Geçmişi bıraktığı izlerden tanımak zorundayız. Avustralya’nın Fransız Şirketi ile arasında denizaltı yapılmasını içeren anlaşmayı iptal etmesine, Fransa’nın gösterdiği aşırı tepki ve çaresizlik dünyadaki kutuplaşmayı açıkça ortaya çıkarırken, diğer taraftan bizlere I. Dünya Savaşı öncesinde gerçekleşen ittifakları ve denge dışı bırakılan devletleri hatırlattı.
Savaşı anlamak için o dönemdeki dört önemli gücü iyi anlamak gerekir. Bu dört önemli güç: Okyanusları ve çok sayıda sömürgeyi elinde tutan İngiltere; 1870 yılında komşusu Almanlar tarafından yenilgiye uğratılsa da askeri bakımdan üstün bir geleneğe sahip Fransa; zengin, güçlü ve dünyada kendisine bir yer arayan dinamik Almanya ile yoksul ve geri kalmış olmasına rağmen, büyük bir nüfusa sahip olması nedeniyle kalabalık ordular kurabilen Rusya’ydı. Savaştan önce Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya arasında Fransa ve Rusya’yı hedef alan bir ittifak oluşturulmuştu. Sonra Fransa, İngiltere ve Rusya arasında “Üçlü Antant” oluşturularak Almanya kuşatıldı. Osmanlı Devleti ise İngiltere ile ittifak yapmak için çabalamış, ancak sonuç alamadığından mecburen Almanya ile ittifak yapmıştı. ABD’de akıllıca bir hamleyle başlangıçta bekleyip, çok sonraları savaşa katılacaktı.
Günümüzde Çin’in artan ekonomik ve askeri gücü ABD’yi bölgede yeni ittifaklar oluşturmaya yöneltiyor. Bu anlamda ABD, Çin’in karşısına Japonya, Güney Kore, Hindistan yanında İngiltere ile birlikte Avustralya’yı da almak ve bölgede yeni bir denge oluşturmak istiyor.
İngilizlerin Avrupa Birliğinden ayrılışları zaten buna dair işaretleri veriyordu ve İngilizlerin AB’den ayrılmasını sadece ekonomik anlamda değil, uzun vadede siyasi ve kültürel anlamda da bir ayrılık olarak değerlendirmek ve dünyada değişen dengelerin bir işareti olarak algılamak gerekiyordu (Alpar, 2020:20).
Nitekim dünyadaki 5’inci ekonomik güç konumunda ve AB içindeki en etkili askeri güç olan İngiltere’nin ayrılmasıyla, AB büyük bir güç kaybına uğrarken, İngiltere 52 ülkeden oluşan İngiliz Uluslar Topluluğuna (Commonwealth) daha fazla yönelerek bu topluluğun etkinliğini artırmaya yönelmişti.
Fransa ise öteden beri kendi başına küresel bir güç olma hayali güdüyordu. De Gaulle, Fransa’nın ABD ve İngiltere’den bağımsız olarak dünya olaylarında daha etkin bir rol oynaması gerektiğine inanmıştı. Daha 1958 yılında Fransa, ABD ve İngiltere ile eşit bir şekilde dünyayı paylaşma isteğini bildirmiş ve sonuç alamayınca da tek başına hareket etmeye ve NATO’dan çıkacağını ima etmeye başlamıştı (Balcomb, 1997: 70-71). Bir yıl sonra ise Fransa, Akdeniz Filosunu, NATO’nun Akdeniz Komutanlığından çekmiş, 1960 yılında ise NATO Kontrol prosedürlerine tabi olmak istemediğini açıklamıştı.
Nitekim ilk nükleer denemesini 1960 yılında Cezayir’de Sahra Çölünde gerçekleştiren Fransa, 1963 yılında atom bombası taşıyan Mirage-IV uçaklarının da üretimine başlamıştı (Armaoğlu, 2001: 610-620). Nihayet 1965 yılında Fransa, ABD ve Sovyetler Birliğinden sonra uzaya uydu gönderen üçüncü ülkeydi.
