Mantık ve epistemoloji (bilgiyi inceleyen bilim) üzerine de eserler veren gökbilimci, filozof ve bilim insanı Farabi (872-950); “Bir şeyin bilgisi ya akıl kuvvetiyle ya da tahayyül kuvveti ile elde edilebilir” demişti (Farabi, 2004: 35). Gökyüzü de var oluşundan beri insanların ilgisini çekmiş ve insanoğlu onun üzerine akıl yürütmüştü.
Türkler de bu anlamda her dönem gökyüzü ile ilgilenmişler ve bu alanda; Uluğ Bey, Bursalı Kadızade Rumi ve Ali Kuşçu gibi zamanlarının en önemli gökbilimcilerini yetiştirmişti. Leonorda Da Vinci’nin, uçma konusundaki çalışmalarını 10. Yüzyıl Türk alimi İsmail Cevheri’den aldığı biliniyor. Yine Hezarfen Ahmed Çelebi de Cevheri’nin bu çalışmalarından yararlanarak dünyadaki ilk uçuş denemesini gerçekleştirmişti. İlk uçaksavar Türkler tarafından kullanılmış, ilk uçağı düşüren ve ilk defa uçak gemisini batıran da Türkler olmuştu. Gökyüzü ve havacılık konusunda bir dönem biraz geride kalsa da Türklerde havacılık ve gökyüzü aşkı hiç bitmedi, bitecek gibi de görünmüyor.
Tarım, sanayi, bilgi derken artık yeni bir boyutta sonsuz uzaya açıldık. Tabi hepimiz değil. Bir kısım insanlar bir insan ömründe birden çok dönemi bir arada yaşarken, bir kısım insanlar da hala tarım dönemini bile aşmış değil. Hala birbiri ile uğraşıyor, gereksiz şeylerle zaman kaybediyor ve hala temel gereksinimlerini bile karşılamanın gerisinde. Cep telefonları mekânı zamana bağlı olmaktan çıkardı bile. Zaman ve mekânın yok olduğu ortamlarda kendimizi arıyoruz.
Artık en ufak bir bilgi bile fark yaratıyor. Bilgi birikimi ve bu kültürü oluşturmak önemli. Bilgiden kastımız ortada dolaşan, çoğu zaman da maksatlı olarak düşünmemize engel olan “veriler” değil elbet. Veri değerlendirilmemiş, hiçbir akıl süzgecinden geçmemiş, doğru olduğu bile şüpheli yığınlar anlamında. Bu veriler birbirine bağlanmaya başlanınca “enformasyon”, sentez, analiz ve değerlendirme safhasına ulaşınca da “bilgi” haline geliyor. Bu açıdan hazır kalıpta kendisine sunulan verilerle hareket etmek de bazen faydadan çok zarar getiriyor. Hatta sosyolojik bir savaşta gerçek olmayan veya tartışmalı veriler, toplumdaki güç çatışmalarının ürünü ve silahları haline geliyor (Toffler, 1992: 34). Şüphesiz sosyolojik savaşın esasını zihin ve fikirleri suni sorunlarla meşgul etme ve hasım tarafın organize olma yeteneğini etkisiz hale getirmek oluşturuyor (Çağlayan, 2017: 102-107). Böylesi bir ortamda ise statik resimlerin aldatıcı görüntüleri arasında kaybolmamak gerekiyor. Çalışmak ve üretmek zorunda olduğumuz bir dönemde küçük şeylerle uğraşarak geleceği kaçırmamak adına, aklımıza ve tahayyül gücümüze her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz.
Bilgiye ulaşma gücünü ele geçirip bunu kontrol edenler büyük bir üstünlük yaratıyor. Gelişmeler gerçekten şaşırtıcı boyutta. Aklın bir adım öteye geçip, önceki sınırlarının dışına çıktığı önemli bir dönemin hemen önünde karar vermek için öylesine bekliyoruz. Böyle bir dönemde, insan ancak hayatın derin manasını kavrayarak, kendi ötesindeki derinliklere ulaşabilir (Rundell ve Robinson,1999:219).
