Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Zamanın Ruhu, Demokrasi ve Medeniyet İnşası

Tevfik ERDEM
04 Mart 2019 10:18
A-
A+

Bu yazı, Türk siyasal hayatının yakın tarihi üzerinde yoğunlaşıp, dönemine göre oldukça farklı bir bakış açısıyla yazılmış bir eser üzerinden Türkiye’de demokrasi algısını kısaca değerlendirmeyi denemektedir.

Kemal Karpat’ın Türk Demokrasi Tarihi adlı eseri, Türkiye’nin yakın dönem siyasi ve sosyo-kültürel tarihine tarafsız gözle bakıp, tarihe ışık tutan bir eser olarak dikkat çekmektedir. İlk baskısı 1960 darbesinden önce (1959 yılında) yapılmıştır. Karpat bu eserin 2010 tarihli yenilenen baskısına uzunca bir önsöz yazar, bu önsöz değil aslında demokrasi ekseninde bugüne dair bir değerlendirmedir. 2010’lu yıllar Karpat’ın eserlerinin İngilizceden Türkçeye çevirilerinin adeta bir furyaya döndüğü yıllardır. Karpat Türk düşünce dünyası tarafından keşfedilmiş ve okuyucu bu eserlerde bir bilgi deryasıyla karşılaşıp doymak bilmemiştir ki eserler peş peşe yayımlanmıştır. Eserleri şimdi bu kadar rağbet görmesine rağmen Karpat, Türkiye’deki üniversitelerde (ODTÜ; Bilkent, Ankara Üniversiteleri) üç kez misafir öğretim üyeliği yapmış ama her seferinde sözleşmesi yenilenmemiş ve ABD’ye dönmüştür. Karpat bu durumu, “Türkiye’de akademi farklı seslere alışık değil” şeklinde açıklar. Eğer Karpat yakın dönemde aynı üniversitelerde görev yapmış olsaydı değişen siyasi ve akademik iklim belki onu çok mutlu edecekti. Çünkü uzun Önsöz’de belirttiği gibi Türkiye oldukça değişmişti. Karpat’ın Türk Demokrasi Tarihi adlı eseri aslında Bernard Lewis’in ‘Modern Türkiye’nin Doğuşu’ ile Eric J. Zürcher’in ‘Modernleşen Türkiye’nin Tarihi’ adlı çalışmaları ayarında hatta yerli bakış açısıyla onları aşan bir eser. Bu eserlerde bulduğunuz tadı, kıvamı Feroz Ahmad’da ya da liseler için İnkılap Tarihi dersi müfredatı tarzında yazılmış diğer eserlerde bulmak mümkün değil.

Karpat eserde, demokrasinin ne olduğunu ve Türkiye’de demokrasinin gelişim seyrinde onu etkileyen, biçimlendiren unsurların neler olduğunu hatırlatıyor: “En geniş anlamıyla demokrasi; insanı özgürleştirerek ona kişiliğini, kimliğini ve toplum içindeki yerini serbest iradesiyle belirleme imkânı verir. Böylece özgürleşen kişi, her bakımdan daha verimli, dengeli ve kendisi, toplumu ve dünya ile barışık bir hayat sürer[1]”. Demokrasiyi özgürlük (hürriyet) ve kimlikle ilişkilendiren Karpat aynı zamanda mobil bir topluma yani bireylerin sosyal hareketliliğin yoğun olduğu bir açık topluma işaret ederek daha sonra demokrasiyle ilişkilendireceği orta sınıf ve orta sınıflı toplumlara işaret eder. Demokrasinin temeli olarak hürriyet kişinin yaşam tarzını (geleneksel ya da modern) dilediği gibi yaşayabilmesidir. “Demokrasi, hürriyetin bir sonucu ve onun koruyucusudur[2]”. Ayrıca demokrasinin özgürlükle ilişkilendirilmesi hem bireysel hem de toplumsal uyum ve verimliliğin temel şartı olarak kabul edilir. Dikkat edilirse Karpat demokrasinin temel nitelikleri olan birbiriyle rekabet eden partiler, eşit değere sahip oy, özgür seçim, çoğunluğun iktidarı, azınlığın korunması, seçimlerin belli aralıklarla yenilenmesi diye başlamıyor, özgürlükle başlıyor kimlikle devam ediyor. Belki de eğer özgürlük temelli olmazsa seçimlerin, oyların eşdeğerliliğinin vb. sadece sözde kalabileceğini söylüyor. Kaldı ki otoriter rejimlerde yapılan (sözde) seçimlerde iktidarı elinde bulunduranların her seferinde çok yüksek oranlarla rejimlerini devam ettirdikleri görülür ancak bu rejimlerin de (meydana gelebilecek olaylarla ya da bu zamana kadar gelmiş olay örneklerinde görüldüğü gibi)  meşruiyetinin olmadığı açıktır.

