Yunanistan Genelkurmay Başkanı Floros’un Açıklamaları ve Tarihi Olayların Değerlendirilmesindeki Entellektüel Yaklaşım Eksikliği
Yunanistan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Konstantinos Floros’un, Silahlı Kuvvetler Günü nedeniyle yapmış olduğu konuşmada, kendi çapında Türkiye’yi tehdit ederek, “Kim gelmek gibi ölümcül bir hata yaparsa, yeni bir Maraton, yeni bir Salamis ve yeni bir 731 (II. Dünya Savaşı başında, 1941 yılında Arnavutluk’un güneyinde İtalya ile yaptıkları 731 Tepesi Muharebesine vurgu yaparak) ile karşı karşıya kalacağını öncelikle bilsin.” ifadesini kullanması Floros’un kişiliğini bilenler için pek de sürpriz olmadı.
2020 yılının başlarında, Yunanistan Genelkurmay Başkanı Hristos Hristodulos ile Kara Kuvvetleri Komutan Yorgos Kabas, daha görev süreleri dolmadan görevden alınmış (Yunan basını bu olay için kafaları koparıldı ifadesini kullandı) ve o zaman 1. Ordu Komutanı olarak görev yapan, Korgeneral Konstantinos Floros, Yunanistan Genelkurmay Başkanı olarak atanmıştı. Floros; Güney Kıbrıs’ta Özel Kuvvetler Komutanlığı yapmış, Göç ve Mülteci Sorunları Genel Koordinatörlüğü görevinde bulunmuş, 2019 yılında, iki Yunan askerinin Meriç Nehrinden Türkiye’ye geçmeleri sonrası, bizzat Dedeağaç’a gelerek askerlerin Yunanistan’a geri dönüşlerine nezaret etmiş bir subay olarak biliniyordu ve bu sıra dışı ataması Yunan kamuoyunda da dikkat çekmişti. Floros’un, özellikle Genelkurmay Başkanı olarak atanması da zaten Yunanistan’ın eski başbakanlarından Konstandinos Miçotakis’in oğlu olan, ABD’de eğitimi tamamlayan ve ABD kongresindeki konuşmasının neredeyse tamamını Türkiye düşmanlığına ayıran, yabancı bir ülkenin Yunanistan’ın birçok yerinde konuşlanmış olmasından ise adeta övgüyle bahseden, Başbakan Kiryakos Miçotakis’den beklenen bir hareket olarak hiç de sürpriz değildi. Floros, bu coşkuyla bir yandan Yunanistan’ı bölgesinde “güçlü bir jeopolitik oyuncu” olarak niteliyor ancak diğer yandan, bunun için ABD’nin kendilerini desteklemesi gerektiğini savunuyor.
Floros, Türkiye’ye karşı kullandığı seviyesi düşük argo tabirleri ve nefret söylemleriyle de ünlü ve Türkiye’nin Libya Hükümeti ile imzaladığı meşru mutabakat sonrası, “Komşuda köpekler havlamaya başladı. Havlayan köpek ısırmaz. Fakat tasmasını koparıp gelirse kafasına vurup susturmasını da biliriz” gibi dikkate alınmaya değmeyecek düşük seviyeli sözlerin sahibi.
Zaten 2050 yılına kadar borçlu ve ekonomik yönden sıkıntıda olan Yunanistan’ı, son dönemde dışarıdan aldığı silahlarla daha da borçlandıran, ardından çoğunu borç parayla aldığı, bir kısmı ikinci el, Fransız Rafele savaş uçağına binip tur atan, Yunanistan’ın Türkiye sınırında, tıpkı II. Dünya Savaşı öncesi Fransa’nın Almanya’ya karşı yaptığı, ancak hiçbir işe yaramayan Majino Hattı benzeri bir çelik duvarlar projesini destekleyen Floros, ekim ayı ortalarında da Lozan Antlaşması gereği silahsız statüde olması gereken, ancak uluslararası hukuka aykırı olarak silahlandırılan, hatta ABD yapımı zırhlı araçlar ve silahlarla donatılan, Kuşadası’na sadece 2 km uzaktaki Sakız Adasına giderek, askeri birimleri denetlemiş ve hemen arkasında Türk Anakarası gözükecek şekilde pozlar vererek, kışkırtıcı açıklamalarda bulunmuştu.
