İsrail çoğu zaman yalana dayalı, sanal gerçeklik üreten ve küresel anlamda algıyı yönetmeyi de başaran bir devlettir. Bir süre için başarılı gözükse de üretilen algıyı gerçekmiş gibi kabul ettirme sahtekarlığının her defasında foyası ortaya çıkmıştır.
İsrail için asıl tehlike, dışarıyı etkilemek üzere ürettiği yalan ve kurguya kendilerinin de inanmaya başlamış olmalarıdır. “14 Nisan İran Saldırısı”na Siyonist medyanın bakışı okunduğunda bu kendini kandırarak rahatlama davranışı kolaylıkla fark edilebiliyor.
Kassam Tugayları'nın 7 Ekim Aksa Tufanı saldırısı, şoka uğrayan İsrail halkına şunu göstermişti; yenilmez İsrail Ordusu söylemi bir balondu, her şeyden haberdar olan MOSSAD ise derin bir uykudaydı. Bu saldırıyla, İsrail’in ABD ve Batılı müttefiklerinin (İngiltere, Fransa, Almanya) askeri ve siyasi desteği olmadan kendi imkan ve kabiliyetleri ile yaşayamayacağı, kendini koruma yeterliğine sahip egemen bir devlet vasfı bulunmadığı ortaya çıkmıştı.
Devletine güvenini kaybeden, gururu kırılmış Yahudi halkının toparlanması için acil bir zafere ihtiyacı vardı. Bu baskı altındaki İsrail ordusu Gazze’yi 6 aydan fazla bir süredir ağır bombardımanla yerle bir etmesine, Filistin halkına gözü dönmüş biçimde soykırım uygulamasına rağmen Hamas’a karşı askeri bir başarı sağlayamadı. Hatta kalıcı işgal (ilhak) gerçekleştirmek üzere girdiklerini ilan ettikleri Gazze’de karşılaştıkları direniş ve uğradıkları kayıplar dolayısıyla İsrail ordusu, bütün askerlerini buralardan çekmek zorunda kaldı.
Bir yandan Hamas’a karşı halkın askeri bir zafer kazanma beklentisi diğer taraftan Binyamin Netanyahu hükümetini devirmeye yönelik muhalif sokak gösterileri aşırı sağcı hükümeti içeride sıkıştırıyordu. Diğer taraftan, soykırım suçundan yargılatmak üzere uluslararası toplumun harekete geçmesi sebebiyle İsrail adım adım dünyadan izole olmaktaydı. Nitekim, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK)’nde 25 Mart’ta yapılan oylamada ABD çekimser kalırken, 15 üyeden 14’ü ateşkes yönünde oy vermişti. BMGK tarafından 7 Ekim’den bu yana oylamaya sunulan 10 karar tasarısını veto eden ABD bile pozisyonunu değiştirmek mecburiyetinde kalmıştı.
Biden-Netanyahu yönetimleri, Gazze’yi dünya gündeminden düşürmek, uluslararası izolasyondan kurtulmak, Batılı ülkelerin silah sevkiyatını devam ettirmek ve İsrail Ordusu'nun muhtemel Refah saldırısını uluslararası toplum nezdinde meşrulaştırmak için yeni bir çıkış yolu buldular. Bu yol, İran’ı tahrik ve tazyik ederek İsrail’e saldırmasını sağlamaktı.
Bunun için İsrail uçakları 1 Nisan’da Suriye’nin başkenti Şam’daki İran Konsolosluğu'nu bombalayarak İran Devrim Muhafızları Ordusu'na mensup ikisi general yedi kişiyi öldürdü. Uluslararası hukuka göre İran toprağı sayılan yere yapılan bu saldırı İran’a meşru müdafaa hakkı tanıyordu ama İran’ın bu hakkı kullanmakta çekingen davrandığı görülüyordu.
ABD’nin İsrail’e zarar vermeyecek sınırlı bir misilleme yapmaya İran’ı cesaretlendirmesi sonucu, Şam saldırısından 14 gün sonra, Devrim Muhafızları Ordusu 100’ü balistik füze olmak üzere 300’den fazla füze ve kamikaze insansız hava aracı (İHA) ile İsrail’e saldırı düzenledi. Danışıklı olan bu saldırının zamanı ve çapı İran tarafından 72 saat öncesinde ABD’ye ve komşu ülkelere zaten bildirilmiş, İsrail de tedbirini almıştı.
