Akdeniz stratejik öneminin yanında, başta hidrokarbon yatakları olmak üzere birçok zenginliği bünyesinde barındırıyor. Türkiye, Akdeniz’e en uzun kıyısı olan ülkelerden birisi. Bugüne kadar Akdeniz’e fazla bir ilgi göstermeyen Türkiye, bu denizdeki haklarına yeniden sahip çıkmaya başladı. Libya ile imzalanan “Mutabakat Muhtırası” bunun en güzel örneği. Libya’nın meşru Ulusal Mutabakat Hükümet başkanı Fayiz es Serrac başkanlığındaki heyetin Türkiye’ye resmi ziyareti esnasında, Türkiye ile Libya arasında “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” ile iki ülkenin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının muhafazasını hedefleyen “Deniz Yetki alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası”nın imzalanması olumlu bir gelişme. Bu Muhtıranın Meclis’te kabul edilmesinin ardından koordinatları Birleşmiş Milletler’e bildirilecek.
Bilindiği gibi Türkiye ile Libya arası 4.400 kilometre ve iki ülke denizden komşu durumunda. Bu durum Türkiye için Libya’yı stratejik olarak önemli kılıyor. Uluslararası deniz hukukuna göre iki ülke arasındaki alanın bir anlaşma ile kesinleştirilmesi gerekiyordu. Anlaşma gecikince Yunanistan, Libya’nın karışıklık içinde olmasından da istifade ile bu bölgeyi iki ülkeye sormadan kendince keyfi bir şekilde belirlemiş ve Türkiye ile Libya’nın bağlantısını kesecek şekilde yaklaşık 39.000 kilometrelik bir alanı kendine katmıştı. Bu keyfiliğin farkına varan Libya ise geçtiğimiz Eylül ayında Yunanistan’a bir nota vererek, Yunanistan’ın gayrı hukuki eylemini sonlandırmasını istemişti (Greece, National Pride). İmzalanan bu anlaşma Yunanistan’ın haksız edinimlerinin de önüne geçiyor.
Anlaşma Yunanistan’ın kendine göre yarattığı kurallara göre değil de Birleşmiş Milletler Adalet Divanının “sınırlandırmalarda anakara kıyılarının esas alınması” gerektiği kuralına göre yapıldı. Bu anlaşma Yunanistan ve Kıbrıs’ı geçerek Türkiye’ye, Akdeniz’de uluslararası hukuka ve adalete uygun haklarını geri veriyor. Bu alanın genişliği ise neredeyse 200 bin kilometrekareye ulaşıyor.
Böylece Türkiye ve Libya, belirlenen Münhasır Ekonomik Bölgelerinde Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku sözleşmesine göre; deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altında canlı ve cansız doğal kaynakların araştırılması, işletilmesi, muhafazası ve yönetimi konuları ile enerji üretimi gibi ekonomik amaçlarla faaliyetler yürütebilecekler. Gerek Kıta sahanlığı gerekse Münhasır Ekonomik Bölgeler deniz yetki alanları olarak ilgili ülkeye, deniz dibindeki fosil kaynakları olan petrol/doğalgaz arama ve çıkarma hakkı ve bunlar üzerinde egemenlik haklarını tanıyor. Münhasır Ekonomik Bölgeler denizlerdeki balıkçılık gibi canlı kaynakları da içerdiğinden daha kapsamlı. Hukuken hiçbir ülke sahildar devletin açık bir izni olmadan bu bölgelerde faaliyetlerde bulunamaz. Bu bakımdan Yunanistan’ın tek taraflı olarak ve uluslararası hukuka aykırı anlaşmalarını da geçersiz kılıyor.
Münhasır Ekonomik Bölge kendiliğinden değil, ilan edilme yoluyla kazanılan bir durum. Türkiye daha önce 1986 yılında Karadeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmişti.
Akdeniz’de Libya ile imzalanan bu anlaşma aslında Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) haksız uygulamalarından kaynaklandı. Bu konuda temel sorun Yunanistan’ın hukuksuz uygulamalarının yanında, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) rağmen 2003 yılından başlamak üzere tek taraflı ilan ettikleri Münhasır Ekonomik Bölge kararlarıdır. Türkiye’nin itirazlarına rağmen GKRY, 2007 yılında 13 arama sahası ilan ederek büyük şirketlere ruhsatlar vermeye başlamıştı. Bu açıdan düşünüldüğünde anlaşmanın bir önemi de Türkiye’nin, Mısır ve diğer ülkelerle denizden komşu olmasını sağlaması ve Akdeniz’i tekrar kendisine açması. Türkiye’nin Marmaris-kaş arasındaki hat ile Libya’dan Derne-Tobruk hattı arası Münhasır Ekonomik Bölge olacak. Daha da önemlisi GKRY ve Yunanistan bağlantısı olmayacak.
Türkiye uzun yıllar denizlerdeki haklarını gerektiği gibi savunamadığı için alan boş kaldı ve bunu bazı ülkeler hukuka aykırı bir biçimde kullanmaya çalıştı. Bu ilgisizlik birçok alanda Türkiye’yi zor durumda bıraktı. Lozan Antlaşmasına göre Girit Adası’nın etrafındaki ada ve kayalıklar Yunanistan’a verilmemiştir. Halen Girit Adası güneyindeki Gavdoş, Gaidhouronisi ve Koufonisi adaları Yunan işgali altında bulunuyor. Türkiye’nin Girit Adası etrafındaki bu ada ve kayalıklar konusunda haklarını talep etmesi ve konuyu uluslararası alana taşıması da gerekiyor. Türkiye Yunanistan ile bütün sorunlarının bir bütün olarak ele alınmasını ve uluslararası hukuka uygun bir şekilde barışçıl yöntemlerle çözülmesini istiyor. Bu amaçla kendi arama kurtarma sahasını deklare etti ve kaydettirdi. Aynı şekilde ulusal hava sahasını da uluslararası hukuka göre belirledi. Ancak yapılacak daha çok iş var. Bugüne kadar Türkiye’nin bu konularda herhangi bir çalışma yapmaması büyük bir eksiklik.
Bütün bu eksikliklere rağmen Libya ile imzalanan Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması büyük bir boşluğu dolduruyor ve bazı ülkelerin neden Libya’nın karışması için çalıştığını da ortaya koyuyor. Türkiye bu bölgede büyük bir güç ve Türkiye’nin içinde olmadığı hiçbir projenin başarılı olması mümkün değil. Türkiye’nin bu gücü görmemezlikten gelinerek yapılan suni projelerin bir bir yıkıldığı görülüyor. Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmaya çalışılan terör devletinden sonra Akdeniz’de dengeleri değiştiren bu manevra ile Akdeniz’de deniz alanı kaybının önlenmesi bir yana bu kaynaklardan Türkiye ve Libya halkları yararlanacak. Bu açıdan Libya’nın istikrarı ve huzur içinde olması Türkiye için önemli. Kısacası Türkiye’nin güvenliği Libya’dan başlıyor.