Dünyamız giderek küçülüyor. 1903 yılındaki ilk uçak; 10 kilometre hızla, 12 saniye havada kalmış ve 37 metre uçmuştu. Mayflower Atlas Okyanusunu 3 ayda geçti. 1924 yılında Lindberg bunu 33 saate, 50 yıl sonra Condorde 3 saate düşürdü. Bugün ise bunu balistik füzelerle 30 dakikanın altında yapabiliyoruz.
İnsanın özelliği, elde ettiği bilgileri diğerleri ile birleştirerek geliştirebilmesiydi. Nitekim ilk uçağın havalanışından 60 yıl kadar sonra insanoğlu Ay’a ayak basmayı başarmış, 1983 yılında dünyadan gönderilen bir araç Güneş Sisteminin dışına çıkmıştı. 2001 yılında ise Dünyamızdan 300 milyon kilometre uzaklıktaki bir asteroite maden kaynaklarını araştırmak üzere gönderilen araç inişini başarı ile gerçekleştirdi. Hıza gelince de Curiosity 8 ayda 567 milyon kilometre yol yaparak Mars’a inerken saatteki hızı 100 bin kilometreye ulaşmıştı.
Sanatta daire, sembolik olarak sekiz ışınlıdır. Bu bilincin dört fonksiyonun karşılıklı örtüşümünü ifade eder. Böylece sonraki dört ara fonksiyon meydana gelir. Örneğin duygu veya sezgi ile renklenen düşünce ya da duyuma yönelme gibi (Jung,2015:236). Sezgilerimiz bize önümüzdeki fırsatları kaçırmamızı öğütlüyor. Hele konu “uzay” olduğunda.
Tabi bu noktada “hiçbir şey yapmama” özgürlüğümüz de var. Ancak unutulmamalıdır ki, “hiçbir şey yapmama” özgürlüğü insanın belki de elindeki gücünü anlamsız bir şekilde başkalarına armağan etmesi anlamına geliyor. 1500’lü yıllarda Osmanlı Devleti ve Venedikliler Akdeniz’de üstünlüğü ele geçirmek için birbirini kıyasıya yıpratırken, Akdeniz çoktan dünyanın merkezi olmaktan çıkmış, mücadele alanı Okyanuslara kaymıştı. Şimdi ise bu mücadele alanı “uzay” boyutunda gerçekleşiyor. Bu alanı kaçırmanın ise telafisi olmayan sonuçlara yol açacağı muhakkak.
Bu açıdan Türkiye’nin en üst seviyede 2023 yılında Ay’a insansız araç gönderme kararı güzel bir ideali ortaya koymanın başlangıcı olması açısından oldukça olumlu gözüküyor. İlginç olan ise bazılarının bu hayali küçümseyerek kendine olan inançsızlığını da ortaya koyabilmesi. Hedef olmadan başlangıç da olmuyor.
Hedef 2023 yılında Ay’a ulaşmak. Belki bu başlangıçta yerli motor ve yerli bir uzay aracı ile Ay yüzeyine sert bir iniş yaparak gerçekleştirilecek, yani araç orada kalacak ama ateşleme, kontrol ve haberleşme sistemleri denenmiş olacak. Ardından ise 2028 yılında Ay’a yumuşak iniş yapılması konusu gündeme gelecek. Türkiye’nin bu alanda şimdiye kadar çok zaman kaybettiği biliniyor ancak durmanın zamanı değil. Bir yerlerden başlanacak ve inanmış bir ekiple bu hayaller hızlı bir ilerleme ile gerçeğe dönüşecek. Jules Verne 1865 yılında eğlenceli bir bilimkurgu öykü olan ve uygulanması mümkün olmayan Ay’a seyahat isimli öyküsünü yazmıştı. Bu hayali öyküden 104 yıl sonra insanoğlu Ay yüzeyine ayak bastı. İlginç olan ise bütçesinden başlayarak, modül ismi ile dünyadan kalktığı ve Ay yüzeyine indiği yerlerin öyküdekine çok yakın olmasıydı. İngiltere Başbakanı Gladstone, dinamo ne işe yarar sorusuna: “Bilmiyorum ama hükümetimizin bir gün bundan vergi alabileceğini söyleyebilirim” demişti (Çimen, 2012:191). Her şey tasarlamak ve inanmakla başlar ve yapılabilecek en büyük hata belki de ileriyi bugünün kalıpları ve verilerine göre şekillendirmek (Alpar,2014:331). İnanan ve çalışan başarır.