İran, İHA ve füzelerinin yüzde 99’unun İsrail topraklarına girmeden havada imha edildiği bir saldırı düzenleyerek İsrail’e ve halkına ihtiyacı olduğu zafer duygusunu ikram etmiş oldu. İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri, İsrail’e düzenlenen etkisiz saldırı hakkında “Operasyon başarıyla tamamlandı. Biz bu operasyonu tam bir sonuç olarak görüyoruz ve operasyonun devamına yönelik bir düşüncemiz yok” açıklaması yaparak operasyonu sonlandırdı. Danışıklı saldırı ile intikam beklentisi içinde olan İran halkı da tatmin edilmiş oldu. Hem İsrail hem de İran sokaklarında halk zafer gösterileri düzenledi.
İsrail medyası ve Siyonistler, ABD ve İran yönetiminin birlikte planladığı bu etkisiz misillemeyi bir zafer havasında kutlamaya devam ediyorlar. Siyonist çevreler İsrail’in işgal ettiği topraklarda Filistin halkıyla değil de 7 Ekim’den bu yana topraklarına saldıran İran ile savaşıyormuş algısı yaratmaya yöneldiler. Gazze’de işledikleri soykırımı bu saldırı ile örtme ve unutturma fırsatına çevirmek istiyorlar.
Katliamları sebebiyle uluslararası toplum nezdinde izole olan ve Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım suçu ile yargılanmayla yüz yüze kalan İsrail, bu danışıklı saldırı ile yine mazlum ve mağduru oynama fırsatını kazandı. Öte yandan, Filistin’in BM’ye tam üyeliğinin oylamasından hemen öncesinde gerçekleşen bu saldırı, BMGK’da Filistin lehine oluşan havayı yok etmek üzere İsrail’e büyük bir manevra alanı sağlamış oldu.
İsrail medyası ve Siyonistlere göre, İsrail bir yandan izolasyon çemberini kırarken diğer yandan Batılı dostları(ABD, İngiltere, Fransa) da füze imha operasyonuna katılarak kendilerini terk etmeyeceklerini göstermişti. Yalnızlaşma paniğine kapılan Siyonistler için bu çok önemsenen bir sonuçtu.
Bundan daha fazla vurgulanan husus ise ABD’nin 2015’ten bu yana oluşturmaya çalıştığı Arap NATO’sunun İsrail lehine devreye girdiğine inanmalarıydı. Onlara göre, 14 Nisan gecesi ABD, İsrail ve müttefik Arap ülkeleri arasında Orta Doğu Hava Savunması (MEAD) olarak bilinen bölgesel ittifak devreye girerek İsrail’i korumuştu.
Bölgede tek başına kendi güvenliğini sağlaması mümkün olmayan İsrail, ABD tarafından inşa edilen bölgesel güvenlik mimarisinin hala çalıştığına ve kendisini koruduğuna inanmak istiyordu.
Bu beklenti şunun için önemliydi; ABD, askeri güçlerini Ortadoğu’dan Asya-Pasifik bölgesine çekmeyi ve Çin’in yükselişini durdurmayı önceleyen yeni bir strateji benimsemiş, Ortadoğu’daki askerlerinin yüzde 85’ini bölgeden çekmişti. ABD’nin Ortadoğu’da uzun süre kalıcı olmayacağı öngörülebiliyordu. Boşluğu dolduracak başka bir savunma mekanizması gerekliydi.
ABD bölgede güç azaltırken, Kasım 2018’de “Kolektif Entegre Savunma Doktrini” ışığında, tüm müttefik güçleri koordine etmek üzere “Birleşik Askeri Komutanlık” kurdu. İsrail’i kendi kontrolünde olan bölgesel bir güvenlik işbirliğinin parçası yapmak üzere 2021 Ocak ayında EUCOM yetki alanından çıkarıp CENTCOM sorumluluk alanına taşıdı. İsrail, güvenliğini bu işbirliği ile sağlayacağına ciddi şekilde inanmıştı. Açıkcası, uzun dönemde buna inanmaktan başka çaresi de yoktu. [i]
Bahis konusu Körfez-İsrail savunma işbirliği mekanizması, İran düşmanlığının sürekli olacağı beklentisi üzerine kurulmuştu. Ne var ki 10 Mart 2023’ten itibaren Çin’in arabuluculuğu ile Suudi Arabistan ile İran’ın diplomatik münasebet kurması, 29 Mart’ta Suudi Arabistan’ın Şanghay İşbirliği Örgütü'nün (ŞİÖ) diyalog ortağı olma kararı alması, BAE’nin Mart ayında Birleşik Deniz Kuvvetleri’ne (CMF)’den katılımını geri çekmesi hem ABD hem İsrail için hayal kırıklığı yaratan gelişmelerdi. ABD-İsrail için en büyük korku söz konusu güvenlik mimarisinin yıkılmasıydı.
