüküyor. Birde tabii Türkiye’nin kararlı tutumu var bölgede. “Asla terör koridoruna izin vermeyeceğiz” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda bütün olasılıkları göze aldığını her fırsatta tekrarlıyor. Olası bir sıcak çatışmayı ve ondan doğacak riskleri üstlenebilecek muktedir Lider değil Macron.

Afrin Harekâtının ardından Fransa’nın Münbiç’e gönderdiği 200 askerle ilgi bir Fransız uzman şu çarpıcı yorumu yapmıştı:

“Herhalde 200 zavallı Fransız çocuktan kararlı bir Erdoğan’ı ve Türk Ordusunu durdurmalarını bekleyemeyiz.”

“200 zavallı” için yapılan bu yorum “2000 zavallı” içinde geçerli sayılabilir.

İçeride kamuoyu desteği olmayan, dışarda uluslararası konjonktür nedeniyle Türkiye’yi karşısına alma lüksü bulunmayan Fransa’nın çıkışları büyük ihtimalle “sembolik” kalacaktır.

O zaman nasıl okumalıyız bu açıklamayı?

Çok meşhur akrep ile kurbağa fıkrasından çıkartılan ders kısaca şöyle özetlenebilir:

“Huylu huyundan vazgeçmez.” Horoz da vazgeçmiyor huyundan.

Tüm verilerin Dünya Ekseninin Doğuya kaydığını gösteriyor olmasına rağmen “Fransız Elitler” bu gerçekle yüzleşmeye yanaşmıyor.

“Sömürge Çağından” kalma birtakım refleksler ile hareket eden zihniyet Fransa’nın hâlâ “Küresel Güç” olduğuna inanmak ve inandırmak istiyor.

Bu kötü huyun en büyük bedelini Afrika ülkeleri ödemiştir, şüphesiz.

Günümüzde dahi devam eden anlayış “siyahi kıtaya” arka bahçe muamelesini reva görüyor.

Ortadoğu’da ise “Sykes-Picot” özentisiyle, Ermenistan, Lübnan Irak ve tabii ki Suriye gibi ülkelerin “abisi” gibi davranmayı, Fransız yöneticiler geleneksel dış politikanın değişmez parçası sayıyorlar.

Suriye’nin kuzeyi özeline gösterilen yakın ilginin açıklaması sır değil. Batının bölgedeki “Truva Atı” olduğu artık ayan beyan olan Kürt unsurlarına hiç değilse “öpücükler” gönderme girişimleri olarak yorumlanabilir.

Fransız Horozunun “Kürt Sevdası” aslında yeni değil ve başlı başına bir “roman” konusudur.

Danielle Mitterrand’ın Paris Kürt Enstitü başkanı Kendal Nezan ile “çok yakın ve özel” ilişkilerinden tutunda bazı Fransız entelektüellerin açık “Kürtçü” faaliyetlerine kadar sayısız örnekler mevcut.

Horoz âşık olur mu demeyin, niye olmasın “elverişli bir sevdalı” bulduktan sonra. Aslında sorgulanması gereken âşıktan çok “maşuktur”.

Bu aralar sıkça aldatılan “bin yıllık kardeşlerimize” kardeşlik vazifemizi yapalım ve şu kıymetli sözü hatırlatalım:

“Beni bir defa kandırırsan sana yazıklar olsun, iki defa kandırırsan bana yazıklar olsun.”

Aslında işin özünde “Müslüman Türk’ün düşmanı, dostumdur” anlayışı yatıyor diyerek özetlemek mümkündür.

Son sözü dilerseniz Dede Korkut söylesin:

“Yaban eşeği ile yaban geyiğine komşu yurdum!

Seni düşman nerden basmış güzel yurdum?”