Aslında Ay yolculuklarına başlayalı çok oldu. ABD, 1947-1956 yılları arasında uzay çalışmalarına hız vermişti. Ancak yapılan denemelerde bir başarı sağlanamadı. Sovyetler Birliği ise ABD’den daha önce 1957 yılında ilk yapay uyduyu yörüngeye oturtmayı başardı. Aynı ülke 1961 yılına gelindiğinde ilk insanı uzaya göndermeyi de başardı. Bu yarışta geride kalan ABD ise 1969-1974 yılları arasında sürdürdüğü projeler ile öne geçti ve 1969 yılında Aya ilk insanı indirdi.
Aslında Ay yüzeyine inmek ülkeler için bir prestij. Yoksa robot göndermek daha akıllıca ve ekonomik. Kaldı ki Ay uçuşlarının hepsi başarılı olamadı. Ay’a inmeden 30 insansız roket gönderildi. Bunların yarısı başarısız oldu. ABD, Ay’a 9 insanlı roket gönderdi. İlk ikisinde zaten Ay’a inmek hedeflenmemişti. Sonrasında ise arıza sebebiyle Ay’a inilemedi ve geri dönüldü. 1972 yılından beridir de zaten Ay’a insan gönderilmedi. Bunun asıl sebebi insanlı uçuşların maliyetinden kaynaklanıyor. Diğer nedenler arasında uyduların jeobilgi ve uzay teknolojisinin artık; tarım, eğitim, gıda güvenliği, iklim değişikliği, kırsal kalkınma, sağlık, kamu yönetimi, enerji ve çevre gibi çeşitli sektörlerde de kullanılıyor olması. Buna yönetişim, ulaşım, kentsel gelişim ve afet yönetimi gibi alanlar da dahil.
Ay uçuşlarının durmasının bir diğer nedeni de Ay’a insan göndermek yerine Dünya yörüngesinde bir uzay istasyonu kurmanın daha cazip ve ekonomik olması. 1966 yılında uzayda sadece ABD, Sovyetler Birliği, Kanada, Fransa, İngiltere ve İtalya’ya ait uydular vardı. Bundan sonra binlerce uydu uzay boşluğuna yerleştirilmeye başladı. Bugün ise 58 ülke ve 20 organizasyon uzayda uyduya sahip ve bunların sayısı giderek artıyor. Bugün uydu endüstrisine hâkim olan ilk 10 ülke; ABD (1897), Çin (412), Rusya (176), Birleşik Krallık (138), Japonya (88), Hindistan (64), Avrupa Uzay Ajansı, Lüksemburg (70), Kanada (49) ve Almanya gözüküyor. Uydu fırlatma kapasitesine sahip bazı ülkelerin askeri ve istihbarat amaçlı uydularını gizlemesi nedeniyle, yörüngedeki aktif uydu sayısını kesin olarak bilmek mümkün değil. Operasyonel uyduların kaydını tutan Endişeli Bilim Adamları Birliği'ne (UCS) göre 1 Ocak 2021 itibariyle yörüngede 3.372 aktif uydu ve 3.170 aktif olmayan uydu olmak üzere 6.542 uydu var. Sadece 2020'de 1.283 uydu fırlatıldı ve bu önceki yıllara kıyasla bir yılda fırlatılan en yüksek uydu sayısıydı.
Uzay alanında ülkeler arasında şiddetli bir rekabet göze çarpıyor. Günümüzde insanlı uzay aracı yapabilen ABD, Rusya ve Çin bu yarışı sürdürüyor. Çin, 2003 yılında ilk insanlı uzay uçuşunu gerçekleştirdi. Çin’in otonom robotu karanlık Ay yüzeyinden materyal toplarken bir yandan da elektromanyetik deneyler yaptı. Bu yıl 40’tan fazla cismi uzaya fırlatmayı hedefliyor ve Rusya’nın da yardımıyla ABD’den sonra kendi uzay aracını Mars’a göndermeyi planlıyor. Yapay zekâ ve 5G bağlantılı silah sistemleri, yönlendirilmiş enerji silah sistemleri, lazer ve mikro dalga silahlarını geliştirmeye devam eden Çin, bu alanda bir 10 yıl sonra birçok şeyi başarabilecek duruma gelecek ve ABD’ne rakip olacak gibi görünüyor. Hindistan ise insan taşıyan mekik geliştirme yolunda.
