Bilgi gerçek hayata uygulandığı zaman bir anlam ifade eder. Strateji ise bilginin günlük yaşama uyarlanmasıdır. Bir düşünme yöntemi olarak stratejiyi; yaşanan olaylar arasındaki ilişkileri kavrama, düzenleme ve böylece belirsizlikleri azaltarak amaca ulaşma yolundaki engelleri kaldırma olarak tanımlayabiliriz (Alpar, 2015:33). Birey ve devletler için birinci esas rasyonel olmaktır. Rasyonel olmanın usulü ise sistemin işleyişi doğrultusunda son derece itibar edilen “bilimsel çalışmalar” suretiyle elde edilebilecektir (Kafkasyalı, 17 Mayıs 2020). Bilimsellik, yaşananı somutlaştırma yanında, zaman ve mekân çerçevesinde karşılaştırarak kavramsallaştırmaktır. Bu açıdan bakıldığında ise Libya’nın stratejik önemi ve Türkiye ile bağları anlaşılmadan, konuya yüzeysel ve basit açıklamalar getirmek bizleri son derece hatalı sonuçlara götürecektir. Türkiye’nin neden Libya’da olduğu ve olması gerektiği de ancak bu şekilde anlaşılabilir.
Devletlerin politikalarını coğrafyaları belirler (Gönev,1993:6, Flint,2006:3). Libya ve bulunduğu coğrafya sadece günümüzde değil, tarih boyunca stratejik bir öneme sahip olmuştur. Tarihi çok eskilere dayanan bölge büyük güçlerin de mücadele alanıydı. Bölgenin bilinen ilk önemli güçlerinden olan Kartacalılar, Akdeniz’i ve ticaret yollarını kontrolleri altında tutuyordu. Latin dünyası bu bölgeye “kendilerinden olmayan” manasına gelen “Barbari” ismini vermişti.
Antik dönemde Libya, Kartaca’nın bir bölgesiydi. Kartacalı General Hannibal (MÖ 247- MÖ 183) askeri stratejinin “babası” olarak da bilinir. Mezarının, adına anıt yapılan Türkiye’nin Gebze ilçesinde olduğu tahmin ediliyor. Hannibal, eğer Kartaca Senatosu onun giderek artan ününden çekinerek ondan desteğini çekmeseydi, neredeyse Roma’yı ele geçiriyordu. Roma ele geçirilemeyince, savaşı Afrika’ya taşıyan Romalılar, Kartaca’yı ele geçirerek tek bir iz kalmayacak şekilde dümdüz ettiler. Ancak bölge halkı uzun süre Romalılara direndi. Bu yüzden Romalılar sahil kesimlerde kontrolü sağlamasına rağmen iç bölgelere tam anlamı ile nüfuz edemedi. Kartaca medeniyeti ise Yunan ve Roma kültürlerine önemli katkılar sağladı.
Sicilya adası ile Afrika kıtası arası sadece 60 kilometreydi. Bundan sonraki dönemlerde de bu bölge, hem Batı Akdeniz’i hem de Doğu Akdeniz’i kontrol eden bir alan olma yanında, Afrika’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan ise Afrika’ya yapılacak seferler için önemli olmaya devam edecekti. Geçmişin yıkıntılarının bugünlerin uyarıcısı olduğunu bilmemek ise felaketler getirecektir.
Bölgenin elde bulundurulması Avrupa üzerinde stratejik bir kontrol manasına da geliyor. Hz. Ömer döneminde bu bölgeye giren Müslümanlar, Bizans kuvvetlerini de yenilgiye uğratarak Okyanusa kadar olan bölgeyi kontrol ettiler. Bizans ile yapılan savaşlar esnasında, Bizans İmparatoru II. Justinianos (669-711)’un bu bölgeye İstanbul’dan donanmayla yardım göndermesi fetihleri bir süre geciktirmişti. Berberilerin kontrol edilmesinde ise Müslümanların hoşgörülü politikalarının büyük payı vardı. Bundan sonra da İstanbul-Kuzey Afrika ekseni ve deniz bağlantısı her dönemde önemini muhafaza edecektir.
