Türkiye uzun bir süredir gerek kendi içinden, gerekse yurtdışından yoğun terör saldırılarıyla karşı karşıya. Yaklaşık dört yıl aradan sonra 15 Mart tarihinde Brüksel’de toplanacak olan Ortaklık Konseyine ilişkin olarak hazırlanacak, Avrupa Birliği (AB) Ortak Tutum Belgesinde AB, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı güvenlik tehditlerinin farkında denilirken, Türkiye’ye yönelik tüm terör saldırılarının güçlü bir şekilde kınandığı belirtilerek, bu konuda AB’nin sürekli desteğinin taahhüt edildiği vurgulanmıştır. Ortak Tutum Belgesinde ayrıca Türkiye’nin yaklaşık dört milyon mülteciye ev sahipliği yapması ve bunların ihtiyaçlarının karşılanması konusundaki önemli çabaları güçlü bir şekilde övülmektedir. Hiç şüphe yok ki, Türkiye’nin tek başına üslendiği bu sorunlar sayesinde Avrupa güven içerisinde yaşamaya devam etmektedir.
Türkiye’nin terörle mücadeledeki hassasiyetini anladığını söyleyenler sadece AB ülkeleri olmayıp, Ruslar da resmi olarak yaptıkları açıklamalarda özellikle Suriye’den gelen terör eylemleri konusundaki hassasiyeti anladıkları beyan etmişlerdir. Bu kapsamda Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’da; “Biz Astana üçlüsü olarak Türkiye’nin Suriye sınırındaki endişelerini anlayışla karşılıyoruz.” demiştir.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ayrıca Fransız yayın organlarına vermiş olduğu bir beyanatında; “ABD Fırat’ın doğusunda sözde bir devlet kurmak maksadıyla yasal olmayan yollarda çalışmalar yapıyor.” derken, “ABD, Suriye’de başından itibaren orada bazı unsurlara dayandı ve Türkiye’nin hoşnutsuzluğunu görmezden geldi.” demiştir. Lavrov değerlendirmesinin devamında, Türkiye’nin Suriye’deki bazı grupları, birçok ülke tarafından terör örgütü kabu edilen PKK ile bağlantılı olarak tanımladığını hatırlatarak “Türkiye bir çok defalar Suriye sınırındaki bu bölgenin teröristlerin kontrolüne geçmesine izin vermeyeceğini belirtmesine rağmen ABD bunu görmezden gelerek buralara muazzam silah yardımları yaptı.” şeklinde konuşmuştur. Bu tutumu eleştiren Lavrov’a göre; “ABD Suriye’de vizyonsuz, dar ve belki de kötü niyetli bir bakış açısına sahip”.
Şüphesiz ABD resmi olarak PKK’nın bir terör örgütü olduğunu eskiden beri kabul ediyor. Daha önce ABD Dışişleri Bakanı olan John Kerry, Rus Dışişleri Bakanı ile Suriye konusunu görüştükleri Cenevre şehrinde yaptığı konuşmada “Suriye’nin bütünlüğünden yanayız. Bazı unsurlarla sınırlı bir işbirliği yapıyoruz ve Türkiye’nin hassasiyetlerini anlıyoruz.” demişti. ABD Savunma Bakanı Ashton CARTER da, 28 Nisan 1916 tarihinde kongrede yapılan oturumda terör örgütü PKK/KCK ile PYD/YPG arasında bir ilişki bulunduğunu açıkça ifade etmişti. Bu açıdan ABD yönetiminin bir ikilem içerisinde bulunduğu görülüyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı Mart 2019 ayının başında yapmış olduğu açıklamada PKK’nın yabancı terör örgütleri listesinde bulunmaya devam edeceğini belirtirken, bu terör tehdidine karşı Türkiye ve müttefikleriyle beraber çalışıldığı vurgulandı. Açıklamada ayrıca PKK’nin 2001’den beri “Özel Olarak Belirlenmiş Küresel Terörist listesi”nde yer aldığı da belirtildi. Türk Dışişler Bakanlığı ise PKK’ya karşı ortak mücadele kararlılığının vurgulanmasının önemli olduğunu ancak ABD’den aynı anlayışı PKK’nın bölgedeki uzantıları PYD/YPG’ye karşı da göstermesinin beklenildiği ifade edildi.