Yunanistan gibi köklü geleneklere sahip bir ülkede Genelkurmay Başkanı olmuş bir generalden, bir mahalle kabadayısı edası ile ülkesini savaşın içine çekmesi değil, daha ağırbaşlı ifadeler ve davranışlar beklenir. Diğer taraftan, Yunanistan Genelkurmay Başkanının tarihi olayları yorumlamasının da sokaktaki eğitimsiz sıradan bir insandan, daha farklı olması beklenir. Bu açıdan, Floros’un bahsettiği; Maraton, Salamis ve 731 Tepesi Muharebelerini, her ne kadar, Türklerin Atina’ya saldırmak ve tepesinde denize karşı kahve içme gibi bir fantezisi olmasa da tekrar yorumlamakta fayda olduğu düşünülmektedir.
Öncelikle vurgulamak gerekir ki Perslerin (Ahameniş), Yunanistan Anakarasına saldırma fikri, Atinalıların Anadolu’yu işgal etmek isteyen Perslere karşı, Anadolu’ya yardım etmesine, Perslerin sinirlenmesinden doğmuştur. Bu durum, Adalar Denizinin iki tarafındaki halkın ayrılığını değil, daha o zamandan yakınlığını ifade eder ki, bu da gelinen noktada, tarihini kendi yazmamış, şimdiki Yunanlı yöneticiler için, büyük bir eksikliği ifade eder. Atina kuvvetleri Anadolu’ya yardıma gelmiş, ancak geri çekilirken Efes’te büyük bir yenilgiye uğramıştı.
Diğer taraftan, MÖ 490 yılında, Perslerle Atinalılar arasında gerçekleşen Maraton Savaşı’nı da abartmaların ve efsanelerin etkisi altında kalmadan, iyi analiz etmek gerekir. Persler, Atina’ya doğrudan saldırmaktan ziyade, yanlarındaki bazı Yunanlıların da ihaneti ile, Maraton Ovasına sahte bir çıkarma yapıp, Atina kuvvetlerini oraya çekmek istemişlerdi (Liddell Hart, Strateji Dolaylı Tutum: 54). Harekata ilişkin faraziye de gerçekleşmiş, beklenildiği gibi Atina kuvvetleri 10 bine yakın kuvvetle, Atina’yı savunmasız bırakarak, bölgeye gelmiştir. Bölgedeki Pers kuvveti, tarihçilere göre 20 bin civarındadır. Zaten, bu savaşın gerçekleşmesinden yıllar sonra, olayı destanlaştıran Herodot bile, Pers ordusunun mevcudu hakkında hiçbir bilgi vermezken, çok sonraları Cornelius Nepos’un, Pers ordusunun mevcudunu 210 bin, Pausanies, Plutarkhos ve Suda’nın 300 bin, Platon ve Lysias’ın 500 bin ve hatta Junianus Justinus’un 600 bin olarak bildirmesini (Justinus, II-9) olayın giderek efsaneleştirilmesi ve abartılması olarak görmek gerekir.
Bu savaşın sonunda hiç at ele geçirilmemiş olması da söylenildiğinin aksine, Perslerin muharebede süvarileri kullanmadığının emaresidir. Bu muharebede, muhtemelen Persler planladıkları gibi aldatmayı tamamladıktan sonra, bir kısım kuvvetlerini gemilere binmek için geri çekerken, Atina kuvvetleri bunu algılamış ve hızlı bir saldırı gerçekleştirmiştir. Geri çekilme harekatları tarihin her döneminde çekilen kuvvetler açısından bir zafiyet oluşturur. Böylesi bir harekatta, yine de Atinalıların, Perslere öyle istedikleri gibi ağır bir darbe vuramadıkları görülmekle birlikte, sembolik anlamda bir ilk olması açısından, sonradan Yunanlılarca kutsallaştırılmıştır.