Kuzey Afrika’nın elde bulundurulması İspanya’nın ele geçirilmesi manasına da geliyordu. Kuzey Afrika’da kontrolün sağlanmasından kısa bir süre sonra, 710 yılında keşif birlikleri ile başlayan akınlar neticesi Müslümanlar, Fransa içlerine kadar ulaştılar ve Avrupa’da neredeyse 800 yıl sürecek Endülüs Medeniyetini oluşturdular. Endülüs coğrafyası bugünkü Portekiz’in tamamını, İspanya’nın %95’ini, Fransa’nın ise 1/7’sini kapsıyordu.
İngiliz tarihçi Toynbee, Türklerin merkezi konumları nedeniyle doğudan batıya, güneyden kuzeye farklı medeniyetler arasında bağlantıyı sağladığından bahseder (Toynbee:1988). Bu bağlamda Türkler Afrika ile de kuvvetli bağlar oluşturmuştu. Kuzey Afrika, Akdeniz’in tamamını kontrol eden stratejik bir bölgedir. Bu stratejik önemine binaen 1500’lü yıllarda Osmanlı Devleti, Kuzey Afrika’da hakimiyet kurmayı başardı ve İspanya öncülüğünde Kuzey Afrika’nın ele geçirilmesine yönelik Haçlı Seferlerini durdurdu. Bu dönemde Anadolu’dan gelerek Libya, Tunus ve Cezayir’e yerleşen Türk denizciler, bölgedeki yerlilerle kaynaşarak “Kuloğlu” denilen ve sayıları milyonlara ulaşan bir nesli oluşturdular. Bu nesil bugün dahi bu bölgelerin savunulmasında ve kalkınmasında önemli katkılarda bulunuyor ve bölge ile Türkiye arasında bağları oluşturuyor.
Bölgenin diğer bir stratejik önemi de Afrika’nın her yanına açılıma imkân veren konumudur. Afrika’nın kuzeyinde ve Akdeniz kıyısında yer alan Libya ise; Mısır, Cezayir, Tunus, Nijer, Çad ve Sudan ile çevrili ve bölgenin stratejik açıdan en önemli ülkelerinden birisi. Öyle ki, Mısır yoluyla Süveyş Kanalına, Sudan yoluyla Kızıldeniz’e, Çad ve Nijer yoluyla da Afrika kıtasının içlerine açılıyor. Geçmişte bu yollar vasıtasıyla İslamiyet Afrika derinliklerinde yayılma imkânı bulmuş ve ticaret bu yollar üzerinden gelişmişti. Günümüzde de bu durum geçerliliğini korumaktadır.
Osmanlı donanmasının Navarin’de hile ile yok edilmesinden sonra, korumasız kalan Kuzey Afrika bölgesi sömürgeci güçlerin hedefi oldu ve bugüne kadar birçok acılar yaşadı. Buna Libya’da dâhildi. Bugün 6 trilyon doları aşan hidrokarbon rezervleri yanında stratejik konumu ile Libya, sömürgeci ülkelerin iştahını kabartmaya devam ediyor. Ülke üzerinde ilgili ilgisiz o kadar çok emeli olan ülke var ki, çıkarları çatıştığından birbiriyle doğrudan çatışmamak adına üçüncü taraflar vasıtasıyla vekâlet savaşlarını tercih ediyorlar (Tan:2019).
Bu kirli savaşta ellerinde, Libya gerçekleriyle ilgisi olmayan, ancak herkesin bir bedel karşılığında kullanabileceği bir aktör de var: Halife Hafter. Hafter, Libya halkına ait olanı elinden kapmaya ve Libyalıları köleleştirmeye çalışanlara hizmet etmek için özel olarak yetiştirildi ve sahaya sürüldü. Libya’da tam istikrar sağlanacakken ortaya çıkarılan bu kukla aktör kendisine söylenenleri yerine getiriyor ve Libya’daki istikrarın önündeki en önemli engel.