ABD geride kalmama adına bunun da ötesine geçerek araştırma araçlarını daha ilerilere göndermeye devam ediyor. NASA geçen yıl gönderdiği Perseverance isimli uyduyla Mars’ta araştırmalarını sürdürüyor.
Uzaya araç gönderebilmek günümüz dünyasında bir kuvvet çarpanı olarak kabul ediliyor ve savunma ve caydırıcılık açısından önemli görülüyor. Böylece füzelerin havada imhası, uyduların siber yazılımlarla düşürülmesi gibi akla gelen birçok olayın gerçekleştirilmesi mümkün olabilecek. ABD, Çin, Rusya ve Fransa bu anlamda uzay komutanlıkları kurarak bu alanı kurumsal niteliğe kavuşturuyor. Artık uzay ittifakları bile gündeme geliyor. Rusya ve Çin ABD’ye karşı bir ittifak oluşturuyor görünürken; Japonya, Güney Kore, Hindistan ve Avustralya’nın ABD yanında bu ittifak karşısında durduğu açıkça belli oluyor.
Uzay alanında kıyasıya mücadele devam ederken uzayda uydu sahibi 30 ülkeden birisi olan Türkiye’nin aktif uydu sayısı da giderek artıyor. 1994 yıllında fırlatılan TÜRKSAT 1A, fırlatıldıktan 12 dakika sonra okyanusa düşmüştü. Aynı yıl TÜRKSAT 1B ile Türkiye uzayda yerini aldı. Türkiye’de tasarlanıp üretilen ilk gözlem uydusu olan RASAT, 2011 yılında fırlatıldı. TÜRKSAT 5A ile uydu sayısı 7 ye yükseldi. Bu uydu Türkiye’nin uzaydaki yörünge haklarını da koruyacak.
Türkiye’nin uzay politikaları alanında 10 yıllık süreci kapsayan strateji ve projelerinin ortaya konulduğu, Milli Uzay Programında 2023 yılında Ay’a roket fırlatılması yer alıyor. Sonraki aşamada uzaya astronot gönderilmesi var. Bu faaliyetin yürütülmesi görevi ise Türkiye Uzay Ajansına (TUA) verilmiş durumda. Çalışma için roket fırlatma, kontrol, yüksek radyasyona dayanıklı teçhizat teknolojisi üretiminden, yapay zekâ teknolojilerine kadar birçok alanda projeler gündemde. Daha şimdiden uydu üretiminin tek çatı altında toplanması maksadıyla TUSAS, TÜRKSAT ve TÜBİTAK UZAY arasında, “Milli Uydu Üretim Şirketi Kurulmasına İlişkin Protokol” imzalanmış durumda. Üniversitelerle de bu kapsamda işbirliği çalışmalarının başladığı görülüyor.
Yüksek nitelikli sonuçlar iyi bir süreç yönetimini gerektirir. Bunun için de ilk adım başarı için gerekli ortamı hazırlayabilmektir (Luecke,2008:8). Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile 2018 yılında kurulan Türkiye Uzay Ajansı (TUA), havacılık alanında dışa bağımlılığı azaltmak, altyapı oluşturmak, rekabet gücünü artırmak ve buna ilişkin hedefleri ve öncelikleri belirlemekle görevlendirilmiştir (https://tua.gov.tr/tr). Ajans Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına bağlı olarak görevini sürdürmektedir. Uzay programının hazırlanıp uygulamaya konulması, koordinasyon, konuyla ilgili insan kaynaklarının kapasite ve yeteneklerinin geliştirilmesi ve gerekli tesis ve teknolojilerin oluşturulması kurumun yerine getirmesi gereken diğer görevler olarak belirlenmiş durumda.