Diğer taraftan, savaş sonundaki zaiyatları da modern tarihçiler; Atinalılar için 1000 ile 3000 arası, Persler için ise 4000-5000 olarak bildirmişlerdir ki bunun da böylesi küçük çaplı bir aldatma harekâtı için normal olduğu düşünülmektedir. Ancak kendisine muhteşem bir tarihi temel oluşturma sevdasındaki bazı Batılı yazarlar, bu olaydan efsaneler oluşturma yarışıyla, Yunanlıları bir şaşırtan hikayeler üretmeyi başarmışlar, hatta bunların etkisi altında kalan İngiliz John Stuart Mill (1806-1879), “Maraton Muharebesi, İngiliz tarihinde Hastings Muharebesinden (1066 yılında Norman-Fransız ordusu ile İngiliz ordusu arasında gerçekleşmiş muharebe) bile daha önemlidir” diyebilmiştir (Powel, 2001). Olaydan çok sonraları ortaya atılan diğer bir hikâye ise Pheidippides isimli atletin, Sparta’ya kadar 225 kilometrelik bir mesafeyi bir günde koştuğu gibi bir abartı ile zafer haberinin Atina’ya ulaştırılması sahnesi ile ilgilidir. Maraton fikri ilk defa Yunan ayaklanmasını destekleyen Fransa’dan, dilbilimci Michel Breal’den gelmişti. Zaten o dönemde hem antik çağ ihtişamını canlandıracak hem de kamuoyunun ilgisini çekecek bir sembol aranıyordu ki böylece söylence kamuoyuna tanıtılarak, popüler kültüre kolayca nüfuz edilecekti. Olimpiyat oyunları kurucusu Pierre de Coubertin de bunu şiddetle desteklemişti. Yunanistan’ı kuranlar, onu kendi çıkarları için kullanmak isteyen İngilizler ve Fransızlardı. Yunan eğitim sistemi de 1830’lu yıllarda, zaten bu ülkeler tarafından oluşturulmuştu. Ancak buna benzer, yaratılan sahte üstünlük duygusu öyle bir aşamaya ulaşmıştır ki, ciddi bir kurumun başında olduğu düşünülen Yunan Genelkurmay Başkanı bile, olayın etkisiyle ve Türkiye ve Rusya dahil komşularına karşı agresifleşen tutumuyla, bölgesinin “jeopolitik oyuncusu” olduğunu söyleyecek konuma gelmiştir! Floros, eğer Türk olsaydı, Türklerin tarih boyunca kazandığı, Malazgirt gibi muhteşem zaferlerin etkisiyle, kim bilir daha ne jeostratejik öngörülerde bulunurdu!
Yine Yunanistan Genelkurmay Başkanının aklına nereden geldi bilinmez ama, Salamis Savaşını da kısaca hatırlamak gerekir. Salamis, Atina’nın bulunduğu yarımadaya, kuzeyden güneye paralel uzanan ve antik dönemde Atina limanının güvenliği açısından stratejik öneme sahip bir adadır.
Bu savaş, 490 yılında gerçekleşen Maraton Muharebesinden 10 yıl sonra ve küçük kuvvetlerle tutulan Termofil (6,5 km uzunluğunda dar bir geçit) Geçidi’nin, Persler tarafından ele geçirilmesi ve ittifak donanmasının Artemision Boğazında tümüyle imha edilmesinin ertesinde gerçekleşmiştir. Bundan sonra Pers Ordusu Atina’yı işgal etmiş, yakmış ve ittifak donanması Salamis Adası’na çekilmiştir. Persler, sayıca üstün bir donanmaya sahiptiler. Ancak, Salamis körfezi büyük gemilerin manevrasına uygun değildi. Normalde karar vericinin, böyle bir alanda muharebeye girmesi büyük bir hatadır ancak Pers kralının, güç zehirlenmesi ile, kesin sonuçlu bir muharebeye girme ısrarı yüzünden, büyük bir hata yapılmış ve sayıca üstün olan Pers Donanmasının gemileri, dar alanda manevra yapmakta zorlanınca da daha küçük yapıda ve manevra kabiliyeti yüksek olan ittifak donanması üstünlük sağlamıştır. Bu kayıplardan sonra Persler, bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Zaten o dönemler, Pers Ordusu yüzlerce ayrı etnik gruptan oluşuyordu ve ana merkezlerinden çok uzaklaşarak yıpranmıştı (Tıpkı Yunan ana kıtasından 600 km uzaktaki, Türkiye topraklarına 1,9 km mesafede ve uluslararası anlaşmalara göre asker bulunmaması gereken, Meis adasına, masraflı olduğu için askeri değil, normal tarifeli gemi seferleriyle giden Yunan askerleri gibi).
Kendisini büyük bir strateji dehası olarak gören, Yunan Genelkurmay Başkanı Floros, muhtemeldir ki, rüyalarında Selamis Adası civarında dolaşıyor ve zaferinden sonra Atina’ya girerken, insanların kendisini çılgınca alkışladığı bir törenin hayalini kuruyor.