Libya ve civarındaki coğrafya, tarih boyunca Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu Merkez Bölge’nin anahtarlarından birisi olmuştur. Bu bölgede hâkim olan güçler sadece buradaki kaynakları değil, Doğu Akdeniz’deki zengin kaynakları da kontrol eder.
Gerçekten de Libya, bu bölgedeki birçok dengenin anahtarıdır. Bunun yanında Suriye de yıllardır yaşanan sorun bile doğrudan Libya ile alakalıdır ve Libya istikrara kavuştuğu anda Suriye’de de istikrar sağlanacaktır. Hafter’in geriletilmeye başladığı andan itibaren Yunanistan ve İsrail’in, “kuşatılıyoruz” diyerek bağırmaya başlaması bu sebepten dolayıdır. Daha önce Hafter’e silah ve cephane gönderilmesine ve Rus paralı askerleri başta olmak üzere, Suriye ve Afrika’dan kim olduğu belirsiz silahlı askerlere ve Hafter’in sivillere yaptığı katliamlara ses çıkarmayanların, bölgede Hafter’in yenilgileri ve çekilmeye başlamasından sonra telaş içinde yaptıkları ateşkes çağrıları değerlendirildiğinde, kimlerin Libya’nın kan gölüne dönmesinden yarar umduğu ve Hafter’in arkasındaki asıl güç oldukları kolayca anlaşılabilir. Bu anlamda, Hafter’in yenilmeye başlamasından sonra, ABD Trablus Büyükelçisi Norland, “Rus askerlerin bölgeden çekilmesi gerektiği”ni ifade ederken diğer taraftan ABD Dışişleri Bakanı Pompei’nin Libya Başbakanı Serrac ile yaptığı telefon görüşmesinde “tek çözümün Berlin Konferansı’na uygun siyasi bir yol haritasından geçtiği”ni hatırlatarak, Hafter lehine ateşkes teklifinde bulunmasını iyi değerlendirmek gerekiyor. Aynı şekilde Hafter’in, “anlaşmalara ve uluslararası hukuka aykırı bir şekilde” aylardır sivillere yönelik roket saldırısı karşısında sesi çıkmayan BM yönetiminin, Hafter’in yenilmeye başlaması ile panik içinde Sözcü Stephane Dujarric aracılığı ile “çatışmaları durdurun, insansız hava araçları Libya’ya barış getirmez” açıklamasında bulunması da bu kuruluşların kimin elinde ne hale düştüğünün en önemli göstergesi.
İşte bu destek yüzünden Hafter, cesaretle Libya’da sivilleri katletmeye ve savaş suçu işlemeye devam ediyor. Yine bu yüzden BAE, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) yayımladığı Libya Raporu’nda yer aldığı şekilde, kendi envanterine diğer ülkelerden temin ettiği ağır ve stratejik silahları adeta bir servet harcayarak Hafter’e yollamaya devam ediyor. Sudanlı “Cancavid milisleri” ile Rus “Wagner” şirketi paralı askerleri ve Çadlı silahlı isyancılar başta olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinden gelerek Libya’da meşru hükümete karşı savaşan paralı askerlerin maaşları da BAE tarafından ödeniyor. Uluslararası Stockholm Barış Enstitüsü (SIPRI) raporuna göre BAE, son 5 yıllık ortalamada “dünyada en fazla silah ithal eden 8. ülke” konumunda. Sadece silaha sahip olmak değil, bunları idame ettirebilmek, lojistiğini sağlamak ve sahada özelliklerine uygun kullanabilmek de önemli. Oysa BAE’nin satın aldığı silahlar standart olmayıp, değişik ülkelerden ve değişik kaynaklardan. İç politikada BAE’nin bu tutumu, “hiçbir getirisi olmayan alanlarda saldırgan ve müdahaleci dış siyaset uğruna kaynakların heba edildiği” gerekçesi ile eleştiriliyor. 10 milyonu bile bulmayan nüfusunun ancak yüzde 15’i BAE vatandaşı olan bu küçük ülkenin kaynaklarını bu şekilde sorumsuzca harcayarak; Suriye’de, Doğu Akdeniz’de ve Hint Okyanusundaki ittifaklarda yer alması ve Libya’da meşru hükümeti devirmek için Hafter’e destek vermesinin arkasında neler olduğunu da iyi değerlendirmek gerekiyor.