Fransa 1966 yılında NATO’nun askeri kanadından çekildi. 1967 yılında ise ilk nükleer denizaltısını yapan Fransa bir sonraki yıl hidrojen bombasını Pasifik Okyanusunda patlattı. De Gaulle şöyle diyordu: “Fransa dünyanın her yerindedir. Fransa, Fransa olduğu için dünyada küresel politikaya önderlik etmeli ve bir dünya gücü olarak sorumluluklarını yerine getirmelidir.”
De Gaulle’nin yaptıkları bununla da bitmedi. ABD ve İngiltere’nin etkilerini sınırlandırmak için Almanya ile “Dostluk ve İşbirliği Anlaşması” imzaladı ve birlikte hareket etme kararı aldı ((Kissenger, 2002: 594), blok sistemini zayıflatmak için Çin’i tanıdı ve Sovyetler Birliği ve güdümündeki ülkeler ile tek başına ilişkileri geliştirdi.
İngilizler II. Dünya savaşında uzun süre De Gaulle’yi desteklememişlerdi (Gürün, 2000:559). İngiltere ile sürekli bir rekabet içerisinde olan Fransa, özellikle De Gaulle döneminde bu rekabeti iyice ortaya koymuştu. Bu rekabet De Gaulle ve Fransızlar için bugünlere ulaşan büyük bir itici gücü ve politik kültürün temelini oluşturmuştu (Sauder, 1999:117-119). De Gaulle 1963 ve 1967 yıllarında İngiltere’nin, ABD ile sıkı ilişkiler içinde olmasını gerekçe göstererek, Avrupa Ekonomik Topluluğuna girişini engelledi. İngiltere bu topluluğa ancak onun ölümünden sonra girebildi.
De Gaulle’ün politikaları, onun ölümünden sonra da bugüne kadar devam ettirildi. 1970 yılında çıkarılan askeri program yasasında ve 1972 yılında yayınlanan Beyaz Kitap’ta De Gaule’ün ilkelerinin devamlılığı ve değiştirilemeyeceği açıkça belirtildi. 1974 ve 1981 yılları arasında Giscard D’Estaing bu politikada bazı değişiklikler yapmaya çalıştı ancak öyle bir direnç ve yoğun eleştiri altında kaldı ki, vazgeçti. Daha sonra 1986 yılına kadar iktidar olan Mitterand’da daha önceleri Fransa’nın, NATO’nun askeri kanadından çıkmasına karşı olmasına rağmen, iktidar olduğunda De Gaulle politikalarının sıkı bir savunucusu oldu (Demirkıran, 2007: 85-90).
Günümüzde Fransa ve Macron’un uyguladığı politikalar, De Gaulle politikalarının devamı. Macron’un NATO’ya yaklaşımı, Çin ve Rusya ile geliştirdiği ilişkiler bunu açıkça ortaya koyuyor ve çift taraflı savunma anlaşmaları çerçevesinde Hint Okyanusu'ndan Atlantik'e kadar bir kontrol alanı oluşturma peşinde (Alpar, 1 Mart 2021). Ancak Fransa’nın Okyanusya bölgesinde etkisi; Fransız Polinezyası, Yeni Kaledonya ve Wallis ve Futuna adaları gibi birkaç küçük ada ile sınırlı gözüküyor.
