ABD’nin Afganistan’da güce dayalı olarak hakimiyet sağlama çabalarının hiçbir sonuç vermediği görüldü. Sovyetler Birliğinin yıllar önce bu ülkede yaşadıklarını dikkate almayarak, büyük bir özgüvenle bölgeye giren ABD, Afganistan’da ağır kayıplar verdi ve yıllar sonra geri çekilmek zorunda kaldı. Bu ABD için sadece bir geri çekiliş değil aynı zamanda dünyadaki tek güç olma konumunu kaybetmeye başladığının da açık bir işaretiydi. Zaten bu çekilişin asıl nedeni, yansıtılmaya çalışıldığı gibi isteğe bağlı normal bir geri çekilişten daha çok, başarısızlık ve kayıpların kabul edilebilir olmanın çok ötesine geçmesiydi.
ABD’nin bu geri çekilişini, yıllardır terörist olarak nitelediği Taliban Örgütü ile müzakere ederek gerçekleştirmesi de işin başka bir boyutuydu. Bu konuda girişimler 2011 yılında başlatılmış ve o günden sonra yapılan diğer girişimler de Taliban’ın Amerikan isteklerini kabul etmemesi nedeniyle sonuca ulaşmamıştı. Bu toplantılardan en önemlisi, ABD ile Taliban temsilcilerinin 2019 yılı şubat ayında Doha’da ilk kez barış görüşmeleri için bir araya gelmesiydi. Bütün bu dönemlerde Taliban’ın ABD’ye karşı psikolojik bir üstünlük sağladığı zaten açıkça görülüyordu.
ABD bölgeden çekilirken muhtemel düşüncesi, yıllardır eğittiği ve sayıları oldukça fazla olan güvenlik güçlerinin güçlü bir direnişi ile ülkenin yıllarca sürecek bir iç savaş içine girmesiydi. Ancak Taliban güçleri ABD’nin bu bölgeden ayrılmasından sonra hızlı bir ilerleme kaydetmeye başladı. Bunun ilk nedeni ABD işgalinin halkta kabul görmemesi olarak yorumlanabilir. Zaten Taliban’dan sayıca ve silahlı güç olarak üstün Afgan güçlerinin çok zayıf bir direniş gösterdiği, hatta bazen hiç direnmediği görülmektedir. İkinci neden ise zaten işgal sırasında sivillerin ayırım gözetmeksizin saldırılara maruz kalmasının ardından, iç çatışmalarla daha fazla sivilin zarar görmemesi düşüncesidir. Afganistan’da yürütülen işgal harekâtı sırasında çoğu zaman sivil halkın, başta kadın ve çocuklar olmak üzere hiçbir ayırıma tabi tutulmadan ağır silahlarla saldırılara maruz kaldığı belgelenmiştir. Önemli nedenlerden bir tanesi de daha önceki tecrübelerden kaynaklanan Taliban’ın uygulamalarının yarattığı korkudur. Nitekim ağır silahlara sahip olmayan Taliban güçleri motosikletler ve sivil araçlarla birçok bölgeyi kolayca ele geçirebilmektedir. Kısaca bu hızlı ilerlemelerin Taliban’ın gücünden kaynaklandığı söylenemez ve Taliban’da bunu bu şekilde yorumlarsa büyük bir hataya düşer.
Asıl konu Afganistan’ın, beklenildiği gibi bir iç savaş içine girmeden, bir an önce yeniden süratle istikrara kavuşması ve ülkedeki bütün kesimleri kapsayan bir yönetimin tesis edilmesidir. Gücün bu ülkeyi kontrol altına almaya yetmediği ve bunun için daha fazlasına gerek olduğu ortadadır. Nitekim halkın geleceğine olan güvensizlik ve korku ile bulundukları yerleri terk ederek göç etmesi ülkenin geleceği için büyük bir sıkıntıdır. Oysa yapılması gereken halkın gönlüne girmek, bütün kesimlerin desteğini almak ve bu insanlara geleceğe dair güzel umutlar verebilmektir. Huzurlu bir ülke oluşturabilmek için olmazsa olmazlar; adalet, eşitlik ve liyakattir. Ardından da ülkenin refahını sağlayacak yapılanmanın tekrar oluşturulması gerekmektedir. Şüphesiz bunu önlemeye yönelik provakatif gruplar ve eylemler de olacaktır. Bu nedenle bütün kesimlerin buna karşı dikkatli hareket etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde bu durum bazı ülkelerin müdahalesine yol açacak ve ülke daha uzun yıllar istikrarsızlık yaşamaya devam edecektir.
Bu aşamada Türkiye, Afganistan’ın yanında olabilecek ve geçiş sürecinin düzenli bir şekilde gerçekleştirilmesinde destek sağlayabilecek en önemli ülke gözükmektedir. Türkiye’nin bu bölge ile tarihi, kültürel ve dini bağları bulunmaktadır. Türklerin bağları yönünden Afganistan en önemli ülkelerden birisidir. Afganistan ve Türkiye arasındaki gönül bağının sağlamlığı rasgele değildir.
MÖ 125 yılında Saka Türklerinden başlayarak bu bölgede bulunan Türkler, etnik ve dini kökenlerine saygı göstererek adaletli yönetimleri ile bu bölgede yaşayanların desteğini elde etmişlerdir. Akhunlar, Göktürkler, Gazneliler, Büyük Selçuklular, Timur Devleti, Şeybani Özbekleri, Harzemşahlar, Avşarlar ve Babürler Afganistan üzerinde kurulmuş olan başlıca Türk devletleridir.
Bu bölgede Türk hakimiyetinin zayıflamaya başlaması, bölgeye İngiliz ve Rus müdahalesinin başlaması ve Türkistan Beylerinden olan Şerif Han’ın 1887 yılında öldürülmesinden sonra başlamıştır. Ruslar bu bölgelerdeki Türkleri küçük gruplara ayırmak ve bölmek için çalışmalar yapmış, dilleri ve kültürlerini unutturmak istemiştir. Bunda kısmı olarak başarılı da olunmuş ancak tam olarak sonuca ulaşılamamıştır. Nitekim Çanakkale savaşında birçok Afganlı Türklerle ve diğer halklarla birlikte omuz omuza aynı saflarda mücadele etmişlerdir.
Bu kuvvetli bağ günümüzde sadece Afganistan’daki Türklerle değil, Afganistan’daki bütün kesimlerle sürdürülmektedir. Bu Türkiye’yi diğer ülkelerden farklı bir konuma sokmaktadır. Zaten Türkiye’nin Afganistan’a yaklaşımı da gerçekçi bir şekilde, bu ülke insanının refahını sağlamaya yönelik olmuştur ve olacaktır. Türkiye’nin bu ülkede sömürgeci bir amacı olmadığı herkes tarafından bilinmektedir. Sağlıklı bir değerlendirme yapıldığı takdirde, Afganistan’ın kalkınma çalışmalarına en fazla katkı sağlayabilecek ülke de Türkiye olarak gözükmektedir. Afganistan’daki beklenti de budur. Eğer bu gerçekleşirse Türkiye, Afganistan’ın belli bir program çerçevesinde yönetim yapısının oluşturulmasına ve refahına teknik destek ve katkı sağlayabilir. Aksi takdirde geçmiş deneyimler ışığında ülkenin daha uzun yıllar dış müdahalelere maruz kalarak karışıklık içinde yaşayacağını söyleyebiliriz.