Kuruluşu daha yeni olan bu kurumun, zamana ve her seviyede kuvvetli bir desteğe ihtiyacı olduğu ortada. Dünyada; Belçika (1964), Bulgaristan (1969), Avusturya (1972), Bangladeş (1980), Brezilya (1994), Çin (1993), Kanada (1998), İran (2004), Kolombiya (2006) gibi ülkeler benzeri kuruluşları çok önceden oluşturmuşlar. İsrail, Malezya, Macaristan, Tayland, Kolombiya, Bulgaristan, Danimarka, Yunanistan, Meksika, Arjantin, Endonezya, Nijerya, Kuzey Kore, Pakistan, Peru ve Romanya gibi ülkelerin de uzay ajansları vardır. Avrupa’da ise bu konuda işbirliği sağlanmış. 1975 yılında kurulan ve hükümetlerarası bir organizasyon olan Avrupa Uzay Ajansına (ESA); Yunanistan, Avusturya, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Estonya, Fransa, Almanya, İrlanda, Lüksemburg, İtalya, Hollanda, Polonya, Norveç, Romanya, Portekiz, İspanya, İsveç ve İsviçre gibi ülkeler üye.
Devletlere ait uzay kurumları dışında, çoğu ABD’de olmak üzere, özel uzay şirketleri de bulunmakta. Bunlardan Sierra Nevada Corporation isimli şirket 1963 yılında, Blue Orijin 2000 yılında, SpaceX 2002 yılında, Virgin Galactic 2004 yılında Astra Space ise 2016 yılında kurulmuş.
Uzay çalışmaları için ülkeler büyük kaynaklar ayırmaktadır. Bazı ülkeler bu alanda yaptıkları çalışmaların bir kısmını gizli sürdürmekte ve bilgileri gizlemektedir. Bu açıdan dünyadaki uzay ajanslarının bütçeleri yapılan açık kaynak araştırmalarına göre şu şekilde tespit edilmiştir.
Dünyada yapılan bu çalışmalar incelendiğinde, uzay ve havacılık alanında rekabetin devam ettiği görülüyor. Açıkça gelecekte uzayı kontrol edenlerin büyük bir üstünlük sağlayacağı ortada.
Sonuç olarak, böylesi bir ortamda Türkiye’nin bu alanda yaptığı her çalışmanın milli düşünce doğrultusunda süratle geliştirilmesi ihtiyacı bulunmaktadır. Bu anlamda Türkiye Uzay Ajansının koordinasyon görevini etkin olarak yerine getirebilecek ve süratle karar alıp uygulayacak bir yapıya kavuşturulması da zorunlu görülmektedir. Yaptığı çalışmalarda her kurumun da Ajansa gerekli desteği vermesi milli bir görevdir. Yine ülke gençlerinde bu alanda ilginin yaratılması, üniversite ve kuruluşlarda gerekli farkındalığın yaratılması da zorunlu gözükmektedir. Kaybedilecek bir dakika bile yoktur. Şüphe yok ki, etrafımızın bilinmeyenlerle ve şaşırtıcılarda dolu olduğu bir ortamda kimi arabalarını sağa sola sürüp sisler arasında kaybolurken, kimileri sezgi ve tahayyül güçleri ile çalışarak doğru yolu bulup hedeflerine ulaşacak.
Kaynaklar
Alpar, Güray. (2014). Stratejik Dünya Tarihi, Palet Yayınları: Konya.
Çağlayan, Yusuf. (2017). Sosyolojik Savaş, Timaş Yayınları: İstanbul.
Çimen, Ali. (2012). Tarihi Değiştiren Bilginler, Timas Yayınları: İstanbul.
Farabi. (1994). İdeal Devlet, Vadi Yayınları: İstanbul.
https://tua.gov.tr/tr.
Jung, G. Carl. (2015). İnsan ve Sembolleri, Çev. Hatice Mukaddes İlgün, Kabalcı Yayınları: İstanbul.
Luecke, Richard. (2008). Karar Almak, Çev. Aslı Özer, Türkiye İş Bankası Yayınları: İstanbul.
Rundell, J. ve Robinson G. (1999). Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek, Çev. Ertuğrul Başer, Ayrıntı Yayınları: İstanbul.
Toffler, Alvin. (1992). Yeni Güçler, Yeni Şoklar, Çev. Belkıs Çoraklı, Altın Kitaplar Serisi: İstanbul.