Bu can sıkıcı gelişmelerin ardından 7 Ekim Aksa Tufanı, ABD’nin kurguladığı Arap Devletleri ile İsrail’in güvenlik ortakları olacakları askeri entegrasyon modelini ve Abraham antlaşmalarını yerle bir etti. İşbirliğinin ne kadar kırılgan bir zemine oturduğu görüldü.
ABD-İsrail ekseni şimdi, çöken entegrasyon modelini yine İran düşmanlığı üzerinden diriltmeye çalışıyor. 15 Nisan’dan itibaren Suudi Arabistan ve Ürdün’ün İran füzelerini vurduğunu, Katar’ın istihbarat akışı sağladığını işleyerek her şeye rağmen İsrail ile savunma işbirliğinin devam ettiğini propaganda ediyorlar. Bu çerçevede The Jerusalem Post, Suud kraliyet ailesine ait bir web sitesinde Suudi Arabistan’ın İran füzelerini engellediğini yazdığını haberleştirdi. Suudi yetkililer bunu haber yapan resmi bir web siteleri olmadığını Al Arabia’ya da açıklayarak yalanladılar.
Bölgede, İran ortak düşmanlığı üzerine inşa edilen ABD-Körfez-İsrail savunma entegrasyon modeli 2023 Mart ayından itibaren işlevini kaybetmiş, 7 Ekim’den sonra tamamen çökmüştür. Suudi Arabistan-İran karşılıklı diplomatik misyonlarını açarken BAE ve Bahreyn dışındaki Körfez ülkeleri hala İsrail’i resmi olarak tanımıyorlar.
Dün (18.04.2024) BMGK’da Filistin’in BM’ye tam üyeliğini veto eden ABD'nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilci Yardımcısı Robert Wood, Filistin'in BM'ye tam üyeliği için İsrail ile Suudi Arabistan dahil bölgede entegrasyonun şart olduğunu, bu gerçekleşmeden Filistin'in BM'ye tam üyeliği için henüz çok erken olduğunu açıkladı. ABD, Filistin’in BM üyeliğini bölgenin İsrail’e entegre olması şartına bağlayarak şantaj yapıyordu.
Irak, Afganistan’dan rezil şekilde kaçarak çıkan, en son Ukrayna’yı Rusya karşısında ortada bırakan ABD’nin (ve batılı işbirlikçilerinin) bu dayatmayı gerçekleştirecek bir gücü bulunmamaktadır. Mevcut dünya düzeni bütün kurum ve kuralları ile hem ahlaken hem de fiilen çökmüş durumdadır, dünya yeni bir düzen arayışı içerisindedir. İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırımdan sonra ne Abraham Anlaşmaları'nın sürdürülmesi ne de merkezinde İsrail’in olacağı bölgesel bir entegrasyonun hayata geçirilmesi mümkün değildir. Gerek ABD gerekse İsrail, Körfez Araplarının bunca katliamı sineye çekip nerede kalmıştık diyeceklerini umuyorlar. Vicdanları gibi siyasi akılları da körleşmiş durumda…
Hamas’ı kurtuluş mücadelesi veren “direniş örgütü”, İsrail’i işgalci “terörist devlet” olarak olarak kabul eden Türkiye’nin 1967 sınırları içerisinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin Devleti'nin kurulması kararlılığı bütün bölge ülkelerini de bu hedef doğrultusunda etkilemeye devam edecektir. Batılı devletlerin Müslümanların soykırıma uğramalarına kayıtsız kalmak bir yana destek veren politikaları karşısında bölgenin Müslüman devletlerinin kendi aralarında yeni siyasi-askeri işbirliklerine gitmeleri kaçınılmaz olacaktır.
İsrail, Körfez ülkeleri-İsrail savunma işbirliği ile kendi güvenliğini sağlayacağı ham hayaliyle avunmak yerine, elbette şartların değişmesiyle küresel çapta izole olacağı, Ortadoğu’da bir başına kalacağı günlerin kabusuna hazırlanmalıdır.
[i] Sinan TAVUKCU, “Aksa Tufanı: ABD’nin Bir Saldırıda Çöken Entegrasyon Modeli”