PKK’nın bir terör örgütü olduğu üzerinde kimsenin bir kuşkusu yok gibi görülüyor. Ancak iş PYD/YPG’ye gelince bu örgütlerin PKK ile ilişkisi ya tam olarak anlaşılamıyor ya da anlamamazlıktan geliniyor. PKK’nın 2005 yılında Türkiye’nin yanı sıra Suriye, Irak ve İran’daki örgütlenmelerini PKK/KCK yapısı altında birleştirdiği ve bu kapsamda PYD’nin PKK’nın Suriye topraklarında faaliyet gösteren uzantısı olduğu bir gerçektir. PKK terör örgütü sözde lideri Abdullah Öcalan, örgütün Suriye kolunu kendisinin kurdurduğunu açıkça ifade etmiştir. Aslında bu ilişkinin temeli 1980’li yıllara dayanmaktadır. PKK kendince geliştirdiği “Üçüncü Yol Teorisi” ile de 2002 yılının şubat ayında Suriye’de PYD adı altında bir örgütlenmeye gidilmesi talimatı vermişti. 2005 yılındaki bu birleşmenin ardından 2012 yılında Suriye’de iç savaş başlayınca YPG (Halk Savunma Birlikleri) adı altında birimler oluşturuldu. PKK kısa sürede bu birimleri ele geçirdi, kendisini kabul etmeyen unsurları tasfiye etti ve YPG örgütün Suriye’deki ana silahlı gücü konumuna geldi.
PYD’nin PKK’nın bir alt kolu olduğu, PYD tüzüğünde yer alan “PYD, Abdullah Öcalan’ı kendi önderi, Halk Kongresini üst şemşiye ve KCK-Batı’yı demokratik sistem olarak görür.” ifadesinde açıkça görülebilir. Ayrıca PYD’nin bir süre PKK’ya ait Kandil Dağını ana karargah olarak kullanması, PKK Yürütme Konseyinden üst düzey birisinin PYD faaliyet sorumlusu olarak görevlendirilmesi, PYD sözde liderlerinin PKK sözde liderleriyle ilişkileri, PKK terör örgütü mensuplarının yoğun şekilde PYD saflarında silahlı faaliyetleri yürütmek üzere görevlendirilmeleri, bu örgüt mensuplarının birlikte gerçekleştirdikleri gösterilerde her iki örgütün sembollerinin açıkça birlikte kullanılması, PKK terör örgütü üst düzey sorumlusu Fehman Hüseyin’in 2015 yılında Suriye’de YPG faaliyetlerini yönetmek üzere görevlendirilmesi, PKK terör örgütü “HPG Özel Kuvvetler” sorumlusunun Suriye’de PYD askeri yapılanmasından sorumlu olması gibi bariz ilişkiler bu örgütler arasındaki organik bağa dair kuvvetli örneklerdir.
Terör örgütü YPG/PKK Suriye topraklarının yaklaşık yüzde 30’unu işgal ediyor. PKK terör örgüt mensupları PYD içerisinde faaliyet gösterirken, ayrıca Suriye üzerinden çok miktarda silah, mühimmat ve patlayıcı maddeyi Türkiye’ye sokmuş, bunlarla gerçekleştirdiği törör eylemleri ile yüzlerce Türk vatandaşının hayatını kaybetmesine veya yaralanmasına neden olmuştur.
NATO içerisinde oluşturulan “Teröre Karşı Savunma Mükemmeliyet Merkezi” tarafından yayınlanan dergide Andrew Self ve Jared Ferris adıyla oluşturulan makale’de; “Suriye’de PYD-YPG saflarında bulunan teröristlerin büyük ölçüde PKK’lı teröristler olduğu ve bu teröristlerin %16’sının Türkiye’den geldiği.” belirtilmektedir. Aynı şekilde İspanya Polisi’de PKK ile ilgili Ocak 2017 yılında tamamladığı dava dosyasında, YPG saflarında savaşmak üzere adam gönderme faaliyetlerinin PKK tarafından yapıldığı belirtilmekte ve YPG’den; PKK’ya bağlı olarak faaliyet gösteren ve PKK ile yöneticileri ortak olan bir örgüt olarak bahsetmektedir.