Paravan şirketler kuran ve sivil halka karşı açıkça savaş suçu işleyen BAE’lerinin uluslararası hukuka aykırı bu faaliyetlerinin ve sorumlularının bu suçlarından dolayı yakın bir gelecekte birçok sorunla karşı karşıya geleceği de açıkça ortada.
Burada vurgulanması gereken başka bir konu ise teknoloji ve insan gücünün niteliği. Savaş kültürü ile bilgelik bir araya gelince savaş sanata ve zafere dönüşür. Ne BAE ne de Hafter güçlerinde olmayan da bu. Hafter’in elde ettiği ve nasıl kullanacağını ve nereye yerleştireceğini dahi bilmediği silahları orada burada dolaşırken havadan vuruluyor.
Rusların Libya’daki durumu ise ilginç gözüküyor. ABD’nin yaptığı uygulamalara özenerek, sözde özel askeri şirketler ve paralı askerlerle vekâlet savaşlarına giren Ruslar, başlangıçta Suriye rejimini kullanarak kolay bir şekilde yüzyıllardır hayalini kurduğu şekilde sıcak denizlere inmişti. Bu bölge ülkeleri yanında, Batı Dünyası için de yüzyıllardır kurulan dengelerin bozulması adına tam bir şoktu. Rusların bunun da ötesine geçerek, Libya’daki duruma müdahil olması ise daha büyük bir şok oldu.
Rusların Libya’da bulunuşu; Avrupa’nın sadece doğudan değil, güneyden de kuşatılması manasına geliyordu. Bu durum ABD yanında başta İtalya olmak üzere birçok ülkeyi tedirgin etmeye yetti. Gerçekte durum “Soğuk Savaş” döneminden bile kötü hale gelmişti. Zaten Libya’daki istikrarsızlığın Avrupa’ya olumsuz bir şekilde yansıyacağı biliniyordu ancak Rus müdahalesi bu durumu daha işin içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Tepkilerin giderek daha da artacağını ve Rusların böylesi stratejik bir bölgede yayılmasına o kadar da kolay izin verilmeyeceği ortada. İtalya yanında Malta gibi ülkelerin de tutumunda değişmeler yaşanıyor. Malta’nın Libya’ya yönelik İrini operasyonundan çekilmesi ise kırılmanın başka bir boyuttaki göstergesi.
Hafter, Libya’daki bir boşluktan istifade ile kolay bir ilerleyiş ve hak etmediği bir ün kazanmıştı. Herkesin bir piyona ihtiyacı vardı ve Hafter bu rolü oynamaya hazırdı. Meşru olmadığı halde, değişik konferans ve toplantılara çağrılması ise başını döndürmeye yetti. Bu yüzden de ateşkes anlaşmalarına rağmen arkasındaki güçlere güvenerek fütursuz bir şekilde “Meşru Hükümete” ve “sivillere” yönelik saldırıya geçmekte bir tereddüt göstermedi. Bu silahları nasıl aldığını ise kimse denetlemedi. Oysa ele geçen silahlardan uluslararası hukuka aykırı bu silahları teslim edenler çok belli.