Diğer taraftan Avustralya İngilizler tarafından eskiden beri kontrol altında tutulan bir ülkedir ve bu ülkenin Fransa’ya kaptırılması söz konusu değildir. Avustralya kıtasının Japonya ve Çin gibi Asya kaynaklı ve Almanya ile Fransa kaynaklı Avrupa’dan gelen gerçekçi olmayan bir tehdit algısı içine sokulması, her zaman İngilizlerin askeri gücüne tekrar ihtiyaç duyulmasına neden olmuştur (Özcan: 2018). Bu korku, İngilizlerin bir zorunluluk gereği “Koruyucu Güç” olarak bölgede kalmasına ve güvenlik ve savunma yapılanmasında her seferinde yeniden baskın bir rol oynamasına neden olmuştur. Aslında İngilizlerin geçmişte bilinçli olarak, Yeni Gine’nin kuzey bölgelerinde Almanya’nın işgaline seyirci kalması yanında Fransa’nın Yeni Hebrides bölgesini işgal etmeleri, Avustralya’da yaşayanların korkularını artırmış (Mordike, 1991: 7-10) ve İngilizleri her seferinde bir kez daha ve daha kolay kabul etmesini sağlamıştır.
Tarihi boyunca hiçbir istila hareketine uğramamış olan Avustralya için yaratılan korku devam ediyor. Avustralya sadece II. Dünya Savaşı esnasında ve kısa bir süre “direkt saldırılara” maruz kalmıştı. Buna rağmen Avustralya, savunma harcamalarını sürekli artırıyor ve harcamaları birçok ülkeye göre daha yüksek durumda. Bu haliyle de Okyanusya ülkeleri arasında tartışmasız en güçlüsü. Savunma Bütçesi giderek artan ülkede, Savunma Bakanı ve Savunma Sanayi Bakanı, İngiliz Milletler Topluluğunun 270 milyar dolarlık savunma yatırımlarının bir parçası olarak, “Avustralya Deniz Kuvvetlerini güçlendirmek maksadıyla” önümüzdeki on yıl boyunca 75 milyar dolarlık yatırım yapılacağını açıkladılar. Program, Avustralya Donanmasının caydırıcılığının ve muharebe kabiliyetlerinin geliştirilmesini hedefliyordu.
Avustralya’nın bu ihtiyacını Fransa, bölgeye askeri ve ekonomik olarak nüfuz etmek için bir fırsat olarak görmüş ve 2016 yılında Fransız Şirketi imzaladığı 90 milyar Avustralya dolarlık (Yaklaşık 66 milyar ABD doları) muazzam bir anlaşma ile Fransız tasarımlı geleneksel dizel denizaltı projesini uygulama alanına koymuştu. İngiltere’nin böyle bir girişime onay vermesi zaten beklenemezdi.
ABD ve Avustralya, Hindistan ve Japonya’yı da aralarına alarak 2007 yılında “The Quad” isimli bir “Güvenlik Diyaloğu” oluşturmuştu. Burada İngiltere yoktu. Nitekim bu sefer ABD Başkanı Joe Biden ve İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın, Avustralya Başbakanı Scott Morrison ile sanal ortamda gerçekleştirdikleri bir görüşmenin ardından ortak bir bildiri yayınlayarak İngilizce olarak Avustralya’nın “AU”su, İngiltere’nin “UK” si ve ABD’nin “US”u ile “AUKUS” isimli yeni bir güvenlik ortaklığı açıklamaları Fransa açısından tam bir sürpriz oldu ve Fransız projesinin sonunu getirdi.
AUKUS’a ve ortaklığa en büyük tepki Çin ile birlikte Fransa ve Almanya’dan geldi. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü anlaşmanın bölgesel barış ve istikrara zarar verdiğini ve nükleer silahlar başta olmak üzere silahlanma yarışını hızlandırdığı değerlendirmesini yaparken, Almanya’nın önde gelen yayın organları, kararın Transatlantik Ortaklığa büyük bir darbe vurduğunu ve Fransa’yı marjinalleştirdiğini yazdı. Fransa Dışişleri Bakanı ise Avustralya’nın yaptığı anlaşmayı iptal ederek müttefikliğe yakışmayacak şekilde kendilerini sırtlarından vurduğunu ifade etmişti. Fransa Dışişleri ve Savunma Bakanlarının ise birlikte “Hint-Pasifik bölgesinin eşi görülmemiş sınamalarla karşı kaşıya olduğu bir dönemde Fransa’nın bu ortaklığın dışında tutulmasını üzülerek not ettiklerini” belirtmesi tam bir çaresizliğin ifadesiydi.