Floros’un bahsettiği “731 Tepesi Muharebesi” ise II. Dünya Savaşının devam ettiği 1941 yılında, Arnavutluk güneyindeki kritik bir dağ geçidinde, Yunanistan’a saldıran İtalyan askerleriyle yapılan bir mücadeleye dayanmaktadır. Söz konusu olan ülke, o güne kadar tarihinde büyük bir başarı kazanamamış olan İtalya olup, 1935 yılında 400 bin askerle başladığı Etiyopya’yı işgal planı bile, 7 yılda ve ancak kimyasal silahlar kullanarak sonuçlanabilmişti. Çoğu uzman, İtalyan ordusunun eğitimini ve silahlarını yetersiz bulurken, aynı zamanda komuta kademesinin yetersizliğinden de bahseder. Kaldı ki, İtalyanlardan sonra Yunanistan’a giren Alman kuvvetleri, çok az sayıdaki kuvvetle ve ciddi bir direnişle karşılaşmadan, kısa bir sürede Yunanistan’ı ve adaları işgal etmiştir (Yunan topraklarına girdikten 21 gün sonra Atina düşmüştür). Bu bakımdan, ülkesinin tamamının işgal edildiği bir yenilginin ardından ve toprakları bu savaşta sadece Almanya değil, İtalya ve Bulgaristan tarafından da işgal edilmişken ve dahası sonradan topraklarını, başka ülkeler gelip kurtarıp kendisine vermişken, bu savaşın sadece küçük bir bölümünde yer alan tepedeki ufak bir başarıyı, sanki büyük zaferler kazanmış olarak örnek vermesi de Floros açısından oldukça yanlış bir seçim olmuştur. Aşağıda, Floros’un övündüğü ve sadece bir kısmına değinerek örnek verdiği, muhteşem olay sonrasında Yunanistan’ın durumu görülmektedir.
Aslında, Floros arzu ederse, konuşulacak ve örnek verilecek konu ve olay çok. Örneğin; I. Dünya Savaşı sonunda Yunan ordusu, bazı ülkelerin gaza getirmesi ile (1917 yılında İngiliz ve Fransızlar Kral Konstantin’i tahtan indirerek) Anadolu’da bir maceraya atılmış, masraflarını karşılayamadığı için borçlanmış, Konstantin’in tekrar iktidara gelmesi ve İngiliz ve Fransızların desteklerini çekmesi sonucu savaşta, 200 bin askerini Anadolu topraklarında kaderleriyle baş başa bırakmıştı. Savaş sonunda ise bu hezimete neden olan askerler, halka ait kaynakları sorumsuzca kullanmakla suçlanarak, bizzat Yunanlılar tarafından vatan haini olarak (2010 yılında Yunan Yargıtayı 88 yıl sonra iptal etti) kurşuna dizilmişlerdi.
Psikolojide, bir şeyleri yanlış biçimde hatırlamaya, ya da gerçekte hiç olmamış şeylerin olduğuna inanmaya, “Mandela Etkisi” ismi verilmektedir. Yaşı daha genç olan ve tarihi olayların sadece küçük bir bölümünü ele alarak, kahramanlık öyküleri yaratmaya meyilli olduğu gözüken, Yunan Genelkurmay Başkanının da kendisini antik dönemdeki Yunanlı savaşçılara benzeterek, böyle bir etkinin altına girdiği görülmektedir.
Genelkurmay Başkanlığı görevleri, köklü geçmişleri bulunan devletler için ciddi bir makamdır. Bu makama gelenler, yıllar içinde değişik görevlerdeki başarıları ile aşama aşama yükselir ve her rütbenin hakkını vererek temayüz ederler. Bu makam, aynı zamanda entelektüel bir birikimini de gerektirir. Yunan Genelkurmay Başkanının, kendi tarihine dair olayları iyi değerlendirme yetisinden uzak olması ve ülkesinin her tarafı başka bir devletin askeri üsleriyle dolarken, masallaşmış yüzeysel değerlendirmelerin etkisi altında seviyesiz açıklamalarda bulunması ise barışa her zamankinden fazla ihtiyaç olan bölgemiz ve dahası, Türklerle birçok bakımdan aynı kültürü paylaşan Yunanlılar açısından gerçek bir talihsizliktir.