Diğer taraftan meşru Libya Ulusal Mutabakat Hükümet güçleri kendi vatanlarını ve ailelerini koruyordu ve dünyanın en derin savaş tecrübesine ve askerlik kültürüne sahip Türklerden aldığı eğitimle, giderek daha profesyonel bir nitelik kazanıyordu. Bunun sonuçları da kısa sürede görülmeye başladı. Devam eden operasyonlarda, meşru hükümet güçlerinin tecrübe ve bilgi birikimleri ile profesyonel bir şekilde Hafter güçlerinin can alıcı bağlantılarını yok edecek kritik noktalara yoğunlaştığı anlaşılıyor.
Değişik bölgelerden topladığı derme çatma kuvvetlerle ve Rus Wagner paralı askerleri ile yine birçok ülkeye ait karışık ve lojistik desteği oldukça zor silahlarla sivillere saldıran ve bir şeyler yapmaya çalışan Hafter güçleri, ülkenin batısındaki en stratejik askeri nokta olan Vatiyye Hava Üssü’nü bütün silah ve cephaneleriyle beraber kaybetmelerinden sonra tamamen dağıldı. Hava gücü yanında hava savunma sistemleri de çöktü ve Meşru Libya Hükümet güçleri artık her yerde ilerliyor. Her ne kadar Hafter güçleri kendi istekleri ile çekildiklerini söyleseler de artık ellerindeki stratejik noktaları birer birer kaybederek çekilişe geçtiklerini bütün dünya kadar Libyalılar da açıkça görüyor. Şüphesiz Hafter’i destekleyen karanlık güçler mümkün olduğu kadar Hafter’i ayakta tutmaya devam edecekler ve aldığı destekle Hafter bir süre daha sivil hedeflere yönelik küçük çaplı katliamlarını sürdürecektir ancak artık uzun vadede kazanması mümkün değil.
Küçük başarılarla büyük bir güç algısı yaratan ve böylece siyasi güç kazanan Hafter’in algısı tamamen çöktü. Libya Başkanlık Konseyi Üyesi Ammari’nin, ülkenin doğusuna sıkışan gayrimeşru Hafter’in sonunun geldiğini açıklaması bunu çok güzel özetliyor. Hafter’in etrafında oluşan yapay güçler bir bir ondan uzaklaşıyor. Örneğin; Sirte kentinin Hafter güçlerince ele geçirilmesinden sonra burada Hafter’ katılan Kaddafi yanlısı aşiretler son kayıplarından sonra Hafter’i eleştirmeye başladı. Kaddafi yanlısı Cemahiriye” gazetesi Hafter’i dış güçlerin planlarını Libya’da uygulayan kişi olarak gösterdi. Bunun yanında onu savaş alanlarına yıllarca uğramadan, Libyalıların kanı pahasına lüks evlerde, ticari ve siyasi anlaşmalar yapmakla suçladılar. Bu ise Hafter’in güce dayalı olarak elde ettiği desteğin giderek kaybolması manasına geliyor.
Hafter güçlerinin artık ülkenin Batısında ve Güneyinde bulunması zor. Ülkede “Meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti” ve “isyancı Hafter güçleri” dışında, kazanan tarafa katılacak, kabilelerden oluşan “üçüncü bir güç” daha var ki, bu gücün de artık daha çok meşru hükümetin yanında yer alacağı anlaşılıyor. Bu aşamadan sonra meşru hükümet güçlerinin büyük moral kazandığı, güneye ve batıya doğru istikrarı sağlamaya devam edeceği de anlaşılıyor. Güneyde doğal kaynakların bulunduğu ve Afrika içlerine açılımı sağlayan Fizan (Fezzan) gibi bölgelere el atılmasını müteakip, güneydeki kabilelerinde katılımı ile Hafter güçlerinin güneyden de sıkıştırılması ve Sudan sınırına ulaşılması söz konusu olacaktır. Bu aynı zamanda Mısır’ın da güneyine ulaşmak anlamına geliyor.