Karpat demokrasinin ortaya çıkışını endüstrileşmeyle, şehirleşmeyle, yeni düşünce akımı ve ideolojilerin gelişmesiyle ama esas olarak da orta sınıfların gelişim-genişleme seyriyle açıklar bu izahı Türk demokrasi tarihi için de geliştirir. Burada adeta Barrington Moore konuşmakta gibidir. Onun meşhur eseri, “Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri”nde dile getirdiği demokrasi ve burjuva (orta sınıf) arasındaki kaçınılmaz ilişki Karpat’ta da görülür. Demokrasinin gelişmesi orta sınıflar ve akılcılıkla ilişkilidir. Akılcılık, modernitenin önemli sacayaklarından biri olan Aydınlanma düşüncesinin bir ürünüdür ve meşhur Alman filozof I. Kant’ın vurguladığı gibi, insan özgürleşmesinin yani geleneksel otoritelerden, onların zincirlerinden kurtulmasını ifade eder. Demokrasi, modernite ve Aydınlanma arasındaki bu ilişkinin ortaklığı geleneksel hâkimiyet (ilahi kökenli hâkimiyet), geleneksel aidiyet (kilise kökenli aidiyet) ve geleneksel bilgi kaynağında (kilisenin temsil ettiği dini bilgi) meydana gelen eksen kaymasıyla ilgilidir. Özellikle Fransız Devrimi sonrası ortaya çıkan ve ‘köklerini halktan almayan hiçbir gücün meşruiyete sahip olmayacağı’ görüşü; kilise aidiyetinin yerini bir ulusa ait olma düşüncesinin alması; insanın akıl ilkeleri dışında hiçbir bilgiye özellikle dini eksenli (metafizik) bilgiye itibar etmemesi gerektiğine dair akılcı ilkenin gelişmesi ile birlikte seküler eksen kaymasının sonucu olan modern dönem oluşmuştur. Bu oluşum süreci Batı medeniyetine özgüdür ve dünyanın hiçbir yerinde süreç asla benzer bir biçimde işlememiştir. Demokrasinin, sivil toplumun ya da kapitalizmin gelişim seyri hep bu Avrupa (ya da Batı) ekseni üzerinden işler ve benzer süreçleri yaşamayan toplumlara ithal edilir.

Karpat, Türkiye’de devlet ve demokrasinin kökleri ve felsefi temelleri üzerinde değerlendirme yaparken, geçmişin iyi bir okumasını yapmanın araştırmacıya avantaj sağladığını belirtir. Farklı İslam milletleri ile Türkler arasındaki farklılığı hürriyet kavramı üzerinden işleyerek hürriyet düşüncesinin göçebe Oğuz aşiretlerinin bir parçası olduğunu belirtir. Aynı şekilde İslam düşüncesinin özünde de bireysel hak ve hürriyetin, eşitliğin ve adaletin olduğu, insanın aklıyla harekete ettiği takdirde hakikate, doğru yola ulaşacağı düşüncesinden hareketle demokrasi ve İslam arasında bir bağlantı kurmaya çalışır. Karpat, demokrasiyle İslam dininin çatışmadığını şöyle izah eder: “İslam’ın insan hayatına, eşitliğe ve adalete birinci derecede önem verdiği düşünülürse ve bu gibi özelliklerin demokrasinin ruhunda yer ettiği göz önünde tutulursa, demokrasi ile dinin çatışmadığı anlaşılır[3].” Karpat devamla İslam’da bulunan kimi kurum ve işleyiş organları ve aktörlerin örneğin, şura (meclis-kurul), meşveret (danışma-tartışma), icma (ulemanın düşünce birliği ve bunun mutlak doğruluğu) ve cumhur yani halk’ın modern demokrasiyle uyumluluk gösterdiğini belirtir. Benzer bir durum rahmetli C. Meriç’te eşitlik ve özgürlüğün İslam ve demokrasi arasındaki ilişkisi ele alınarak dile getirilir: “Demokrasinin ta kendisidir İslamiyet. Ama Batı'nınkinden çok başka bir ruh ikliminde gelişen, çok başka umdelere dayanan bir demokrasi[4].”

Kendi tarihi köklerimizde modern kavramlara dair izler bulmak niye bu kadar önemli? Sadece demokrasi için değil sivil toplum için de kavramın itibarından kendimize pay çıkarma adına tarihimizde sivil toplum örnekleri ve hatta sivil toplum öncüleri bulmaya çalışmanın arkasında yatan sebep nedir? Batılı bir kavramla ya da teoriyle temas kurmadan kendi düşüncelerimizi inşa edememenin eksikliği mi yoksa Tanzimat’la başlayan kenarda kalmanın getirdiği eziklik mi? Yoksa dünyanın merkezi orası (Batı), kendimizi ona göre ayarlamak zorundayız bu küresel bir gerçektir, kaçış yoktur düşüncesindeki teslimiyet mi?