Fransa’nın tepki göstermesine ve diplomatik girişimlerine rağmen Avustralya Savunma Bakanı bu ülkeden özür dilemeyeceklerini belirterek kararlılıklarını ifade etmesi, Fransa’nın artık yapacak bir şeyi kalmadığını ve durumu kabul etmesi gerektiğini gösteriyor.
Anlaşma açıkça Hint Pasifik Bölgesinde büyüyen Çin tehdidine karşı yapıldığı bildirilmişti. Bildiride Avusturya Donanmasının geleneksel denizaltılar yerine nükleer enerjili denizaltılar edinmesi için bu ülkenin destekleneceği de belirtiliyor (Denizaltılar Avustralya’da inşa edilecek) ve ortak değerlerden söz ediliyordu. Bunun anlamı açıkça İngilizlerin Fransa’yı bölgeden silmesiydi.
Sonuç olarak; bu girişimin Fransa’nın Okyanusya bölgesindeki denklemde devre dışı kalışının ilanı olduğu söylenebilir ve Fransa’nın II. Dünya Savaşının hemen ertesinde başlattığı bağımsız küresel güç olma iddiasına karşı da en büyük darbe olarak görülebilir. Fransa’nın bugüne kadar yaptıkları karşısında herhangi bir güçlü reaksiyon göstermeyen İngiltere ve ABD bu sefer Makron karşısında gücünü gösteriyor ve artık bir güç olmaktan uzaklaşan Fransa’yı gerçek durumla yüzleşmek zorunda bırakıyor. Bu dışlanma ve yalnız bırakılma bir anlamda Fransa başta olmak üzere AB’nin gerilemesi ve sadece Okyanusya değil, Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’da da bu ülkelerin gerilemesi olarak yorumlanabilir. Dünyada yeni dengeler oluşuyor. Tarih yalan söylemez.
Kaynakça:
Alpar, Güray. (2020). Türkiye’nin Güvenliğini Anlamak, “Avrupa’da dengelerin değişimi: Brexit”, Nobel Yayınları: Ankara.
Alpar, Güray. (1 Mart 2021). Fransa’nın Günümüzdeki Küresel Politikalarında “De Gaulle” Etkisi, SDE KöşeYazısı,https://www.sde.org.tr/guray-alpar/genel/fransanin-gunumuzdeki-kuresel-politikalarinda-de-gaulle-etkisi-kose-yazisi-21256. (Alıntı Tarihi: 20 Ekim 2021).
Armaoğlu, Fahir. (2001). 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım Yayınları: İstanbul.
Balcomb, Rodney. (1997). “Defence Policy”, Aspects of Contemporary France, Sheila Perry, Rotledge: London.
Demirkıran, Özlem. (2005). Fransa’nın Güvenlik Politikası: De Gaulle Dönemi (1958-1969), Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl/Volume: 3, Sayı/Issue: 5.
Gürün, Kamuran. (2000). Savaşan Dünya ve Türkiye, Cilt 3, Tekin Yayınevi: İstanbul.
Mordike, John. (2002). We Should Do This Thing Quietly, Japan and the Great Deception in Australian Defence Policy, National Library: Australia.
Özcan, Orhan. (2018). I. Dünya Savaşı Öncesi Avustralya Askeri Organizasyonu ve Avustralya İmparatorluk Kuvvetinin Oluşum Süreci, Savunma Bilimleri Dergisi, Mayıs 2018, Cilt 17, Sayı (1).
Sauder, Axel. (1999). “France’s Security Policy since the End of the Cold War”, Redefining European Security, Ed. Carl C. Hodge, Garland Science: London.
Kissenger, Henrry. (2002). Diplomasi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları: İstanbul.