Berlin Konferansından bu yana, aylardır BM Güvenlik Konseyinde de karar haline gelen ateşkes çağrılarına virüs salgınına rağmen uymayan Hafter artık tek taraflı ateşkes çağrılarında bulunuyor. Amacı ise biraz toparlanıp kendisini destekleyen ülkelerden kaynak bulmak. Ancak giderek gücü zayıflayan Hafter’in, ekonomik kaynakları da giderek azalıyor ve aldıklarının karşılığını vermekte zorlanıyor. Özellikle bütün dünyanın ekonomik bir krizi yaşadığı bu dönemde artık kimse geri dönüşü olmayan alanlarda maceraya atılarak kaynaklarını harcamak istemiyor. Hafter’in bundan sonraki süreçte dışarıdan destek sağlaması da giderek daha zor olacak.
Sonuç olarak, ülkelerin bulundukları coğrafyada, sahip oldukları milli güç unsurları ile orantılı olarak, çevrelerinde barış kuşakları oluşturmaları kadar doğal bir şey olamaz. Bu bakımdan Kuzey Afrika coğrafyası ile Anadolu coğrafyasının tarihsel bağının iyi tespit edilmesi ve bunun dış politikaya yansıtılması oldukça önemli. Bu bağlantının sağlanamadığı dönemlerde Anadolu coğrafyasının tam olarak güvende olmadığı görülmüştür. Doğu Akdeniz ve Suriye’deki istikrar bile doğrudan bu coğrafya ile bağlantılıdır. Kaldı ki Türkiye’nin bu bölge ile tarihi, kültürel, dini ve her şeyden önemlisi gönül bağı vardır. Bu bölge ve çevresi ile bölgedeki kaynaklar bu bölgede yaşayanlara aittir. Hafter’in desteklenmesinde olduğu gibi, bölge dışından müdahaleler bu bölgeyi istikrarsızlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Bu bölgelerin istikrarsızlığı Türkiye’nin istikrarsızlığı, mutluluğu ve refahı Türkiye’nin refah ve mutluluğudur. Türkiye’nin tarihi, dini ve kültürel olarak gönül bağının bulunduğu bu coğrafyaya karşı ilgisiz kalması beklenemez ve zaten böyle bir ihtimal stratejik açıdan geleceğe yönelik uzun yıllar giderilemeyecek çok büyük bir hata olur. Bu bakımdan Türkiye’nin, Libya’nın meşru hükümet güçlerine, uluslararası anlaşmalar çerçevesinde, destek sağlayarak ülkenin bir an önce istikrara kavuşmasına yardım etmesi kadar doğal bir şey olamaz. Bu stratejik açıdan jeopolitik bir gereklilik olduğu kadar aynı zamanda insani bir sorumluluktur.
Kaynaklar:
Alpar, Güray. (2015). Strateji ve Savaş Kültürünün Gelişimi, Palet Yayınları: Konya.
Flint, Colin. (2006). Introduction to Geopolitics, Routledge: New York.
Göney, Suat. (1993). Siyasi Coğrafya, Cilt 2, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1993.
Johanson, Lars. Türk Dünyasının Sınırları: Türk Dünyasının Gelişmesinde Bağlayıcı ve Ayırıcı Unsurlar, Çev. Nurettin Demir, Türkbilig, 2001/2.
Kafkasyalı, Muhammed Savaş. (17 Mayıs 2020). “Değer ve Çakma”, sde.org.tr, Alıntı Tarihi: 23 Mayıs 2020.
Tan, Alper. (14 Şubat 2019). ABD’nin Yeni “Vekalet Savaş” Yöntemi, www. sde.org.tr, Alıntı Tarihi: 22 Mayıs 2020.
Tezkan, Yılmaz. (2005). Jeopolitikten Milli Güvenliğe, Ülke Kitapları: İstanbul.
Toynbee, Arnold. (1988). Medeniyetler Yargılanıyor, Çev. Ufuk Uyan, İşaret Yayınları: İstanbul.