Bu noktada Türkiye’nin hassasiyetlerini anlama konusuna tekrar dönmek gerekir. Türkiye’nin müttefikleri gerçekten bu hassasiyeti anlıyorlar mıdır? Aynı durumla karşı karşıya kalsalar Türkiye’den ne beklerlerdi? Sınırlarından gelen terör kendi vatandaşlarının hayatına kastederken, buna silah vererek destek olanları hoş görebilirler miydi?
Türkiye’nin Kürtlerle bir sorunu yoktur. Geçmişte olmamıştır, gelecekte de olmayacaktır. Sadece Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları değil, diğer ülkelerdeki Kürtler’de binlerce yıllık adalete dayalı bir yönetim ve birlikte yaşama kültürü altında ne zaman sıkıntıya girseler yanlarında hep Türkleri görmüşlerdir ve görmeye de devam edeceklerdir. Nitekim Irak Kürtleri Saddam Hüseyin’in zulmünden kaçarken Türkiye kucak açmış, karşılık beklemeden onlarla ekmeğini ve suyunu paylaşmıştır. Aynı olay Suriye’de de gerçekleşmiş ve yüzbinlerce Suriye’li Kürt Türkiye’de misafir edilmiştir ve istedikleri sürece de beklentisiz edilmeye devam edilecektir.
Türkiye’nin karşı olduğu bu bölgedeki terör faaliyetleri ve terörist örgütlerin işbirliğidir. Suriye’deki terör örgütleri bu bölgedeki Kürtler’de dahil halka zarar vermektedir. Bilinçli politikalarla halkı göç etmeye zorlamakta, sivil halkın evlerini ve köylerinin yıkarak onları zarar uğratmakta, dönüşlerine izin vermemekte, baskı kurmakta, zorla çocuklarını ellerinden alarak terör örgütüne kaydetmekte, keyfi tutuklamalar, işkence ve infazlar yapmaktadır. Kısacası, klasik bir terör örgütünün yaptığı bütün faaliyetleri bu örgütler bünyesinde görmek mümkündür. 25 Ocak 2017’de basına yansıyan olayda Fırat doğusunda Şiyuk Köyüne geri dönmek isteyen sivillere PYD’li teröristlerin açtığı ateşte ölen kadın ve çocukları hatırlamak bile bu terör anlayışını açıkça göstermektedir. Bu olayın hemen ertesinde, Amerikan Dergisi Nation’da şubat ayında yayınlanan bir raporda, PYD/YPG’nin Suriye’nin kuzeyinde savaş suçu işlediğinin ve bunun onbinlerce insanı etkilediğinin belirtilmesi ise bu hususun belgelenmiş halidir.
Terörü ve teröristleri desteklemenin uzun vadede hiçbir ülkenin faydasına olmayacağı, bütün ülkeleri etkileyeceği açıktır. Türkiye’nin Suriye’deki terör hassasiyeti sadece kendi adına değil bütün insanlık adınadır. Terör uzmanları bilir ki, bu örgütler asimetrik yöntemlerle birbirini etkiler, birbirlerini destekler ve kısa sürede yayılırlar. Nitekim bölgeden gelen haberlerde sözde DEAŞ karşısında mücadele ettiği söylenen bu örgütlerin DEAŞ terör örgütü mensuplarını serbest bıraktıklarından bahsedilmektedir. Suriye’deki terör örgütleri kendilerini sürekli geliştirmekte, modern silahları ve teknolojiyi kullanarak saldırılar gerçekleştirmektedirler. Türkiye bu terör eylemlerinin Batı’ya yayılmasının önünde en önemli engel durumundadır. Nitekim Türkiye sınırı boyunca klasik silahlarla sürekli eylem gerçekleştirme arayışları yanında son dönemde drone kullanarak gerçekleştirdikleri onlarca eylem de buna bir örnektir. Bu yöntem ve silahların kısa bir süre sonra Türkiye sınırlarını aşarak, civar ülkelere ve hatta Avrupa ve Amerika kıtasına bu terör örgütleri tarafından yayılacağı ve kullanılacağı muhakkaktır. Bu açıdan değerlendirildiğinde; Suriye ile ilgili bütün ülkelerin duygusallıktan uzak bir şekilde eldeki belgeleri değerlendirmeleri ve Türkiye’nin hassasiyetlerini anlayarak, Suriye’de muhtemel bir terör oluşumuna hep birlikte engel olunması acil önem taşımaktadır.