Kuru ve temelsiz bir hamaset bu soruların cevabını vermek için yeterli değildir bu yüzden tarihi bir medeniyetin epistemik köklerine yapılacak bir yolculukla bu güne kadar yapılan hatalardan dersler çıkararak tarihi ve medeni bir duruş ortaya koyacak bilginin üretimi, yukarıdaki sorulara verilecek cevaplar için ciddi bir destek sunacaktır. Bunları söylerken niyetlenilen, Karpat’ın demokrasiye yaptığı övgülere ya da Rahmetli Meriç’in özgün üslubuyla yaptığı değerlendirmeye yönelik olarak onlara yapılan bir eleştiri değildir ki bu tür bir eleştiri yazarın haddi de değildir. Debray’ın sözünden hareketle zamanın ruhunun yazarları nasıl etkilediğine, inceledikleri ele aldıkları kavramlara yönelik bakışa açılarına hatta o kavramı tercih etme nedenlerine dair bir imadır yapılmak istenen.

Fransız sosyalist Regis Debray’ın meşhur sözü bu ruh halini ve zamanın ruhunu (zeitgeist) ifade etmekte gibidir: “Her devrin kendi putları vardır. Bugün bizim putlarımız “insan hakları”, “Avrupa”, “sivil toplum” ve “hukuk devleti”dir (iyi bir şey). Demokrasi bu iri kelimelerin en büyüğü…[5]”. Demokrasinin cazibesi onun bünyesinde taşıdığı tüm eleştirilere (Schumpeter’den C. Schmit’e oradan R.Dahl’a) rağmen kabul görmesidir. Bu kabulü Winston Churchill’in II. Dünya Savaşı’nı demokrasiyle yönetilen ülkelerin kazanması sonrasında demokrasiye yönelik övgülerin arttığı bir dönemde söylediği, “Demokrasi en kötü yönetim biçimidir, bu zamana kadar görülen bütün yönetim şekilleri dışarda bırakılırsa…” ifadesinde görmek mümkündür. Demokrasiye yönelik bu övgünün arkasında Avrupa’da karşılaşılan totaliter rejimleri ve bunların uygulamalarını görmek mümkündür. II. Dünya Savaşı sonrası demokrasinin zaferi tüm dünyada yansımalar bulmuştur ki bunlardan nasibini alan ülkelerden biri de Türkiye’dir. Türk siyasal hayatının çok partili sürece doğru evrilmesinin arkasında bir yandan CHP’nin izlediği baskıcı politikalar ve muhalefet eksikliği gelmekteyken diğer yanda otoriter rejimlerin Batı dünyasına girebilmeleri için gereken rejim değişikliği gelmekteydi. Türk siyasa hayatında dönem dönem belli rejimlere yönelik öykünme (örneğin 1930’larda faşizme yönelik öykünme) artık yerini demokrasiye bırakacaktır. Farklı siyasi ideolojiler bir şekilde demokrasiyle olan bağlarını kuvvetlendirecek söylem arayışlarına gireceklerdir. Sosyalizm ve demokrasi arasındaki ilişki sosyal demokrasiyi ortaya çıkaracakken İslam dünyasında, İslam ve demokrasi arasındaki ilişki de irdelenerek bir bağlantı noktası tesis edilmeye çalışılacaktır. İslam’ın demokrasiyle olan bu münasebetinde Müslümanlar bir savunma refleksi içinde hareket edip, kendi medeniyet dairelerinde demokrasiye eşlik edecek örnekler aradıklarında aksiyoner değil reaksiyoner olacaklardır. Bu durumda kendi özgün değerlerinin, kendi tarihi, ekonomik ve kültürel temellerinin dışında bir inşaya giriştiklerinde kendinde olmayan bir şey inşa etmiş olacaklardır oysa esas olan diğer medeniyetlerden iyi ve yararlı olanı alıp kendi medeniyet değerleriyle bunları harmanlayarak geleceğe dair bir inşa çabası içine girmektir.

 


 

[1] Karpat, Kemal (2010), Türk Demokrasi Tarihi, Timaş, İstanbul, s.9.

[2] Karpat 2010:17

[3] Karpat 2010:28

[4] Meriç, Cemil (2005), Bu Ülke, 25. Baskı, İletişim, İstanbul. s.174

[5] Debray, Regis (1997), Cumhuriyetçi misiniz, Demokrat mı?, Türkiye Günlüğü (çev. A. Arslan), sayı:47, ss. 16-27, s.16-17.